Joe Frazier’ın boyu yalınayakken sadece 1.77’ydi. Bir ağır siklet boksörü için komik biçimde kısa bile sayılırdı. Ama adamın büyüklüğü de buradaydı.
Onun hakkında kimse pop şarkıları yazmadı. Beatles’la hiç fotoğraf çektirmedi. Johnny Carson ve Michael Parkinson hakkında, Ali’ye yakışan tarzda, babacan takılmaları beceremedi. Yakışıklı siyah aktörler sinemada Frazier’ı canlandırmak için birbirleriyle yarışmadı.
Çekici olduğu söylenemezdi. Kadınlar onu sevmezdi. Orta Amerika’nın beyaz cemaati ona hiç ısınamadı. Primetime’da yayınlanan gece maçlarında Frazier’a hiç yorumculuk teklif edilmezdi, çünkü sözcüklerinin de en az sol kroşesi kadar acımasız olabileceğini herkes bilirdi. Kendinden önceki Sonny Liston ve kendinden sonraki Mike Tyson gibi, Frazier’ın etrafı da öyle somurtkan bir gaddarlıkla çevriliydi ki, beyaz Amerika ondan korkmadan edemedi. Frazier, bir Muhammed Ali değildi. Tüm yetişkinlik hayatı boyunca kanayan yarası oldu bu.
Ama o gerçek cesaretin azametinden nasibini almış bir savaşçıydı. Ve geçen kasımda akciğer kanseriyle giriştiği son mücadeleyi kaybedip 67 yaşında öldüğünde şu garip gerçek ortaya çıktı: Smokin’ Joe Frazier yasının tutulmasını, hatırlanmayı ve hatta sevilmeyi hak ediyor.
Öldüğünde Frazier’ı önemsiz ama Muhammed Ali efsanesi için kullanışlı, Ali’yi öne çıkaran gaddar bir fon olarak görme eğilimi baş gösterdi. Oysa bu onun önemini küçümsemekten başka bir şey değildi. Rocky rolündeki Sylvester Stallone’nin mezbahada sığır etlerini yumruklaması katıksız bir Hollywood fantezisi gibi görünür. Ama Güney Carolina’da yaşayan yarıcı bir çiftçi ailenin 12’nci çocuğu olan Joe Frazier, dövüşçü olmak için Philadelphia’ya gittiğinde ellerini aynen böyle sertleştirmişti.
Bugün dövüşüyor olsaydı dünyaya hükmederdi. Aslında boks tarihinin herhangi bir döneminde en az 10 yıl süreyle dünya ağır siklet şampiyonu olarak kalabilirdi. Ancak sadece üç yıl, 1970’ten 1973’e kadar bu unvanı taşıyabildi. Zira onu yenmeyi başaran yalnızca iki insanın, yani Muhammed Ali ve George Foreman gibi iki devin kariyerleriyle neredeyse tamamen çakışan bir döneme denk geldi. Bu Frazier açısından büyük talihsizlik, spor açısındansa müthiş bir şanstı. Hem Ali hem de Foreman, kariyerlerinde bazen olağanüstü, bazen de sıradan dövüşçülere beşer kez mağlup olmuştu. Ama Frazier sadece en iyiler karşısında kaybetti.
Smokin’ Joe kariyeri boyunca Muhammed Ali’yi sürekli zorlayan tek adamdı; ilk mağlubiyetine kadar, ebedi zaferine kadar ve 1975’te Manila’da bir gece ölümün kıyısına gelene kadar. Frazier ve Ali karşılıklı dövüşüp perişan olurken birbirlerinin isimlerini büyüttüler. İkisi de başka dövüşçülerin yumruklarıyla gelen zaferi ve felaketi tatmıştı ama hafızalara, birbirlerine yaptıkları kazındı.
Frazier ve Ali, birlikte ringe çıktıkları üç maçla tarif edilebilir. Frazier, Madison Square Garden’daki ilk dövüşte Ali’yi yere serdi, çenesini kırdı ve ona ilk mağlubiyetini tattırdı. Manila’daki son dövüşlerinde ise George Foreman’ın boksa dair söylediği “Diğer tüm sporların heves ettiği spor” sözünü ete kemiğe büründürdüler.
Manila’da olanlara, biraz zorlayarak, sporun gereğiydi diyebiliriz. Ama oyun yerine konulabilecek bir şey, asla değildi. Manila’da ikisi de insan direncinin sınırlarını zorlarken birbirlerinin ellerinde kalıcı hasarlar bıraktılar. Bunun bedelini hayatlarının geri kalanı boyunca ödeyeceklerdi.
Frazier ringdeyken Ali’den dayak yedi ama asla aşağılanmadı. Aşağılama, sadece iplerin güvenli tarafında olurdu. Ali herkesçe kayıtsız şartsız sevildiğinden, gelmiş geçmiş en büyük siyah spor ikonu olduğundan, Frazier hakkında söylediği, Ku Klux Klan’ın liderinin bile yüzünü kızartacak ağır sözleri yanına kâr kaldı.
Manila maçı yaklaşırken Ali’nin Frazier’ı tacizleri kötücül ve açıkça ırkçı bir hal aldı. Onu sürekli gorile benzetip Tom Amca diyordu ve “Beyaz adamın şampiyonu” diye adlandırıyordu. Bunlar da Ali’nin yanına kâr kaldı. Dahası beyaz dünya, goril şakalarına iştahla saldırdı ve gözlerinden yaş gelene kadar aciz bir neşeyle güldü. Manila’nın ertesindeki şaşkınlık sırasında Ali’nin ağzından kibar sözcükler de çıktı ama verilen hasarın cinsi birden fazlaydı.
İkisi birbirlerini varlıklarıyla muhteşem kıldılar. Frazier, Madison Square Garden’da Ali’nin çenesini kırıp ona ilk yenilgisini ve ilk dayağını hediye ederken, Manila’da Ali’yi gücünün zirvesine çıkardı. Genellikle Ali’nin Frazier’dan hakikaten üstün olduğunu, Manila’da kanıtladığı söylenir. Ali’nin Frazier karşısında hakikaten üstün olduğunu ancak Manila’da öğrendiğini söylemek, gerçeğe daha yakın bir açıklama olur. Ama Ali, Manila’da Frazier’ı boksun King Kong’una, ürkütücü bir soytarıya, yakışıklı kahramanın hakladığı tuhaf bir caniye dönüştürdü.
Frazier kesinlikle çok daha fazlasını hak ediyordu. Vietnam’a gitmeyi reddettiği için boks yasağı getirilen sürgün yıllarında, Ali’yi desteklemişti. Ona para vermişti ve itibarı elinden alınmış dünya şampiyonunun vârisini belirlemek için düzenlenen turnuvaya katılmayı reddetmişti. Ama hayatları boyunca sürecek tatsızlık bütün bunları unutturacaktı.
Manila’daki dövüşe dair anılar öylesine abartılıydı ki hepimiz çirkin gerçekle yüzleşmekten kaçındık. Frazier, Manila’da Ali tarafından sadece dövülmedi. İnsanlıktan çıkarıldı.
Üçüyle bir kez bir araya geldim. Muhammed Ali, George Foreman ve Joe Frazier; ağır siklet boks tarihine son altın çağını yaşatan üçlü. 1980’lerin sonuydu ve Champions Forever adlı bir videonun tanıtımı için Londra’daydılar. Tanrılar gibi ışıldıyorlardı ve oda, o kan, zafer ve dramın üzerinden sadece 10 yıl geçmesine rağmen onlara başka bir çağdan gelmişler; Somme muharebelerinde tuhaf ve beklenmedik şekilde hayatta kalmışlar gibi şaşkınlıkla bakan gazetecilerle doluydu.
Üçü de ağır siklet dünya şampiyonlarının film yıldızları kadar ünlü olduğu, boks maçlarının televizyonun en çok izlendiği saatlerde film gibi yayınlandığı ve ring yanındaki koltuklara erişmenin neredeyse imkansız olduğu bir dönemden geliyordu. Öyle ki Ali ve Frazier’ın 1971’de Madison Square Garden’daki maçında Frank Sinatra ancak kendisini Life dergisinin fotoğrafçısı olarak tanıtarak ring kenarına sokulabilmişti.
Hepsi bambaşka karakterlerdi. Muhammed Ali, parkinsonun sisleri içinde sürüklenmeye başlamasına rağmen, hayatta gördüğüm en karizmatik insandı. Boksla ilgilenmeyen kadınlar bile onun yanında eriyormuş gibi olurdu. Ali fazla konuşmadı ama onun muazzam elini sıkarken gözünüzün içine baktığında, bunu asla unutamayacağınızı bilirdiniz.
Foreman sırıtkan bir satıcı, neşeli aşçı ve ızgaralarıyla servet kazanan kurnaz işadamı olarak kendini yeniden yaratan sevimsiz bir devdi. Videoyu bize anlatırken konuşkan ve coşkuluydu; sadece muhabiriniz, Mike Tyson adlı genç dövüşçü hakkında soru sormaya cüret ettiğinde yüzü karardı ve eski korkunç hiddetiyle kaşlarını çattı.
Arkasına yaslanmış oturan Frazier sessizdi ve sırıtıyordu. Orada olmasının tek nedeni projeden alacağı paraymış, hepsi bu kadarmış gibi, Ali’den de az konuştu. Gençliğinin dövüşlerini yaşlı gözlerle anmaya niyeti yoktu çünkü derinlerde bir yerlerde, hakkı olan bir şeyin, en az Muhammed Ali kadar iyi olduğunun herkesçe kabulünün, hileyle elinden alındığını hissediyordu.
8 Mart 1971’de Joe Frazier’ın Muhammed Ali karşısında dünya şampiyonluğu unvanını başarıyla savunduğu ve Frank Sinatra’nın ring kenarında fotoğraf çektiği büyük zafer gecesinin üzerinden 40 yıldan fazla geçti.
Madison Square Garden’daki ilk maç için “Yüzyılın Dövüşü” deniyordu. Yarım ömür sonra onu yeniden izlediğinizde roller değişmiş gibi görünüyor. Ali’de dikkatinizi çeken şey sertliği, inanılmaz cesareti, esnekliği. Frazier çenesini kırıp onu yere devirdiğinde bile mücadele etmek için ayağa kalkıyor, Frazier inanılmaz kuvvetiyle devamlı kırık çenesine çalıştığı halde dövüşmeye devam ediyor. Frazier’da dikkatinizi çekense olağanüstü boks becerisi. Eskiv ve zikzaklarını öyle kusursuz zamanlıyor ki, Ali yumruklarını her seferinde havaya savurmak zorunda kalıyor. Frazier’ın yırtıcılığına bile üstün bir zeka rehberlik ediyor sanki.
Frazier her zaman “Bedeni öldür, kafa da ölecektir zaten” derdi hafifçe gülerek. O gece Ali, Frazier’ın kaburgalarına kroşeleriyle yaptığı yıldırım saldırısı yüzünden hırpalanıp paralanan bedenini korumak için gardını indirirken, çenesini kıran sol kroşeye tamamen savunmasız yakalanırken ve yüzü giderek şişerken, bizler yakışıklı kahramanımızın bir güzel pataklandığını inanmaz ve yaşlı gözlerle izledik.
Ne Frazier ne de Ali, çizgi film karakteri efsanelerdi. Su götürmez güzelliği, çekiciliği ve dehasıyla Ali acımasız bir şimşekti. Frazier ise hiçbir zaman itibar görmeyen bir asalete, zarafete ve saygınlığa sahipti. Çünkü görünüşte Richard Nixon’ın beyaz Amerika’sının kabuslarını süsleyen o siyah adamlardan birine benziyordu; güçlü, tehditkar, cehennem kadar zalim. Frazier üzerinde sanki hapishanenin pis kokusunu taşıyordu. Ama son derece benzeştiği Sonny Liston ya da Mike Tyson’ın aksine o hiç hapse girmemişti.
Ali’den dört yıl sonra, kırık baş parmağıyla Olimpiyat altını kazanan Frazier, sapına kadar boksördü. Bir müzik âşığıydı, kendi grubu olan, güzel sesli bir soul insanıydı. Ve aile adamıydı; Manila’dan 10 yıl sonra boşandığı eşi Florence’dan beş çocuğu vardı. Kötü adam rolünü oynamaya zorlanınca, rolüne uysun diye takmaya başladığı siyah kovboy şapkasını ömrünün sonuna kadar çıkarmadı. Acımasızlık tek taraflı değildi, ilerleyen yıllarda Frazier, Ali’nin Parkinson hastalığını, efsanevi dövüşlerinde kendisinin daha iyi olduğuna dair bir kanıt olarak göstermekten geri kalmadı. Hatta Frazier’ın buna güldüğü de bilinir. Sol kroşesini “yıkıcı gülle” olarak tanımlardı ve 1996 Atlanta Oyunları’nda Ali elleri titreyerek Olimpiyat Ateşi’ni yakarken yumruğunun Ali’yi nasıl yıktığını anlatabilirdi.
1 Ekim 1975’te, Manila’da gong 14’üncü raundun sonunu haber verdiğinde Frazier’ın gözleri yumruklanmaktan kapanmıştı. Hiçbir şey göremiyordu ama dövüşmeye devam etmeyi planlıyordu. Diğer köşedeki Muhammed Ali ise ölüyormuş gibi hissediyordu.
İrlanda’da Barry McGuigan adlı küçük bir çocuk, daha çok da Frazier yüzünden boksör olmaya henüz karar vermişti. Kimse Ali gibi dans etmeyi hayal edemezdi. Ama herkes Frazier’ın gerçek cesaretine sahip olduğunu düşleyebilirdi. “Bu dövüş kafamda bir ışık yaktı sanki” diye yazdı McGuigan, Frazier’ın ölümünden sonra. “Frazier’ın gözleri kapanmış, yüzü yaralanıp berelenmişti ama yine de devam ediyordu.” Gong son raund için çalmadan önce boks tarihindeki en büyük mücadelenin sonucunu iki antrenör belirledi. Efsaneye göre Ali bırakmak, Frazier dövüşe devam etmek istedi. Ama antrenör Angelo Dundee, Ali’ye son raund için ringe çıkması gerektiğini söylerken diğer köşede Eddie Futch, Frazier’a onu maçtan çektiğini söylüyordu. Sporda yaşanan en büyük dram, yaşam gücü içlerinden akıp giden iki adamın taburede oturan görüntüsüyle sona erdi.
Eddie Futch’ın sözcükleri, öylesine yumuşaklık, bilgelik ve şefkatle doluydu ki o gece Frazier’ın acısını dindirdi. Aynı sözcükler şimdi de yılları aşıp Smokin’ Joe için mükemmel bir mezar taşı yazısına dönüşüyor. “Otur evlat. Her şey bitti” dediğini duydu adamın Joe Frazier, “Bugün burada yaptığını hiç kimse unutmayacak.”