Sevmek zorunda değilsiniz. Hatta fazla iyi oluşunu sıkıcı bulmanız da insani bir içgüdü. En güzel golleri o atsın, bütün ödülleri o alsın istemiyor olmanız da anlaşılabilir. Sansasyonel bir hayatı yok, rakiplerine bulaşmıyor, bizi yeşil sahanın dışında eğlendirmiyor diyenlerle bile karşılaştım. Ancak sekiz yaşında ayağına top değdiğinden beri gezegenin en iyi futbolcusu olduğu konusunda itiraz eden taş olur. İngiliz yazar Sid Lowe, bu mevzuya “Onu diğer yıldız oyuncularla karşılaştırdığınızda onlara haksızlık yapmış oluyorsunuz” diyerek son noktayı koyduğundan beri, en iyi futbolcu kim tartışmalarında yüzümde bir tebessümle sessiz kalmayı tercih ediyorum.
Felipe Scolari’nin dediği gibi, Cristiano Ronaldo’nun hayattaki en büyük şansızlığı Messi’yle aynı döneme denk gelmiş olmak. Futbol efsanesi Franz Beckenbauer onun futbolcu değil dâhi olduğunu düşünüyor. Fabio Capello’ya göre dünyanın en iyisi olmasının nedeni, genç yaşında giydiği formanın ağırlığı altında ezilmeyecek kadar güçlü bir karakterinin olması. Johan Cruyff artık çocukların futbolcu olmayı değil, Messi olmayı hayal ettiklerini söylüyor. Alex Ferguson ise bugünün yıldızlarından sadece onun “zamansız” olduğunu, 1950’lerde de 2050’lerde de sahaya koysanız aynı başarıyı elde edebileceğini iddia ediyor.
Ama mevzu “gelmiş geçmiş en iyi” boyutuna taşındığında iki rakibi olduğu da aşikar. Biri, Messi’nin kendisinden sonra en iyi oyuncu olduğuna inanan Pele. Diğeri, Messi’nin kendisinden bile iyi bir futbolcu olacağına inanan Maradona.
Messi’yle başlayan, içinde Pele ve Maradona geçen her cümle döner dolaşır, aynı noktada sonlanır. Pele’nin 1958, 1962 ve 1970’te üç kere, Maradona’nınsa 1986’da kazandıkları Dünya Kupaları karşısında, Messi’nin 2006 ve 2010’daki turnuvalardan eli boş dönmesi, hanesine yazılan (tek) bir eksidir. Peki Dünya Kupası’nın olmaması, Şampiyonlar Ligi Kupası’nı üç kez kazanan Messi’nin, futbol kariyerinin tamamını Amerika kıtasında geçiren Pele ve Napoli’yle sadece bir defa UEFA Kupası kazanmış olan Maradona kadar efsane bir oyuncu olmadığı anlamına mı gelir? Maradona, Messi’nin dünyanın en iyi futbolcusu olduğunu kanıtlamak için Dünya Kupası’nı kazanmasına gerek olmadığını düşünenlerden. “Bir Dünya Kupası kazanmak ya da kazanamamak bugüne kadar dünyanın en iyisi olmak için yaptıklarını ortadan kaldırmaz” diyor. Her zaman olduğu gibi, Pele onunla aynı fikirde değil.
Messi’yi Pele ve Maradona’yla karşılaştırmak ne kadar doğru?
Pele kendisine yöneltilen bir Messi karşılaştırmasına cevaben, “Her dönemde benimle birilerini karşılaştırmaya çalışıyorlar. Ama her zaman Arjantinli arkadaşlarıma dediğim bir söz vardır: Siz önce kendi içinizden en iyinin kim olduğuna karar verin. Sonra o kişi 1000 gol atsın. Karşılaştırmayı ondan sonra yaparız” delişti. Resmi kayıtları bulunmasa da Pele’nin oynadığı 1366 maçta 1280’den fazla gol attığı söylenir. Modern futbolda ulaşılması imkansız bir istatistik. Göz ardı edilmemesi gereken bir diğer gerçek, bu gollerin neredeyse yarısının dostluk maçlarında atıldığı ve geriye kalanların önemli bölümünün de Brezilya’nın Sao Paulo Eyalet Ligi’nin dışına taşmamış olmasıdır.
Pele hiçbir zaman Avrupa vizesi alamadı. O dönemde Avrupa’da bir kulüpte oynasaydı başarılı olur muydu? Kesinlikle olurdu. Peki son beş senede, her sezon 40’ın üstünde gol sayısına ulaşan, şimdi Barcelona son yılların en kötü sezonunu geçirirken, iki ay kadar sahalardan uzak kalmasına rağmen 40 golün altına düşmeyen Messi’nin istikrarını yakalayabilir miydi?
Her ne kadar futbol basit bir oyun olsa da, zamanın üstündeki etkisi tartışılmaz. Her şeyden önce oyunun kuralları değişti. Pele’nin topla dans ettiği 1950’yle 1960’lar arasındaki dönemde oynanan oyun, bugünküne göre çok daha sert. Sonuçta, 1970 Dünya Kupası’na kadar sarı ve kırmızı kartın olmadığı bir dönemden bahsediyoruz. Sadece bu bile farklı dönemleri birbiriyle adil bir şekilde karşılaştırmayı imkansızlaştırıyor.
Yıllar içinde oyunun dinamikleri de değişti. Takımlar 2-3-5 düzeninden 4-4-2’ye dönerken, mümkün olduğunca gol yemeden maç bitirme planları yapıldığı ortada. Artık kaleciler oyun kuruyor, defans oyuncuları orta saha kurgusuna katkıda bulunuyorlar, sağ veya sol bekler yeri geldiğinde hücum planının öldürücü unsurları oluyorlar. Turnuvalarda bireysel yeteneklerin sergilendiği değil taktiksel savaşların döndüğü mücadeleler izliyoruz. Üstelik dönen paraların miktarı, yıldız oyuncuların kendilerini daha uzun yıllar, daha “verimli” kullanmaya teşvik ediyor.
Bu değişimler, oyuncuların kariyer gelişimlerinde, kişisel ve takım başarılarında da önemli farklılıklar oluşturdu. Bugün herhangi bir dalda profesyonel olarak spor yapan bütün atletlerin ağız birliği yapacağı konu, rekabetin ve beklentinin her gün biraz daha üst seviyeye taşındığıdır. Oyunun gerektirdiği fiziksel güç ve maçlar için gerekli hazırlık süreçleri eskisi kadar kolay değil. Bu noktada, Messi’nin Pele ve Maradona’dan daha iyi malzemelerle, daha iyi zeminlerde boy gösterdiğini iddia edebilirsiniz ancak bu objektif bir karşılaştırma olmaz. Çünkü daha iyi koşullara sahip olsalar da yıldız futbolcular bugün var olabilmek için sadece yeteneklerine güvenemezler; artık daha hızlı, daha güçlü olmalı, daha iyi beslenip daha yoğun antrenman yapan ve taktiksel açıdan daha keskin modern gladyatörlere dönüşmek zorundalar.
Bu, dünyanın en iyi futbolcusu olabilmek için sahadaki hünerlerinizden fazlasını ortaya koymaya hazır olmanız anlamına geliyor. Sağlam bir iradeniz ve “sıkıcı” bir sosyal hayatınız olmalı. Stres ile başa çıkacak sağlam bir karakteriniz, ne kadar yetenekli olsanız da on kaplan gücünde olamayacağınızı bilmeniz gerekiyor. Tüm bunlar, Messi’nin içinde bulunduğu zamane futbolunu Pele’nin de, Maradona’nın da oynadığı futboldan daha karmaşık ve zor bir hale sokuyor.
Messi’nin bu iki efsaneden daha iyi olduğunu kanıtlamak için Dünya Kupası’na ihtiyacı var mı sorusuna cevap verirken, önce bir durup uyuşturucu ve gece hayatından asla taviz veremeyen Maradona ve egosu sahip olduğu yetenek kadar büyük olan Pele’nin modern zaman gladyatörleri karşısında ne kadar başarılı olabileceklerini de düşünmek gerekiyor. Çünkü futbolun geçirdiği evrim, son halkada ayakta kalanı en güçlü kılar. Bu bakış açısı da Messi’yi gelmiş geçmiş, bu iki efsaneyi de sadece dönemlerinin en iyi oyuncusu yapar.
Dünya Kupası değerini yitiriyor mu?
Futbolun değişmesi, farklı dönemlerde oynanan turnuvalara ve kazanılan başarılara da farklı anlamlar yüklüyor. Dünya Kupası, Pele döneminin olmazsa olmazıydı, ölümsüzlüğün sembolüydü. Maradona döneminde yıldız bir futbolcuyu efsane mertebesine taşırdı. Bugünse Messi’nin koleksiyonunda olmadığı için istediği değerli bir parça.
Maradona’nın 1986 Dünya Kupası’nda İngiliz milli takımını 2-1 yendikleri maçta elle attığı gol için yaptığı “Tanrı’nın eli” benzetmesi ne kadar hoşumuza gitse de, ünlü futbolcu otobiyografisinde “O Tanrı’nın değil benim elimdi ve o golle 1982’de İngilizlere yenildiğimiz Falkland Savaşı’nın intikamını almıştım” diyerek turnuvayı bir spor etkinliği değil meydan muharebesi olarak gördüğünü itiraf etmişti. Günümüzde Dünya Kupası’na böyle bir misyon yükleyen yok. Elbette milli marşlar okunurken duygulanıyor, galibiyetlerde ayrı bir onur hissediyoruz. Hâlâ gezegenin en büyük futbol festivali ve en çok izlenen turnuva olduğunu da tartışmıyoruz. Ama Şampiyonlar Ligi Kupası’nın Dünya Kupası’ndan daha değerli olduğu inancının da yaygınlaştığını inkar edemeyiz.
Bu durumda, oyunun ve oyuncuların en çok geliştiği, rekabetin en üst seviyeye taşındığı, Avrupa kıtasının en başarılı kulüplerinin katıldığı bir turnuvayı üç kez kazanmış, oynadığı oyun ve attığı gollerle turnuvaya da, finallere de damgasını vurmuş bir oyuncunun Dünya Kupası’nın olmaması onu “eksik” kılar mı? Belki de bu soruya en iyi cevap verebilecek kişi, kolunun altında bir Dünya Kupası olan, geçen sezon Bayern Münih’le kazanılabilecek altı kupanın tamamını kazanan Franck Ribery.
En iyi oyuncu değil en iyi takım kazanır
Futbol artık her zamankinden daha fazla bir takım oyunu. 11 oyuncu kolektif başarıya farklı ölçülerde katkıda bulunuyor ve iki-üç tanesinin aynı anda aksaması mucizeleri imkansız kılıyor. Hiçbir oyuncu tek başına Dünya Kupası ya da Şampiyonlar Ligi Kupası kazanmamıştır ve kazanmayacaktır. Milli takımla başarılı olabilmek için, içinde bulunduğunuz jenerasyon son derece önemli.
Maradona, 1986’da şüphesiz olarak Dünya Kupası’nın sonucuna bireysel olarak en çok etki eden oyuncuydu ancak yine de yalnız değildi. Ruggeri, Valdano, Burruchaga ve kalede Pumpido gibi dönemin iyi isimleriyle birlikteydi. Pele ise aktif olarak yer aldığı 1958 Dünya Kupası’nda Garrincha, Didi, Vava, Zagallo ve Djalma Santos; 1970 Dünya Kupası’nda ise Rivelino, Clodoaldo, Tostao, Gerson, Carlos Alberto gibi hayranlık uyandıran isimlerle birlikte forma giydi. Brezilya’da kime sorsanız, Garrincha’nın Pele’den çok daha yetenekli olduğunu ve milli takımına çok daha fazla katkı sağladığını söyleyecektir. Arjantin, Maradona olmadan 1986 Dünya Kupası’nı kazanabilir miydi, bilemeyiz. Ama Brezilya, 1958 ve 1970’de Pele’siz ne yapardı sorusunun cevabı, 1962’deki kupada saklı.
Bu Messi’nin son şansı mı?
Messi’nin 2010 yılında birden fazla kulvarda gösterdiği üst düzey performans sonrası, yazın Dünya Kupası’nı fiziksel olarak kaldırmadığını iddia edilmişti. Hem sezon içinde sakatlık yaşadığı hem de Barcelona’nın farklı kulvarlarda geçen sezonlara kıyasla daha kötü bir performans sergilediği için, bu sefer turnuvaya daha az maç oynamış olarak gelecek. Üstelik ligde şampiyonluk iddiasını kaybeden takımının son maçlarında da kendini yormadığı ve riske atmadığı gözden kaçmıyor.
Arjantin bu sefer 2010’a göre daha şanslı. Güney Amerika elemelerinde en çok gol atan ve Kolombiya’dan sonra en az gol yiyen takım oldular. Maradona, 2010’da Messi’yi forvetlerin arkasında klasik bir 10 numara gibi oynatmış, Messi o turnuvada sadece bir gol atabilmişti. Alejandro Sabella’nın Arjantin’inde Messi tam olarak ortada olmasa da gole daha yakın bir pozisyonda oynadı ve elemelerde çıktığı 14 maçta 10 gol atarak, elemelerde en çok gol atan ikinci oyuncu oldu. Takımdaki diğer oyuncular Messi’yi rahatlatabilecek performansa ulaştılar. Yer aldıkları grup önceki yıllara göre çok daha avantajlı.
Benzer durum Brezilya için de geçerli. Bu da pek çok futbolseverin, özellikle de bizim gibi ülkesi turnuvada olmayanların, olası bir Brezilya-Arjantin finali için heyecanlanmasına neden oluyor. Eğer Arjantin ve Brezilya finale çıkar, Brezilya kupayı kendi evinde Messi’ye verirse, Pele’den bir sonraki Dünya Kupası’na kadar haber alamayız.