Hayatımız bağımlılıklarla doldu taştı; işimize, kendimize, alışverişe, hobilere resmen bağımlıyız. Dengeyi bir türlü oturtamıyoruz. Ya bir konuya elimizi sürmüyoruz ve onu hayatımızın dışında bırakıyoruz ya da sonuna kadar üstüne gidip aklımızı kaçıracak gibi oluyoruz. Sık sık gözlemlediğim bu durumun sporda da bir karşılığı var. Spordan çekindiği ve başarılı olamayacağını düşündüğü için spora hiç başlamayan grup bir tarafta, hem sporun getirdiği vücut imajından, hem de sporu bir kaçış olarak kullanmanın verdiği geçici tatmin olma halini takıntı haline getiren ve orantısız spor yapanlar diğer tarafta. Bu yazıdaki amacımız, bu iki uç arasındaki ritmi bulup, dengeli hareket etmek.
NEFES AL & ADIM AT
Spor kelimesini duyunca dahi irkilenlere seslenelim. Yogayla ilgilenen ama hiçbir bilgiye sahip olmayan, sosyal medya ve dergilerde yulaf sütüyle hazırlanmış kahvelerin satıldığı kafelerde asana’lara, ters duruşlara şahit olanlar; antrenman yapan herkesin vücudundaki yağ oranının sıfır olma zorunluluğunu sırtında bir yük gibi hissedenler; meditasyona başlamak için en az 40 dakika sessiz, hiçbir düşünce olmaksızın durması gerektiğini varsayanlar... Ya da 100 metre koşmayı deneyimlemek gözünde büyürken, maraton koşmaya hazırlanmalıymış gibi hissedenler... İlk olarak şunu belirtelim, herhangi bir branşa başlamak için bir yeteneğinizin olmasına gerek yok. Hiç eline top almamış bir insan bile basket atmayı öğrenebilir. Bir branşa, sırf onun büyülü dünyasına dahil olmak için başlamanız ise hiç iyi bir sebep değil. Amaç ruhunuzu besleyecek bir tuvale kavuşmak. Kendinizi daha sağlıklı hissetmeyi ya da fiziksel ve mental olarak bir üst modelinize ulaşmayı hayatınızın merkezine koyarak hareket edebilirseniz, popüler olduğu için pilatese gidip zorlanmaktansa, suratınıza kocaman bir gülümseme getiren ve hayatınızdaki hareket açığını kapatan masa tenisini tercih etmenizi bile öneririm.
Bu bakış açısıyla ilerlerseniz, o aktiviteyi en iyi yapan ve ondan en yi faydalanan insan olma zorunluluğundan uzaklaşıp, bunu profesyonel olarak yapanlarla gereksiz yarışlara girmezsiniz. Her şeyin bir başlangıç, orta ve ileri seviyesi vardır. Başlayacağınız herhangi bir spor branşına başlangıç seviyesinde adım atacağınızı unutmayın. Bazen başlangıç seviyesi için dahi yeterli olmayabilirsiniz; bunun sizi durdurmasına izin vermeyin. Şimdi son cümleyi bir kez daha okuyun ve sizi harekete geçirecek branşlara göz atın.
NEFES AL & MOLA VER
Gelelim madalyonun öteki yüzüne... Gözlerini açtığı gibi baş ucundaki antrenman kıyafetlerine uzanan, günde 18 farklı çeşit supplement tüketen, ayakları üzerinde olduğundan çok elleri üzerinde duran, refleks olarak yürümektense depar atan, PT’sinin son arananlarının en tepesinde olduğu, kısacası, mecazi olarak dokuz saat 30 dakika plank pozisyonunda durabilenler... Hareket etmeyi seviyorsunuz; spor yapmak sizi iyi hissettiriyor ve bu, vücudunuza da yansıyor. Daha mutlusunuz. Kötü alışkanlıklara yöneleceğinize mütemadiyen spor yapmak daha iyi, değil mi? Her zaman değil. Düzenli egzersiz, vücuttaki serotonin miktarını artırır, kortizol seviyesini dengede tutar; enerji verir. Efendime söyleyeyim, kalp damar yapısını ve mental sağlığı korur, net düşünmeyi sağlar. Daha iyi uyur, kendinize daha çok güvenirsiniz. Vücudunuzu pozitif yönde değiştirir, geliştirir; sağlığınızın en büyük destekçisidir.
Bu mantıkla sürekli yapılan antrenmanların da vücuttaki etkisi, yukarıda bahsettiklerimizin kat be kat fazlası olmalı değil mi? Yanlış. İlk başta kendinize şunu sorun: Bu kadar vakit harcadığınız spor dalı sizin hangi dürtünüzün karşılığı? Yetersizlik hissi mi? Kendini başkalarına ispat etme hali mi? Toplumun güzellik algısına uymak için istemsiz bir çaba mı yoksa? Dikkat edin, egzersiz yapmak sizin için bir problemden kaçış alanı olmasın. Sürekli antrenman yapmak size hiç antrenman yapmamaktan daha kötü gelebilir. Sürekli antrenman yapınca dinlenme sürecinizi bir hayli kısalttığınız için vücudunuzun toparlanması da bir o kadar zorlaşır. Kas ve eklemlerinizin ihtiyacı olan beslenme ve dinlenme ihtiyacınızı karşılamazsanız, sakatlanmaya davetiye çıkartmış olursunuz.
İŞİN BİLİMSEL TARAFI
Proteinlerin ihtiyacımız olduğunda vücudumuzda parçalanarak amino asitlere dönüştürüldüğünü ve yine ihtiyaç durumunda belirli amino asitlerin enerji metabolizmasında aktif rol oynadığını biliyoruz. Ayrıca, amino asitler vücudumuzda, proteinlerin, büyük ve küçük peptitlerin yapı taşıdır; mikrobiyatanın büyümesinde ve düzenlenmesinde rol oynar, kolajen sentezi ile kemik, saç ve tırnak yapısını korur, vücudumuzda doğal olarak glutatyon sentezlemesine neden olur, kan pH düzeyini direkt etkiler, RNA ve DNA sentezinde rol oynar, bağışıklık hücrelerimiz için enerji kaynağı oluşturur ve tüm hormonların sentezi ve salgılanmasında başlıca görevlere sahiptir. Sporun dozu aşarsa, vücudunuzdaki protein metabolizmasını katalize ederek (yıkarak) tüm bu sistemlerin bozulmasına kademeli olarak sebep olabilirsiniz. Bu hem size hedef şaşırtır hem de bütün sisteminizi olumsuz etkileyebilir.
Güncel araştırmalara göre, antrenman esnasında vücudumuzun salgıladığı dopamin, serotonin, adrenalin gibi hormonlar ve artan kan basıncı, hafızamızın gelişmesini, yaratıcılığımızın artmasını ve kritik düşünme yeteneğimizin gelişimini sağlar. Ayrıca antrenman esnasında salınan endorfin hormonu, zamanla metabolizmada bağımlılık etkisi yaratarak sizi antrenman konusunda obsesif hale getirebilir, bu durum ise aşırı antrenmanın olumsuz yönlerini yaşamanıza neden olabilir.
Yazının devamı GQ Türkiye Bahar 2022'de