Bu yılın başlarında manşetler, plastik şişelerden içtiğimiz suya ne kadar mikroplastik karıştığına dair korkutucu istatistikler yayınladı çünkü miktar oldukça fazlaydı. (Tam olarak litre başına ortalama 240.000 parçacık.) Elbette plastik su şişelerinden kaçınılabilir, ancak bu yazıyı meyvelerden cipslere ve tavuk göğsüne kadar her şeye plastiğin değdiği mutfağımdan okurken, her gün yiyeceklerimle ne kadar mikroplastik tükettiğimi merak etmeye başladım.
Görünüşe göre bu sorunun cevabı, “çok fazla”. Örneğin 2024 yılında yapılan bir çalışmada, Amerika Birleşik Devletleri'nde satın alınan ve yaygın olarak tüketilen 16 farklı protein ürününde mikroplastik bulundu. Çalışmanın eş yazarı Madeleine H. Milne, araştırma ekibinin tekneden yeni çıkmış deniz ürünlerinden tavuk nugget'lara kadar çeşitli işlem seviyelerine sahip proteinleri incelediğini söylüyor. Bulgularına dayanarak Milne ve araştırmacı arkadaşları, Amerikalıların sadece protein tüketimi yoluyla yılda 11.000'den fazla mikroplastik partikül yuttuğunu ve protein tüketiminin üst sınırındaki tüketicilerin yılda 3,8 milyon plastik partikül alıyor olabileceğini tahmin ediyor.
“İnsanlar mikroplastikler hakkında düşündüklerinde, başlangıçta bunun sadece okyanustaki bir sorun olduğunu zannedebilirler, ancak bulduğumuz şey, sığır eti, tavuk gibi tüm bu kara proteinlerine doğru ilerlediği yönünde.”
Milne bu çalışmadan elde edilen iki farklı bulguya dikkat çekiyor. Milne, “Birincisi, deniz ürünleri, karasal et veya bitki bazlı proteinlerden oluşan ürünlerdeki kirlilik arasında önemli bir fark görmedik” diyor. “İnsanlar mikroplastikler hakkında düşündüklerinde, başlangıçta bunun sadece okyanustaki bir sorun olduğunu zannedebilirler, ancak bulduğumuz şey, sığır eti, tavuk gibi tüm bu kara proteinlerine doğru ilerlediği yönünde.” İkinci önemli bulgunun, doğal hallerine ne kadar yakın olduklarına bakılmaksızın, incelenen tüm ürünlerin kontamine olması olduğunu söylüyor. “Bu, 'şunu değil, bunu (örneğin taze gıdayı) tercih edin' gibi tavsiyelerin çözebileceğinden çok daha büyük bir sorun olduğunu gösteriyor” diyor.
Elbette proteinden uzak durarak mikroplastik tüketiminden kaçınamazsınız. Kar amacı gütmeyen Beyond Plastics'in iletişim direktörü Melissa Valliant'a göre mikroplastikler sütte, meyvelerde, sebzelerde, şekerde, tuzda, balda, kısacası üzerinde çalışılan her şeyde bulunuyor.
Milne'nin belirttiği gibi, plastik parçacıkların deniz ürünlerinde bulunması çok da şaşırtıcı değil ve yediğimiz bisküviler gibi yeryüzünden doğal olarak elde edilen hiçbir şeye benzemeyen yiyeceklerde bulunması da şok edici değil. Ancak, teorik olarak kirlenmeye karşı nispeten güvenli olması gereken taze sebzeler gibi gıdalara nasıl girdiklerini merak ediyor olabilirsiniz.
Valliant’a göre, ne yazık ki mikroplastiklerin çevremizde o kadar ki, bu sebzeleri sulamak için kullanılan suda ve onları beslemek için kullanılan toprakta dahi bulunuyorlar. (Yiyeceklerimizin çoğu aslında plastik malç üzerinde yetiştiriliyor, bu da kesinlikle kötü etkiliyor). Ve aynı nedenle, çiftlik hayvanlarının, bırakın marketi, mezbahaya bile ulaşmadan önce vücutlarında plastik olduğu tespit ediliyor.
Dolayısıyla işlenme süreci sadece bu erken kirlenmenin üzerine eklenmiş oluyor. Milne, “Çalışmamızda yüksek oranda işlenmiş ürünlerin daha az işlenmiş ürünlere kıyasla daha fazla mikroplastik kirliliğine sahip olduğunu gördük,” diyor. “Örneğin, bir tavuk nugget, eşdeğeri olan tavuk göğsünden daha fazla kirlenmişti.” Bu ilave kirlenme, gıdaların taşıma bandında geçirdiği süreden, işçilerin giysilerinden dökülen mikro liflerden veya işleme sırasında kullanılan makinelerden kaynaklanıyor olabilir.
Ayrıca, ambalajın da kötü bir etken olduğu açıkça görülüyor. Milne'nin çalışması plastik ambalajlardan dökülmenin soruna önemli ölçüde katkıda bulunduğunu bulmamış olsa da, bunun inceledikleri partiküllerin boyutuyla ilgili olabileceği konusunda uyarıda bulunuyor. “Çalışmamızda 45 mikronluk bir boyut kesintisi vardı ve kullandığımız yöntemler göz önüne alındığında bundan daha küçüğüne bakamazdık” diyor. “Ambalajın daha küçük partiküller yaratıyor olması mümkün.”
Bununla birlikte, ister plastik zamanla parçalandığında (daha uzun süre rafta kalabilen gıdalar için), ister ambalajı yırttığınızda, kestiğinizde ya da -Allah korusun- mikrodalgaya attığınızda olsun, plastik ambalajından gıdalara bir miktar plastik dökülmesi kaçınılmaz bir durum. (“Bunu yapmayın!”, diyor.) Avustralya'daki EPA Victoria'nın Baş Çevre Bilimcisi Mark Patrick Taylor, “Örneğin süpermarketten satın aldığımız etlerin çoğu plastiğe sarılı ve eti ya da her ne yiyorsanız onu çıkarmak için paketi kesmeniz gerekiyor” diyor. “Bu süreçte bazı mikroplastiklerin ortaya çıkması kaçınılmaz.”
Valliant'a göre plastik sürekli olarak çevreye karışıyor. “Bunu düşünmenin iyi bir yolu, kendi derinize benzetmek. Tıpkı derinizin sürekli olarak küçük parçalar halinde dökülmesi gibi, ki bunu düşünmek bile iğrenç, plastikler de sürekli olarak küçük parçalar halinde dökülüyor ve bu parçalar yiyeceklerimize ya da içeceklerimize karışabiliyor.” Taylor, örneğin giysilerinizdeki plastik parçacıkların yiyeceklerinize bulaşabileceğine dikkat çekiyor ve bunu bir bardak şarabı gece boyunca tezgahın üzerinde bırakarak test edebileceğinizi söylüyor. Sabah bardağa baktığınızda, şarabın yüzeyinde yüzen parçacıklar göreceksiniz. “Bunlardan bazıları, örneğin giysilerden dökülen mikroplastikler olabilir” diyor.
İster ısıtılmış plastik bir spatula ister yapışmaz tavalar olsun, yiyeceklerimiz pişirme sürecinde de plastiğe temas ediyor, diyor. Taylor, günün sonunda dişlerinizi fırçaladığınızda, diş fırçanızdan daha da fazla plastik tükettiğinize, yani yemek yemeseniz bile plastik yediğinize dikkat çekiyor.
Yine de Valliant, plastik tüketimi söz konusu olduğunda tüm bunların endişelerimizin en küçüğü olduğunu söylüyor. “Uzmanlar, tükettiğimiz plastiğin soluduğumuz plastikle kıyaslandığında hiçbir şey olmadığını söylüyor” diyor. “Plastik gerçekten her yerde. Yiyeceklerimizde, içeceklerimizde, havamızda, toprağımızda. Bundan kaçış yok. Ve plastik üretimi arttıkça, ki artması bekleniyor, bu durum daha da kötüleşecek” diyor. Taylor da aynı fikirde: “Mikroplastik maruziyeti kaçınılmaz. Tüm yaşam tarzımız plastik etrafında şekilleniyor.”
Tüm bu mikroplastikler bizi öldürüyor olmalı, değil mi? Mikroplastiğe maruz kalmanın sağlık üzerindeki etkilerini henüz tam olarak anlayamıyoruz. Mikroplastikler, araştırmacıların insan vücudunda baktıkları her yerde bulundu- testislerde bile - ancak Yale Üniversitesi’nde “Çevre için Kimya Uygulaması” Profesörü Paul Anastas, bir şeyin varlığını tespit etmenin, zarara neden olduğunu kanıtlamakla aynı şey olmadığına dikkat çekiyor. Ve şu ana kadar yapılan çalışmaların, belirli olumsuz sağlık sonuçları ile mikroplastikler arasında sadece korelasyon olduğunu gösterdiğini, bunun da nedensellik ile aynı şey olmadığını söylüyor. (Korelasyon iki değişken arasında bir ilişki olduğunu gösterir, ancak birinin diğerine neden olduğunu göstermez).
Anastas, “Örneğin, yakın zamanda yapılan bir çalışma, plak çıkarma ameliyatı geçirdiklerinde karotis arterlerinde (boyun, yüz ve beyne giden ana kan damarları) mikroplastik bulunan kişilerin ameliyattan sonraki yaklaşık 34 ay içinde kalp krizi, felç veya ölüm geçirme olasılığının 4,5 kat daha fazla olduğunu gösterdi. Ancak bu bile sadece bir korelasyon. Yazarlar, 'Bunun buna neden olduğunu öne sürmüyoruz' demek için ellerinden geleni yapıyorlar.” diyor.
Ancak mikroplastiğin bir gün tüm zararlarından arındırılmayacağını beklemek için iyi bir neden var. Anastas, plastik parçacıkların çoğunun vücudumuzdan geçtiğini ve atık olarak atıldığını söylese de son çalışmalar bu parçacıkların iltihaplanmaya neden olma ve hatta hücreleri delme potansiyeline ilişkin endişeleri artırdı. “Hepimiz mikroplastik parçacıkların potansiyel tehlikesinin doğasını ve derecesini gerçekten anlamak için ciddi bilimsel araştırmalar yapılması çağrısında bulunmalıyız” diyor.
Dahası, uzmanlar mikroplastiklerin vücudumuzdaki sağlık etkileri söz konusu olduğunda, parçacıkların kendilerinden ziyade içerdikleri kimyasallara maruz kalmamızın endişe verici olduğu konusunda hemfikir. “Farklı plastik türlerinin yapımında çeşitli kombinasyonlarda kullanılan yaklaşık 16.000 farklı kimyasal madde var. Bunların binlercesi incelendi ve insan sağlığı için toksik bulundu ve daha da fazlası toksisiteleri açısından hiç incelenmedi. Bu nedenle bunların sağlığımıza ne yapabileceğini bilmiyoruz” diyor Valliant.
Örneğin en yaygın plastik türlerinden biri PVC ve birincil yapı taşı bilinen bir kanserojen olan vinil klorür adlı bir kimyasal. Plastiklerde bulunan diğer endişe verici kimyasallara örnek olarak BPA, PFAS ve ftalatlar verilebilir; bunların hepsi kanser riskinde artış, tiroid bozuklukları, doğurganlık sorunları, metabolik bozukluklar ve nörolojik ve davranışsal sorunlar gibi sağlık etkileriyle ilişkilendiriliyor.
Bu durum göz önüne alındığında, bu kimyasalları içeren mikroplastik partikülleri tüketmenin sağlığımız için kötü olduğunu varsaymak zor değil; ancak bu şu anda bir varsayımdan biraz daha fazlası. Taylor'ın da belirttiği gibi, “zehri oluşturan şey dozudur” ve mikroplastik maruziyeti yoluyla bu kimyasalları aldığımız dozajların zarar vermek için yeterli olup olmadığını henüz bilmiyoruz.
Bununla birlikte, mikroplastik maruziyetinin, modern yaşamın bir özelliği haline gelen günlük kimyasal maruziyetlerden dolayı yaşadığımız genel “toksisite yüküne” katkıda bulunabileceğini kabul ediyor. Ayrıca bu kümülatif maruziyetlerin, artan hastalık yükü (örneğin gençlerde artan kanser oranları) ve doğurganlığın azalması gibi olumsuz sağlık eğilimlerine katkıda bulunabileceğini söylüyor. Ancak bu şu an için spekülatif bir durum. Bilim, mikroplastikle herhangi bir bağı olması bir yana, bu eğilimlerin nedenleriyle ilgili herhangi bir sonucu henüz desteklemiyor.
Taylor, mikroplastik maruziyeti konusunda paniğe kapılmak için mantıklı bir neden olmadığı konusunda ısrar ediyor. Modern dünyada vücudumuzun maruz kaldığı “milyonlarca” diğer kimyasala ek olarak, 1950'lerden bu yana hızla artan miktarlarda plastiğe maruz kaldığımıza dikkat çekiyor. “Ancak yaşam süresine herhangi bir zararını görmedik” diyor. “Aslında, her zamankinden daha uzun yaşıyoruz,” çünkü modern yaşam beklentisi, plastikler çevremizde her yerde bulunmaya başlamadan önceki seviyeyi aşmaya devam ediyor.
Taylor, “Plastik tüketimimiz konusunda paniğe kapılmamıza gerek olmasa bile, bu harekete geçmememiz gerektiği anlamına gelmiyor. Plastikleri bir kirletici olarak küçültmeye çalışmıyorum. Onlar bir kabus ve tam bir çevre felaketi” diyor. “İnsanlar üzerinde ne gibi zararları olduğu belli değil, ancak bunlara maruz kalma oranımızı azaltmaya çalışmalıyız.” diye ekliyor.
Valliant, bu karmaşadan bilinçli bir şekilde kaçınmanın mümkün olmadığını söylüyor. Belirli seçimlerin mikroplastik maruziyetinizi azaltmaya yardımcı olabileceğini—mümkün olduğunca plastik ambalajlardan kaçınmak, doğal lifler giymek, şişe suyu yerine musluk suyu içmek ve işlenmiş gıdaları azaltmak gibi—belirtiyor. Ancak hava, su ve tükettiğiniz tüm gıdalar mikroplastik içerdiğinde, sorunu üzerinde nihayetinde ne kadar kontrol sahibi olabileceğiniz sınırlı. “Kimsenin plastik içermeyen bir diyet uygulama şansı yok,” diyor Valliant.
Önemli değişiklikler yalnızca farklı bir politika getirme seviyesinde yapılabilir ve Valliant, yasa yapıcılarımızın şu anda yeterince ilgilenmediğini söylüyor. Çevre ve halk sağlığına önem veren politika yapıcılar için oy kullanmanızı öneriyor: “Oy pusulanızın gücünü değişim yaratmak için kullanın.” Beyond Plastics de düzenli olarak web sitelerini belirli plastik karşıtı eylemlerle güncelliyor.
Valliant, topluluk seviyesinde doğrudan katılımın bu soruna karşı beklenenden daha büyük bir etki yaratabileceğini söylüyor. Mikroplastik boncukların yasaklanması, yerel politikaların etkili olabileceğinin evrensel bir örneği olarak gösteriliyor. Bu yasaklar önce yerel ve eyalet düzeyinde uygulandı, bu da ülke çapında yasağın Kongre'den geçmesini kolaylaştırdı. “Örneğin, daha fazla belediye, kasaba, ilçe ve şehir tek kullanımlık plastik yasakları getirdikçe, federal seviyede bir yasağın uygulanma olasılığı da o kadar artar,” diyor. Ayrıca Beyond Plastics yerel gruplar ve şubeler sunarak toplulukların yerel politika değişiklikleri için savunuculuk yapmalarına yardımcı oluyor.
En ideali, şirketlerin daha sürdürülebilir malzemelerden ürün ve ambalaj tasarlamak için doğru teşviklere sahip olması (tıpkı Anastas’ın kariyerini geliştirdiği biyolojik bazlı plastik alternatifleri gibi). Anastas, “Son 50 veya 60 yıldır, ‘Plastiklerimizi üretme şeklimizi değiştirmeyin. Sadece geri dönüştürün’ diyorlar,” diyor. “Tüm yükü bireylere, kasabalara, belediyelere koydular. Ve bu bizim için nasıl sonuçlandı? Plastiklerin en iyi ihtimalle sadece %9'u geri dönüştürülüyor.”
Sonuç olarak Anastas, mikroplastiklerin yaşadığımız en kötü maruziyetler olmadığını, sadece uzun bir kimyasal ve bileşenler zincirindeki en son örnek olduğunu söylüyor. “Vücudumuza her türlü şey giriyor ve hiçbirimiz, ‘Beni etkileyip vücudumda kalıcı hale gelecek şekilde tasarımlar yapmanızda bir sakınca yok’ diyen bir sözleşme imzalamadık,” diyor.
Anastas, örneğin aldığımız ilaçların güvenliğini sağlamak için kapsamlı testlerden geçtiğini ve bu ilaçların hastalıkları tedavi etmeye yardımcı olan önemli bileşikler olduğunu belirtiyor. “Peki, hastalık tedavi etmeyen %99 kimyasal ne olacak? Onları da aynı engellerden geçirmiyor muyuz? Hayır,” diyor. Bunun yerine, bu kimyasalların ve ilişkili ürünlerinin güvenli olduğunu kanıtlamadan üretiminden para kazanılmasına tolerans gösteriyoruz. “Bize zarar veren ürünleri kabul etme fikri, absürt ile müstehcen arasında bir yerde,” diyor. “Ürünlerimizin bize zarar vermemesini talep etmeliyiz.”
BU İÇERİK İLK OLARAK GQ US WEB SİTESİNDE YAYINLANMIŞTIR.