Benjamin Alexander Huseby ile birlikte Trussardi’nin kreatif direktörü olarak atandığından beri Serhat’ın hayatı üç şehir arasında bölünmüş durumda. Bu yeni görevleri doğal olarak Milano’da epey bir vakit geçirmelerini gerektirse de, Benjamin ve Serhat’ın aylık düzenlerinde bu koşturmacaya eklenen iki şehir daha var: Paris ve Berlin. Serhat’a göre müzik Berlin için ne ifade ediyorsa, moda da bu şehirleri aklımıza getirdiğimizde benzer kültürel ve sosyolojik imgeleri zihnimizde canlandırıyor; kültür her zaman şehrin dokusunu doğru tanımlıyor. “Berlin’in gerçekten bir moda endüstrisine sahip olmadığı açık; Paris ve Milano’da ise durum tam tersi, moda bu şehirlerin kültürünün bir parçası.” Serhat bu farklı alanlarda gezinmeyi ve bu şekilde hem içeriye hem de dışarıya dokunabilmeyi sevdiğini söylüyor.
GmbH gibi asıl gücünü ve çıkış noktasını güncelden alan bir markadan sonra modada bazı konularda hala muhafazakar tavırlara sahip olduğunu düşündüğümüz bir geleneğin parçası olan köklü bir İtalyan modaevinin başına geçmesinin nasıl bir his olduğunu ve bu konudaki motivasyonunu merak ediyorum. “Trussardi asırlık geçmişi ve bir şekilde moda tarafından unutulmuş olması nedeniyle ilk teklif aldığımızda bize çok ilgi çekici geldi. Bu kadar potansiyeli olan bir şeyi yeniden canlandırmak için çok eşsiz bir fırsat vardı elimizde. Bir arkadaşımız bir keresinde onu ‘uyuyan güzel’ olarak tanımlamıştı ve bu Trussardi hakkında hissettiklerimizle örtüşüyordu. Ve gerçekten her şeye sıfırdan başladık” diye anlatıyor. Merkez ofise geldiklerinde yaptıkları ilk şey, fiziksel anlamda duvarları yıkmak ve kazmaya başlamak olmuş. Bu ilk ve güçlü adımın sonucunda markanın yeni amiral mağazası, kafesi ve restoran alanlarının yanı sıra bu ikonik merkezde çalışan farklı ekipler için yeni çalışma alanları ortaya çıkmış.
Tecrübelerimiz giydiklerimizin bizi etkilediğini gösteriyor ve bazı araştırmalar kıyafetlerin düşüncelerimizi değiştirebileceğini bile söylüyor. Tüm bu bilgiler bizi giydiğimiz şeyin aynı zamanda politik olduğunu ve kim olduğumuzu değiştirebileceği sonucuna götürüyor. Bize kıyafetlerin gücünü sorgulattığından dolayı Serhat için moda her zaman politik olmuş: “Kıyafetler her zaman kimliklerin icra edildiği ve aynı zamanda tartışıldığı önemli bir ‘form/biçim’ ve insanların giyime verdiği orantısız dikkat ve önyargı, ister istemez modanın politik olmasını gerektiriyor. Bunun başka bir yolu yok.”
Gece hayatı, özellikle de “underground” kültür fikirlerin, biçimlerin, imgelerin ve hayallerin en basit ve saf haliyle var olabileceği en demokratik alanlardan biri. Yaratıcı endüstri ve markaların bu kültürün sahip olduğu potansiyeli hafife aldığını düşünüyorum. Serhat’a göre bu her marka için geçerli değil. “Müzik ve kulüp kültürü, kendimizi pişmanlık duymadan gösterebildiğimiz bir alan sağladığı için her zaman moda ile birlikte var olmuştur. Berlin'den geldiğimiz için kulüp kültürünün yaptığımız işlere konu olması bizim için çok doğaldı ama açıkçası her marka için bunun şart olduğunu düşünmüyorum.”