İspanya’dan Berlin’e yeni taşınan Victoria, kendi halinde yaşamaktadır. Bir gece eğlenmek için gittiği bardan çıkarken 4 genç adamla tanışır. İçlerinden biri olan Sonne’yle aralarındaki çekim ve Victoria’nın arkadaş edinme isteğiyle geceye birlikte devam ederler. Marketten alkol çalarak başlayan eğlenceli gece bu kişilerin o akşam girişecekleri tehlikeli bir işle gerilimli bir hal alır. Borçlarını ödemek için soygun yapacak olan genç adamların arasına Victoria da dahil olur. Berlin Film Festivali’nde üç ödül birden alarak adını duyuran bu filmin en belirgin özelliği tek plan çekilmesi. Yönetmenliği Sebastian Schipper’ın yaptığı Victoria tek plan çekim tekniğiye heyecanı uç noktalara taşımış.
Yönetmen koltuğunda Jukka-Pekka Valkeapää’nın oturduğu, dünya prömiyerini Cannes’da Yönetmenlerin On Beş Günü Bölümü’nde yapan Köpekler Pantolon Giymez, Finlandiya ve Letonya ortak yapımı bir film. Karısının gölde boğularak ölmesinden sonra yaşadığı duygusal acıyla yıllar geçmesine rağmen baş edemeyen Juha, tesadüfen tanıştığı BDSM kültüründe dominatrix diye bilinen Mona sayesinde tekdüze ve yaslı yaşamında uzaklaşır. Aralarında oluşan enteresan bağ ve yapabileceklerinin bir sınırı olmaması filmi dramadan bambaşka bir boyuta taşımış. BDSM dünyasına bir bakış attığımız film görsel açıdan da oldukça doyurucu.
Zamanımızın en ilham verici yönetmenlerinden biri olan Krzysztof Kieślowski, şiirsel bir anlatıyla aktardığı birbirlerine fiziksel benzerliğin de ötesinde ruhsal benzerlikleri olan birbirine teğet iki kadının hikayesini anlatır; Weronika ve Véronique. İki farklı ülkede, iki farklı dilde, iki küçük kız çocuğunu gelişimini, birbirlerinden haberleri olmasa dahi varlıklıklarını hissedişlerini mistik bir havada işleyen, naif, müzikleriyle büyüleyecek bir film. Başrolünde Fransız aktris Irène Jacob'un oynadığı filmin müziklerini ise Zbigniew Preisner yapmıştır.
Genç, yetenekli yönetmen Xavier Dolan bu filmiyle queer sinemasının önemli temsillerinden biri olarak kabul edilse de bu, yalnızca trans bir kadının hikayesi değil aynı zamanda aşklarından vazgeçmeyen 2 kadının güçlü bir aşk hikayesi. Yıllardır erkek bedeni içinde yaşamış Laurence’in aşık olduğu sevgilisi Fred’e kadın olmak istediğini açıklamasıyla başlar her şey. 10 yıla yayılan bu sürecin gelişimini bütün iniş çıkışları, gelgitleriyle takip ederiz. Yalnızca birbirleriyle değil aynı zamanda toplumsal normlarla da mücadele eden bu ikilinin aşkta cinsiyetsiz var olabilmeyi ve trans bir bireyin de homoseksüel olabileceğini anlattığı bir film. Dinamik renkleriyle sinematografik açıdan da oldukça etkileyici.
1973 yılında Cannes Film Festivali’nde Özel Jüri Ödülü alan, Fransız animatör René Laloux imzalı bu film 70’lerin ilk animasyon filmlerindendir. Ygam gezegenin sakinleri, Draags isimli mavi dev ve farklı özelliklere sahip olan bir ırk adına Om dedikleri insan ırkını evlerinde esir, köle olarak kullanırlar. Bir gün Omlardan birinin Draags bilgilerine ulaşmasıyla bir ayaklanma başlar. Film 70’ler politikasından birçok iz taşır ve sınıf mücadelesine dair politik bir yaklaşım sunar. Saykodelik çizim teknikleri, bilinçaltına işleyen müzikleri ve müthiş detaylar ve göndermeler içeren senaryosuyla ölümsüz bir klasik.
20’li yaşlarının sonunda dans etmeyi çok seven, pozitifliği çocuksu ruhundan gelen, sokaklarda dans eden modern dansçı bir kadının büyükşehirde hayatta kalma mücadelesini anlatan Frances Ha, insanın hayatta kurduğu her türlü ilişkinin incelendiği yaz akşamı tadında siyah beyaz bir film. Bazen komik bazen dramatik halleriyle dolu yolunu arayan genç kadının hayallerini takip ediyoruz. Marriage Story ile en iyi özgün senaryo dalında Oscar’a aday olan Noah Baumbach yönetmenliğini yaparken başrolde de Greta Gerwig yer alıyor.
Pablo Larraín’in yönettiği film dünya prömiyerini Venedik Film Festivali’nde yaptı. Dansla uğraşan evli bir çiftin zaten çok iyi olmayan evlilikleri evlat edindikleri çocuğunun yol açtığı trajik bir durum sebebiyle daha da çıkmaz bir hal alır. Ema çocuğunu geri almak için elinden geleni yapacaktır. Bir ilişki draması gibi gözüken film Larrain’in cesur sinemasındaki anlatımıyla esasen güçlü bir toplum eleştirisine yer veriyor. Müzik ve dansın doyuruculuğunda leziz bir film.
Dış dünyayla tüm bağlarını koparmış bir ailenin üç çocuğu, hayatı anne babalarının tuhaf yöntemleriyle öğrenir. Çocukların bahçenin dışına adım atmalarına izin yoktur. Bahçeyi çevreleyen çitin dışında ölümcül tehlikelerin olduğuna inanırlar. Bu katı düzen, dışarıdan gelen etkilerle bozulmaya başlar.
Kaden, Kanada’da yaşayan, yitirdiği aşkının yasını tutan dünya çapındaki bir kayakla atlamacıdır. İş yerindeki yeni bir çalışanla yakınlaşan Khai ise, Şangay’daki bir firmanın üst düzey yetkilisidir. İki adam, hayatları arasındaki bağları bilmeden günlerini geçirmeye devam eder.
Cate Blanchett’in 13 farklı karakteri canlandırdığı, Julian Rosefeldt’in ilk uzun metraj filmi Menifesto, birçok farklı disipline ait sanatçı ve düşünürün manifestolarını bir araya getiren bir sanat eseri. Komünist Manifesto’dan Dogma 95’e pek çok farklı metin, bazen evsiz bir adam, bazen bir fabrika işçisi, bazen de bir haber sunucusu tarafından dillendiriliyor.
'İzledikten Sonra Fena Hissetmeyeceğiniz 5 Film' yazısına buradan ulaşabilirsiniz.