Netflix’in İlk Başyapıtı: Roma
Popüler

Netflix’in İlk Başyapıtı: Roma

Alfonso Cuaron’un hikayesi, modern sinemanın en yıkıcı filmlerinden birine dönüştü.

Başlığı okuduğunuzda Netflix’in nasıl sadece bir tane başyapıt düzeyinde filme sahip olduğunu düşünüyor olabilirsiniz. Hayatımıza girdiğinden beri sinema ve televizyon dünyasını değiştirmeye başlayan Netflix, zamanla kendi orijinal filmleriyle adından daha çok söz ettirmeye başladı. Ancak bu filmler arasında ortalamanın üzerine çıkan bir film olmamıştı. Ta ki Roma’ya kadar.

75. Venedik Film Festivali’nin en prestijli ödülü ‘Altın Aslan’ı kazanarak dikkatleri üzerine çekmeye başlayan Roma, aslında sinemanın nasıl bir geleceği olduğunu anlamamıza yardımcı oldu. Alfonso Cuaron’un tamamen siyah-beyaz çektiği bu film yoluna sadece vizyonda devam etse belki yeterince ilgi görmeyen bir yapım olabilirdi. Ancak Netflix sayesinde milyonlara ulaşan bir başyapıt olarak karşımıza çıktı.

18-12/24/roma-netflix-mexico-city.jpg

Alfonso Cuaron

Yazının bu kısımdan sonrası ‘spoiler’ içeriyor.

Öncelikle Alfonso Cuaron’un Roma’sı şu ana kadar yapılmış hiçbir Netflix filmine benzemiyor. Uzun bir aradan sonra tekrardan doğduğu topraklara dönen ünlü yönetmen, aslında bir başkasının hikayesinden daha çok kendi çocukluğuna, hatıralarına geri dönüyor. Siyah-beyaz görüntüler eşliğinde açılan film bizleri ilerleyen sahnelerde daha çok anladığımız burjuva sınıfı bir ailenin hayatına taşıyor. Ancak bu aileden çok ailenin hizmetçisi Cleo’nun hayatına odaklanan film, hayatın nasıl bir anlamı olduğunu tekrardan sorgulamamıza neden oluyor.

1970’lerin Meksika’sında hizmetçiliğini yaptığı ailenin yanında yaşamını sürdüren Cleo, ilk bakışta tüm hayatını bu ailenin refahına adamış gibi görünüyor. Yine de ilerleyen sahnelerle birlikte Cleo’nun kendi küçük dünyasında ne gibi büyük sorunlarla uğraştığını anlayabiliyoruz; ilk erkek arkadaşıyla çıktığı bir günün sonunda başına gelen olay gibi... Hamile olduğu öğrendiği noktadan sonra Cleo’nun normal gibi görünen yaşamı daha karmaşık bir hal alıyor. Bir yandan çalıştığı ailenin travmalarına tanık olan Cleo, bir yandan da kendi hayatının artık sıradan olmayan kısmıyla baş etmeye çalışıyor. Film boyunca tüm bu yaşayanları izlerken aslında olağandışı bir durumla karşılaşmıyoruz. Normal hayatın getirdiği zorluklar sadece karelerle tekrardan önümüze seriliyor. Belki de Roma’yı bu denli başarılı bir film yapan özellik olabildiğince normal olmasıdır. Cleo’nun çocuğunun babasını aramaya gittiği sahne ise bir ipuçu niteliği taşıyor. Elinde sopalarla sadece antrenman yaptığını zannettiğimiz grubun filmin daha sonraki sahnelerinde nasıl şeytani bir amaca hizmet ettiği anlıyoruz. Meksika’nın en korkunç olaylarından biri olan Corpus Christi Katliamı’nda polis ile birlikte çalışan bu grup ülke tarihine kara bir leke olarak kazınıyor. Bu sahneden sonra Roma’yı biraz daha farklı bir şekilde ele alıyoruz. Film Cleo’nun hayatıyla birlikte Meksika’nın 70’lerdeki siyasi ve toplumsal olaylarını da gözler önüne seriyor.

Doğum sahnesine geldiğimizde ise filmin en vurucu noktasıyla karşılaşıyoruz. Yaşanan katliamdan sonra karışan Meksika sokaklarında zar zor hastaneye yetişen Cleo’nun bebeğinin ölü doğması hayatın bir kanunu gibi yüzümüze çarpıyor. Bu sahnede bile normalliğinden ödün vermeyen Roma’nın ne denli gerçekçi bir yapım olduğunu bir kez daha anlıyoruz.

Hem hikayesiyle hem de sinematografik görüntüleriyle bizleri büyüleyen Roma, başladığı gibi normal bir şekilde sona eriyor. Zaman zaman bizi mutlu eden, zaman zamansa hayatın vurucu noktalarına değinen film, bu yıl Oscar’ın temel dallarının en büyük adaylarından biri olacak. Bu denli iyi bir film ortaya çıkaran Alfonso Cuaron’u ise artık daha yakından takip edeceğiz.

İZLE
UYSALLAR GQ HYPE'TA
İlgili Başlıklar
Daha Fazlası