Mussolini: Son of the Century, Antonio Scurati’nin çok satan kitabından uyarlanan bir dizi. Yapım, yalnızca bir biyografi değil, faşizmin nasıl doğduğunu ve nasıl büyüdüğünü, hem kişisel hem de toplumsal düzeyde sorgulayan bir anlatı.
Röportajda Wright, Mussolini’yi şeytanlaştırmak yerine insani yönüyle anlatmanın önemini vurguluyor: “O, insanın gölgesini, en kötü yanımızı temsil ediyor. Ve bu hâlâ insani bir şey.” Wright’a göre böylesi figürleri “canavar” ilan etmekle kalmak kolaycı bir yaklaşım ve asıl mesele, her birimizin içindeki o potansiyel karanlıkla yüzleşmek. Wright, “Faşizm aslında toksik erkekliğin siyasallaşmasıdır” derken, Mussolini’nin yükselişi ile günümüz liderlerinin yöntemleri arasındaki benzerlikleri de işaret ediyor.
Bugünün dünyasında Birleşmiş Milletler, NATO ya da AB gibi kurumların etkisizleştiğini söyleyen Wright, bu yapımın bir “uyarı” işlevi taşıdığını düşünüyor. Ona göre unutmak kolay, hatırlamak ise hayati: “İnsanlar korktuklarında güçlü adamlara sarılıyor, basit çözümler arıyor. Ama basit çözüm yok.” Mussolini: Son of the Century, tam da bu yüzden yalnızca bir tarih dersi değil; aynı zamanda kolektif hafızayı uyandırma ve bir nevi günümüzün krizleriyle yüzleşme çağrısı.
Bu dizi daha önce yayınlandı ama şimdi MUBI’ye geliyor ve daha geniş bir kitleye ulaşacak. Bu yapımın ikinci kez hayat bulması fikri ve yeni insanlara ulaşması hakkında nasıl hissediyorsunuz?
Açıkçası çok minnettar hissediyorum. Bu yapım bizim için inanılmaz derecede önemliydi. Hepimiz bunun, dünyada yükselen aşırı sağ popülizm ve faşizme karşı bir çığlık olduğunu düşündük. O yüzden hem önemli, hem de zamanlaması açısından yerinde geliyor. Ve mümkün olduğunca çok insanın bu hikayeyle tanışmasını istiyorum.
Peki Mussolini’yi bir karakter olarak sizin için büyüleyici kılan şey neydi? Çünkü bana göre Churchill’in tam zıddı. Ve siz ikisini de ekranda canlandırdınız.
Bir dereceye kadar öyle, ama bazı ortak noktaları da vardı. Güç ve kontrol arzusu, ikisinin de paylaştığı bir şeydi. Aslında Mussolini başladığında, herkes komünizmden ve Rusya’da olanlardan çok korkuyordu. Hatta Churchill, Mussolini’ye iktidara yükselişi için tebrik mektubu yazdı. Çünkü onu, komünizmin yayılmasına karşı duracak kişi olarak görüyorlardı. Sonradan ne oldu, malum. Benim Mussolini’ye ilgim, aslında geçmiş üzerinden bugünü anlamaya çalışmakla alakalıydı. “Faşizm” kelimesinin gerçekte ne anlam ifade ettiğini ve nereden geldiğini kavramaktı. Mussolini’nin karakterine baktıkça şunu anladım: Faşizm aslında toksik erkekliğin siyasallaşması gibi… Yani hem kişisel hem de ulusal, küresel düzeyde işleyen bir şey.
Aslında tam da onu soracaktım. Mussolini’nin, toksik erkekliğin siyasallaşması olduğunu söylediniz. Bugünün siyasetinde bunun nasıl tezahür ettiğini düşünüyorsunuz? Çünkü günümüzün liderleri şiddeti çoğunlukla retorik, medya, imaj ya da diğer araçlarla yeniden üretiyor.
Kesinlikle. Şiddetin birçok yüzü var. Nefretin körüklenmesi bile başlı başına şiddet eylemi bence. Halkın meşru endişelerini alıp bunları sömürüyorlar, bu endişeleri nefrete çeviriyorlar. Çoğu zaman da bir “yanıltma” var: “Bakın sorun burada, sorun burada” diyerek göçmenleri veya azınlıkları işaret ediyorlar. Aslında bu sırada sadece kendi güçlerini pekiştiriyorlar, bireysel çıkarları için.
Luca (Mussolini’yi canlandıran oyuncu Luca Marinelli) sık sık dördüncü duvarı kırıyor. Bu yöntemle seyirciyi hem içeri çekiyor hem de eleştirel düşünmeye zorluyorsunuz. Bu dengeyi nasıl kurdunuz? Bunun aynı zamanda Mussolini’yi insanileştirme riski taşıdığını da düşünüyor musunuz?
Ben katılmıyorum. Onun inanılmaz derecede insani olduğunu düşünüyorum. Eğer Jung’un dediği gibi düşünürsek, “insanın gölge yanı”nı temsil ediyor. En kötü hâlimizi, ama hâlâ insani olanı... Ve bence bu karakterleri
şeytanlaştırdığımızda, aslında kendimizi sorumluluktan kurtarıyoruz. “O pür kötü, o bir canavar, o bizden değil” dediğimizde aslında işin kolayına kaçıyoruz. Halbuki bu tamamen insani. İnsanın doğası hem iyiyi hem kötüyü barındırır. Ve bu kötülüğün, karanlığın farkına varıp sorumluluğunu üstlenmek gerekiyor ki enerjimizi iyiliğe, şefkate yönlendirebilelim. Downfall filminde Hitler’in insanileştirilmesi bana çok önemli gelmişti. Mussolini için de aynı şey geçerli. Bu, onun gibi olmak istediğim anlamına gelmiyor, aksine bu yapım bana, ne olmak istemediğimi öğretti. Nasıl bir erkek olmak istediğimi, doğamızın o karanlık tarafına karşı nasıl durmam gerektiğini…
Evet haklısınız, fikrimi değiştirdiniz. Şu an size katılıyorum. Çünkü bence herkesin bir canavara dönüşme potansiyeli var hayatta. Buna katılıyor musunuz?
Kesinlikle. Bence herkesin var. Ve bu yüzden ebeveynlik çok önemli. İki erkek olarak şunu söyleyebiliriz: Genç erkeklere doğru yolu göstermek, onların güvenli bir maskülenlik geliştirmesini sağlamak çok önemli. Onlara, topluluklarının en zayıf üyelerine bakmanın sorumluluğunu öğretmek gerek. Bu harika bir sorumluluk. Mussolini ve faşizmle sembolleşen o toksik bencillik aslında korku ve güvensizlikten geliyor. Eğer genç erkeklere güvenli bir maskülenlik öğretebilirsek ve başkalarına şefkatle yaklaşma tutumunu kazandırabilirsek, daha güvenli ve sevgi dolu bir toplum inşa edebiliriz.
Söylediklerinize tamamen katılıyorum. Sizce bu dizi, II. Dünya Savaşı dönemine dair kolektif hafızayı yeniden uyandıran, bir tür uyarı niteliği de taşıyor mu? Çünkü bence bugün Birleşmiş Milletler, AB, NATO çok daha işlevsiz ve etkisiz durumda. O dönemin insanlık adına yarattığı zararı unutmuş gibiler.
Kesinlikle katılıyorum. Çok ilginç olan şu ki, o dönemi yaşamış olan yaşlı kuşak artık aramızdan ayrılıyor ve bunlar unutulmaya başlıyor. Ve unutmak çok kolay. Bugün dünyadaki ekonomik ve siyasi krizler insanları korkutuyor. Ve insanlar, basit çözümler sunduğunu iddia eden “güçlü adamlara” yöneliyor. Ama basit çözümler yok. Çözümler karmaşık. Bu yüzden şu anda çok tehlikeli bir noktadayız bence.
Son bir soru: 127 gün süren çekimlerden sonra kendinizi bir kabuk gibi hissettiğinizi söylediniz. Bu yoğunluk prodüksiyona ve hatta yapımın finalinin tonuna nasıl yansıdı?
Çok ilginçti. Setin atmosferi tutkuyla ve daha önce pek deneyimlemediğim seviyede bir bağlılıkla doluydu. İtalyanlar için bu hikaye hâlâ çok canlıydı, bugünle bağlantılıydı. Biz hazırlık sürecindeyken Giorgia Meloni iktidara geldi ve bu hikayeyi daha da acil kıldı. Bu aciliyet bence yapımın ritmine de yansıdı.
Joe, tekrar çok teşekkür ederim. Bu konuları konuşmak benim için büyük bir zevkti. Dizi güçlü, düşündürücü ve görsel olarak da çok çarpıcı. Bence önemli tartışmaları başlatacak.
Umarım. Ben teşekkür ederim.