Haber değeri taşımayan, malumu ilam bir gözlemle girelim: İşler Güçler’deki Ahmet Kural ve Murat Cemcir, 7/24 iş-güç kovalıyorlardı ya zihnen; hah işte, parodik olmayan Ahmet Kural ve Murat Cemcir de tıpı tıpına öyleler (Ayrıca birbirlerinin cümlelerini tamamlama açısından Kardeş Payı’ndaki Ali’yle Metin’den de pek farkları yok). Tatil programları sorulduğunda anlattıkları bir fikir verebilir: Dizinin tatile gireceği ağustostan aralık ayına kadar, hem tatil yapacak hem de eğitim alacaklarmış. Hem İngilizce hem de 3D üzerine. Çünkü teknolojiyi öğrenmek istiyorlarmış. Misal, memlekette şimal yıldızı gibi parlamalarını sağlayan işlerin yazar-yönetmeni Selçuk Aydemir, çizgi film yapmak istiyormuş ama onun istediği gibi bir animasyon teknolojisi Türkiye’de yokmuş. Daha doğrusu teknoloji varmış da insan gücü yokmuş. Bir bölüm ancak sekiz ayda falan çekilebiliyormuş.
“Sen, atıyorum, 10 animatörle çalışabiliyorsun; adamlar 80 animatörle çalışıyor” diye hayıflanıyor Murat Cemcir: “Amerika da bu işi Güney Kore’ye yaptırıyor, Hindistan’a yaptırıyor. O zaman biz de ne yapacağız; Güney Kore’ye de gideceğiz, Hindistan’a da gideceğiz. Çünkü nasıl yapılıyormuş bu iş, görmek istiyoruz. Niye biz de yapamayalım ya?”
Bu soru mühim: Niye biz de yapamayalım ya? Ahmet Kural ve Murat Cemcir’in, Selçuk Aydemir’le kader ve işbirliği içinde, şimdiye dek görülmemiş türden zeka ürünü bir mizah üreterek, önce İşler Güçler, şimdi de Kardeş Payı gibi, kimilerine göre “TV için büyük lüks” sayılan dizilerle Türkiye çapında tanınmalarına ve sinemada şimdiden kült statüsüne ulaşmış Çalgı Çengi’yi müteakip çektikleri Düğün Dernek’le geçen yılın en büyük gişe başarılarından birine imza atmalarına yol veren soru bu: Niye biz de yapmayalım ya?
“Biz Selçuk ve Ahmet’le, sürekli kendini yenileyen adamlar olarak tanımlanmayı seviyoruz” diyor Murat Cemcir: “İşler Güçler gibi çok parlak bir işi bitirmek bizim tercihimizdi. İstesek belki bir 10 sene daha giderdi fakat o durumda Düğün Dernek’i çekemezdik, Kardeş Payı’nı yapamazdık.”
“Bir de o öyle bir hikaye ki” şeklinde bir muştu parantezi açıyor Ahmet Kural: “Bundan belki 10 sene sonra, İşler Güçler diye bir film yaparız, o güne kadarki süreçte neler yaşadık, bu sektörde neler yaptık, onu anlatırız. Ve bu sefer daha çok gülerler. Biraz zaman geçsin, bizim hikayemiz de ilerlesin. Öyle bir şans var. Reel zamanda başımızdan geçen her şeyi anlatabiliriz yine, çok da eğlenceli olur.” Bir an durup kafasında her ne canlandırıyorsa artık, bir kahkaha patlatıyor: “O yüzden en başta sektördekiler, bize iyi davransınlar! Çünkü hepsini anlatabiliriz yine ileride yani.”
Her ikisi de hikaye biriktirmek adına bereketli ortamların mahsulü. Ahmet Kural’ın, emekli emniyet müdürü babasının tayinlerinden dolayı, sekiz ayrı şehirde, 12 ayrı okul değiştirdiği, “göçebe talebe” modeli bir öğrenim hayatı var. 82’de dünyaya gözünü açtığı Kütahya’dan dört sene sonra taşındıkları Nevşehir’i, “Efendim, tahsil hayatım orada, Nevşehir Kız Meslek Lisesi’nin anaokulunda başladı” cümlesi ve “a la Ahmet Kural” bir kahkaha eşliğinde anıyor. Ardından Körfez Savaşı döneminde Silopi, Karaman, Nazilli, Denizli, Antalya, Konya... Selçuk Üniversitesi Radyo-TV-Sinema bölümünü tamamladıktan sonra, altı yaş büyük ablasından virüsü kaptığı oyunculuk sevdasına, Müjdat Gezen Kültür ve Sanat Merkezi’ne giriyor: “Ablamın o zamanlar bana saçma sapan gelen hallerini izleye izleye böyle oldum. Ben 8-9, o da 15-16 yaşlarında falanken şiirler okumaya, konservatuar sınavlarına hazırlanmaya başladı. Onunla dalga geçerken geçerken, bir baktım, oyuncu olmuşum. Başta hiç düşünmüyordum, o zamanlar utanıyordum tiyatroda bir şeyler yapmaya. Aman efendim kızlara çirkin mi görüneceğiz, arkadaşlar dalga geçer mi, bilmem ne...”
Üniversite yıllarında, nihayet oyunculuğu kafaya yatırıp kameranın arkasından çok, önünde bulunmaya heves eder. Ardından Bilkent’te sinema master’ı yapar. “Ben üniversitedeyken, ailem Antalya’dan Bodrum’a taşındı, oraya da gelip gitmeye başladım. Ankara, derken İstanbul, bayağı bir şehir oldu benim hayatımda ama hiç şikayetçi değilim. Zor bir tarafı vardı tabii: Bir yere, arkadaşlarıma alışıyordum, sonra ayrılınca bir daha gitmiyordum çünkü bu sefer gittiğim yere daha çok alışıyordum. Meslek açısından bunun bana 10 numara katkısı oldu fakat...”
3 koca kafa
Murat Cemcir: “Bir şey söyleyeyim mi, biz Selçuk’un kafasına girdik. Gerçekten, kendi cümlesidir. ‘Bir şey yazarken sizi hayal etmeden yazamıyorum’ diyor. Hikayeyi kuruyor, yazıyor, sonra bizimle paylaşıyor, biz heyecanlanıyorsak, bunu çekmemiz lazım dediğimiz yerde de zaten aklımıza yüz bin tane şaka geliyor. Biz onun kafasını büyütüyoruz, o bizim kafamızı büyütüyor; böyle üç koca kafa oluyoruz.”
Ahmet Kural: “Anlattıklarımızdan hoşuna giden varsa, aklına yatıyorsa yazıyor mesela; o filmin içine bir şekilde ekliyor veya sahnelere dahil ediyor. Selçuk zaten mükemmel bir senaryo koyuyor önümüze ama biz durmuyoruz yerimizde. Hani bir şeyler ekleyelim ya da şöyle bir şey olsun dediğimizde hiçbir zaman istemiyorum öyle bir şey diye ego yapan bir adam değil.”
Espri anlayışını muhafaza etme yöntemleri
Ahmet Kural: “Valla biz hep bir aradayız. Sıkılmıyoruz birbirimizden. İkinci-üçüncü şahısların bizi üzmesine, kırmasına müsaade etmiyoruz, direkt çıkarıyoruz hayatımızdan. Bu işi yaparken vücut iklimimizi değiştirecek, zekamızın başka bir yere gitmesine sebep olacak insanların, olayların, durumların hayatımızda olmamasına dikkat ediyoruz. Kendimizi korumaya çalışıyoruz. Bizim işimiz güldürmek üzerine. Ne yapalım yani, üzelim mi insanları, canlarını mı sıkalım?
Murat Cemcir: Bir bölüm drama yaptık işte; Kardeş Payı’ndaki babanın öldüğü 14’üncü bölüm, tek bir şakası yoktur. Benim evde izliyoruz 8-10 kişi, herkesin gözleri doldu. Bir saat onu seyrettikten sonra kötü oldum, kahroldum düpedüz. İnsanları üzdüğümde üzülüyorum, fıtratımda yok benim yani. ‘Bizden bir drama çıkarsa ne olur’u görmek istiyorduk, tamam gördük de ama bana yetti yani, bir daha yapmayalım dedim; ben yapamıyorum yani.
Röportajın tamamı ve çok daha fazlası GQ Türkiye Temmuz sayısında ve GQ Türkiye iPhone/iPad edisyonunda...