Migren yaşayan birini hayal edin: Eğer film ya da televizyon temsilleri burada bir etki yaratıyorsa, muhtemelen şakaklarını sıkan ve kaşlarını çatan bir kadın görüyorsunuzdur. Gözleri sımsıkı kapalıdır.
Bu temsiliyet, baş ağrısı üzerine çalışan araştırmacıları rahatsız edecek kadar dar. Migren üzerine yapılan araştırmalardaki ilerlemeler, bu durumun—ve kişiden kişiye nasıl ortaya çıktığının—ekranlardaki temsilden çok daha karmaşık ve çeşitli olduğunu kanıtladı. Doktorlar migrenden neyin kaynaklandığını giderek daha net bir şekilde anlayabiliyorken, popüler kültürdeki yansıması gittikçe daha hatalı bir hâl alıyor. (Bu bağlamda, tıp camiası bu durumu “migren” olarak adlandırır; “bir migren” değil. Çünkü bu tek seferlik bir deneyimden çok bir hastalıktır. Nasıl “bir diyabet” demiyorsak.)
“Bence migrenin ne olduğu konusunda, tıp camiası içinde bile ciddi bir yanlış anlama var,” diyor Stanford Üniversitesi Nöroloji Bölümü’nde baş ağrısı biriminin başında bulunan Dr. Niushen Zhang. “Migreni görünmez bir hastalık olarak görüyoruz.” Bu nedenle de, sık görülmesine rağmen çoğu zaman teşhis edilemeden atlanıyor. 50 yaş altındaki bireylerde en yaygın engellilik nedeni olmasına rağmen... Amerika’da migren yaşayan yaklaşık 36 milyon kişinin yalnızca %12’si doğru şekilde teşhis edilebiliyor.
Peki migren tam olarak nedir? “Temel olarak, tekrarlayan bir baş ağrısıdır,” diyor Amerikan Nöroloji Akademisi üyesi Dr. Teshamae Monteith. Migren başladığında, genellikle başın bir tarafında yoğunlaşarak dört ila yetmiş iki saat boyunca devam eder. Baş ağrısına çoğu zaman başka belirtiler de eşlik eder: mide bulantısı, kusma, ışığa veya harekete karşı hassasiyet. Yorgunluk, sinirlilik, ense sertliği ve bir aura—görüşte zikzak çizgiler ya da ellerde karıncalanma gibi duyusal bir bozukluk—migrenin yaklaştığına işaret edebilir. Üstelik migrenle birlikte anksiyete, depresyon veya gastrointestinal (sindirim sistemiyle ilgili) bozukluklar gibi çeşitli eş hastalıklar da sıkça görülür.
Migrenin bu kadar farklı biçimlerde görülmesinin nedeni, saydığımız tüm bu semptom ve rahatsızlıkların kişiden kişiye değişen kombinasyonlarla ortaya çıkabilmesi. Migrenin nedenleri de çeşitlidir: Çevresel etkenler migreni tetikleyebilir, ama migren aynı zamanda genetik bir rahatsızlıktır; migren yaşayan kişilerin yaklaşık yarısının aile sağlık geçmişinde migren bulunmaktadır. Bu kadar farklı biçimlerde ortaya çıkan bir rahatsızlık olduğu için, migreni teşhis etmek zor olabilir. “Bu kadar yaygın olmasına rağmen migrenin hala yeterince teşhis edilememesi veya yanlış teşhis edilmesi gerçekten şaşırtıcı,” diyor Dr. Monteith.
Bu konuda geriye dönük toplumsal cinsiyet politikaları da işleri kolaylaştırmıyor. Her migren yaşayan üç kadına karşılık bir erkek bu rahatsızlığı yaşıyor. Kadınların yaşadığı ağrının küçümsenmesi, modern tıbbın hâlâ çözemediği bir sorun.
Hatta cinsiyetçilik, tıp dünyasının migrene gereken önemi vermesini geciktirmiş bile olabilir. “Belki bu hastalık erkekleri ve kadınları eşit oranda etkileseydi,” diyor Dr. Zhang, “belki de daha önce daha fazla ilgi görürdü.”
Migrenin “kadın hastalığı” olarak tanımlanması—ki aslında yalnızca kadınlarda daha sık görülen bir hastalıktır—erkekler açısından da sonuçlar doğuruyor. Doktorlar erkeklerde migren teşhisi koyma konusunda daha isteksiz olabiliyor; aynı şekilde, erkekler de toplumsal erkeklik normları veya yanlış bilgi nedeniyle bu sorunlarını doktorla paylaşmaktan kaçınabiliyor. “Migren yaşayan erkekler damgalanıyor çünkü ellerinde ‘kadınlara özgü’ olduğu varsayılan bir hastalık var,” diyor Nörolojik Bozukluklar ve İnme Ulusal Enstitüsü’ndeki Preklinik Ağrı Araştırmaları Ofisi’nin yöneticisi Dr. Michael Oshinsky. “Muhtemelen bu, tedavi arayışına girmemelerinin nedenlerinden biri.”
“Bu gerçekten çok yazık,” diyor Dr. Oshinsky. “Çünkü elimizde şu anda gerçekten çok etkili tedaviler var.” Ve bunu söylerken abartmıyor. Son birkaç on yılda yalnızca baş ağrısı tıbbının ayrı bir uzmanlık alanı olarak ortaya çıkması değil, aynı zamanda migrenin moleküler düzeye kadar daha iyi anlaşılması da sağlandı. Migrenin tedavisine yönelik teknolojilerde de önemli ilerlemeler kaydedildi. En büyük gelişme, 2018 yılında FDA’in ilk anti-kalsitonin gen ilişkili peptid (CGRP) ilacını onaylamasıyla yaşandı. Bu tedavi, beyindeki migrenle ilişkili sinyal moleküllerini hedef alıyor.
Anti-CGRP ilaçları, hâlihazırda var olan birçok tedavi seçeneğine katılmış durumda. Asıl büyük zorluk, bu tedavileri gerçekten fayda sağlayacak kişilere ulaştırmak. “En önemli şey, doktorunuza başvurmaktan çekinmemek,” diyor Dr. Oshinsky.
BU İÇERİK İLK OLARAK GQ US WEB SİTESİNDE YAYINLANMIŞTIR.