2020 yılına tüm insanlık olarak zorlu bir giriş yaptık. Pandemi sürecinin başlamasıyla hayatımızda zaten var olan “el yıkama” aktivitesi pik yaptı. Virüs hayatımızda yer edindiği sürece kolay kolay sönümlenmeyecek gibi duruyor.
Sorulması gereken sorular şunlar:
Ellerimizi günde kaç kez yıkıyoruz?
Doğru teknikle yıkıyor muyuz?
Ya da ellerimizi yıkıyor muyuz?
İnsanların ellerini yüzüne götürmesiyle de enfekte olduğu ilk öğrendiklerimizdendi. Yanımızda dezenfektan taşıyoruz, gittiğimiz her mekanın girişinde ellerimizi dezenfekte ediyoruz. Fakat bu yeterli mi?
Hepimizin çevresinde ellerinin buruş buruş olduğundan yakınan insanlar vardır. Değdiği her objeden sonra ellerini, kapı kollarını, bilhassa telefonunu dezenfekte ettiği için baş ağrısı yaşayan insanlardan bahsediyorum. Belki de bu insanlardan biri sensin ve bu yüzden bu yazıyı okuyorsun.
Dokunulan her şeye virüs gözüyle bakmak, insanlara sarılmamak, dokunmamak, bir yere girerken kapıyı elle değil dirsekle açmak, asansörün tuşuna peçeteyle basmak… Tanıdık geliyor değil mi? Farkındayım.
Tüm bunlar pandemi sürecinin hayatımıza kattığı alışılmışın dışında alışkanlıklar.
İşin ciddi bir boyutta olduğunu varsayalım. Meseleye faydacı yaklaşabiliriz. Diyelim ki günde yarım saatten fazla ellerini yıkıyorsun. Bu durum enfekte olmaktan, virüsü yakınlarımıza bulaştırmaktan daha mı zararlı? Hayır değil.
Tavsiye edilen en az 20 saniye ellerimizi iyice yıkamak ve mümkün olduğunca sabunu elimizin her bölümüyle temas ettirmek. Yanlış teknikle ellerimizi çokça yıkamak yerine doğru teknikle doğru sayıda el yıkamak sanırım daha mantıklı bir çözüm olur.
El yıkama paranoyası kötü hissettirebilir. Ancak “Acaba ellerimi normalden fazla mı yıkıyorum?” sorusu şimdilik yerini başka sorulara bırakabilir. Çünkü böyle bir dönemde el yıkama paranoyasını garip karşılamak, içinde bulunduğumuz 2020 yılında garip karşılanacak son şeylerden biri olabilir.