Genç Girişimci Böyle Bir Şey mi? | Velayet Rejimi
Argüman

Genç Girişimci Böyle Bir Şey mi? | Velayet Rejimi

Bir babanın hafta sonu planları anlık bir refleksle nasıl suya düşer? Levent Erden'in bu yazısında, beklenmedik bir genç girişimci desteği günlük hayat rutininde kendini gösteren bir sorgulama anından hemen sonra yaşanıyor.

Baba, karşısında oturan dar kafalı adamlara bulduğu akılcı çözümü anlatamadığı sıkıntılı bir toplantıdaydı. Ama küçük oğlunun okuldan gelen telefonuyla iş dünyası sıkıntılarını bütün hafta sonuna yayacağını henüz bilmiyordu.

Baba zor toplantının ortasında telefonu kulağına götürüp en sessiz sesiyle, sinir ve merak içinde “Efendim” dedi. Karşısından minik oğlunun sesi geldi.

Toplantı fazlasıyla gergin geçiyordu. Karşısındaki adamların ne kafa yapısı ne de zekaları anlatılanları takip etmeye yetiyordu. Onlarca yılın gri hücre katliamından damıtılmış, bugüne kadar görülmemiş, net çözümü ortaya koymuştu. Karşısındaki at gözlüklü, cahil, Spiderman’in büyükdedelerinin kapladığı kafalar karşısında, taharet Niagara’ları senfonileri bestelemeye çalışan ter içindeki baba, sesi kapalı telefonunun masada attığı parendeleri fark etti. Aynı sabit numara dördüncü defa arıyordu. Karşısındaki, iki kapı ve üç pencereye kolaylıkla hammadde olarak tomruk, zaten daha önce birkaç kere söylemiş olduğu güdük eleştirilerini kendi adamlarına anlatırken, baba telefonu kulağına götürüp en sessiz sesiyle, sinir ve merak içinde “Efendim” dedi. Karşıdan minik oğlunun sesi geldi. Okulun sekreterini nasıl olduysa ayarlamış, arıyordu. Genelde dünya yıkılmadıkça aramaz, aramaya kalkışsa okul izin vermezdi. “Ne oldu?” Baba ses tonunu düşürememişti, tomruk konseyi ona baktı.

-Baba senden bir şey isteyebilir miyim?

-Başına bir şey mi geldi?

-Öyle sayılır.

Babanın merak katsayısı, sorumluluk duygusuyla eşgüdümü yakalamış, tavan yapıyordu. Daha da meraklı sesle sordu: “Ne olduuu?” Cevap: “Annem izin vermedi!” Baba içinden derin bir oh çekti. Facia, bilinenlerden olmalıydı: “Beni birazdan ara, çok önemli bir toplantıdayım!” “Hayır, dinle! Ben senin toplantılarını biliyorum. Ben senin yanındayken birçok arayana toplantıdayım dedirtiyorsun ya da kendin söyleyip kapatıyorsun. Bari bana yapma!” Toplantıda karmaşık duygular... Kendi silahıyla vurulmuştu baba, tomrukgillere baktı. Nasılsa ağzıyla kuş tutsa onları ikna edemezdi. Taharet kotası da dolmuştu. Minik oğlunun geçiş üstünlüğü olmalıydı! Toplantı salonundan çıktı ve oğlunun nefes almadan anlattığı “sorunu” kavradı. Birkaç kere evinde kalmış arkadaşını yine davet etmek istiyordu ama annesi karşı çıkıyordu. Babasına getirebilir miydi? Arkadaşının babasında kalması gerekiyordu ama babası seyahatteydi. Çocuk karşıda oturuyordu. Servis kalkmak üzereydi. Bütün bunlar birkaç saniyede sıralandı. Baba çabuk karar vermek zorunda olduğunu anladı. “Peki” deyiverdi! Karşı taraftan 90’ıncı dakikada galibiyet golü atmış gibi bir tezahürat yükseldi. Baba gülümsedi ve sordu: “Yarın nasıl dönecek?” “Yarın dönmeyecek. Dedim ya, babası yok. Pazartesi birlikte okula gideceğiz!”

Hafta Sonunun Ölümü

Babanın gülümsemesi dondu. Yüzü düştü. Veletler birazdan gelecekler ve bütün hafta sonu onda kalacaklar! Hafta sonunun tamamı öldü. Bekar olmanın iki güne sıkıştırılmış nimetleri de uçtuuu, gittiiii. Halbuki ne zorluklarla milimetrik ayarlamalar yapmış, kişiye özel programları en ince detayına kadar planlamıştı. Kader! Elini, kaldığı yerden alıp başına destek yaptı ve fizik olarak birkaç çay servisi turu daha sürecek, sonuç alınmaz toplantıya geri döndü.

Hiçbir zaman keresteye bile dönüşemeyeceklerini düşündüğü tomrukgilleri geçirmek üzere beklenen asansörün kapısı açılır açılmaz, arenaya fırlayan, sağı solu iple bağlanıp sıkılmış boğa misali iki dana dışarı fırladı. Birlikte babanın üstüne atladılar. Bunu beklemeyen baba yere yuvarlandı, danalar da üzerine. Yüzlerine bir gülümsemeyi çengelli iğneyle bile iliştirmekten aciz tomrukgiller asansöre binerken, “Çocuklar işte, özlemişler, görüşmek üzere…” falan demeye çalıştı. Asansör kapısı, başlarıyla selama benzer hareket yapan kenef suratların üzerine kapandı.

-Rezil ettiniz beni!

-Boşveeeer, sen alışkınsındır.

-Çüş!

Yaptığı işin düştüğü mertebenin, bit kadar çocuklar tarafından bile biliniyor olması mı yoksa hala tahammül ediyor olması mı daha kötüydü, bilemedi.

Eve doğru giderken arka koltuktaki veletlerin ellerindeki torbaları sürekli karıştırıp, kah itişip kah gülüşmeleri babayı meraklandırdı: “Ne var o torbalarda?” Birkaç itirazdan sonra ikisi birden, ısrarlı sorguya dayanamayarak torbadakileri bir bir çıkarıp göstermeye başladılar: Delgeç, ataş kutuları, seloteypler, çeşit çeşit kalem…

İyi niyetli “Bunlardan evde var, gerek yok” uyarısına veletlerden gelen cevap üzerine arkaya dönen baba, az daha öndeki belediye otobüsüne giriveriyordu: “Arkadaşlarımıza satacağız!” Devamı vardı. Arka arkaya onlarca fotokopi; üzerine resimler yapılmış, dergilerden kesilen renkli, küçük parçalar yapıştırılmış, kimi yeri karalanmış: “Bunlar ne?” “Bizim sanat eserimiz! Bunlar da satılık. Bunu arkadaşlarımız almaz ama sen alacaksın değil mi?”

Ne diyeceğini bulamamaktan bunalan baba duruma uymaya çalıştı: “Kaça bu sanat eserleri?” Oğlu: “2 lira” Arkadaşı “12 lira.” İkisi birlikte: “12 lira. Ama 3 tane alırsan 15 liraya veririz.”

“Evin kapısına geldiklerinde baba 20 liraya hepsini almak zorunda kalmıştı. Bir o kadar da şirketinden toplanmış kırtasiyeyi. Pazarlıktan yorulmuştu! “Yenilerini yapalım, bunları sattık, bitirdik. Onları da alır mısın?”

Gençlerin girişimci olması konusunda yaptığı çalışmaların bu kadar erken, bu kadar büyük sonuç vermesi getirmesini görünce Ali Sabancı’nın başarısına şapka çıkardı.

#GQKOLEKTİFGÜNLÜK: BABA OLMAK

baba olmak

İlgili Başlıklar
Daha Fazlası