Dört ile altı yaşları arasında korkunç bir kâbus döneminden geçtim. Dolapların içinde canavarlar olduğuna, duvarların içinde hayaletlerin dolaştığına, ölü insanların üzerimde oturduğuna emindim. Ağlaya ağlaya annemi çağırırdım, o da gelir, beni kurtarırdı. Hatta sabaha kadar ışığın açık kalmasına bile izin verirdi.
Ama işler dokuz yaşına geldiğimde daha da kötüleşti—yatmadan önce panik ataklar geçiriyordum ve gece boyunca krizlerim oluyordu. Sessizce kapılarını tıklatır, yanlarında yatmak istediğimi söylerdim ama artık çok büyüktüm. Annem bazen yataklarının yanına yere bir şilte koymama izin verirdi ama zamanla annemle babam bundan rahatsız olmaya, hatta bana karşı öfke biriktirmeye başladılar.
Sonunda babam araya girdi ve annemin bana yardım etmesini yasakladı. Artık büyümem gerekiyordu. Meğer bir yerlerden, muhtemelen yarım yamalak okudukları bir kitaptan, ayrılık anksiyetesi yaşadığım sonucuna varmışlar. Babamın gözünde bu, anksiyetenin en aciz, en zavallı hâliydi. Beni bir çocuk psikiyatristine götürdüler, o da bunu kendi başıma aşmamı tavsiye etti. Erken yatma saati belirlediler, bana bolca sıcak süt içirdiler ve kaygılandığımda tekrar etmem için birkaç "kendi kendini yatıştırma" mantrası verdiler. Hiçbiri işe yaramadı.
Yine de onların yanına yatmak için uğraşırdım ama sonunda kapılarını kilitlemeye başladılar. Bazen onların yatak odası kapısına başımı dayayıp koridorda uyurdum. Bir keresinde, babam öfkeyle dışarı fırladı, “UYU ARTIK!” diye bağırdı ve yüzüme kapıyı çarpıp tekrar kilitledi.
Şimdi bizim üç çocuğumuz var: yedi, altı ve beş yaşında. En büyük çocuğumuzu pek uyku eğitimiyle yetiştirmedik. İlk çocuğumuzdu, çok tatlıydı ve ağlamasını duymak bana dayanılmaz geliyordu. Bu yüzden ağlamasına fırsat vermeden onu beşiğinden çıkarır, aramıza alırdım. Hatta bazen gece boyunca uyuduğunda hayal kırıklığına uğrardım.
İkinci çocuğumuz daha zorluydu. Onu kendi odasında ağlatarak uyutmayı denedik. Bu da can yakıcıydı ama yaklaşık 45 dakika içinde ağlaması hıçkırığa, sonra da tatlı bir horlamaya dönüştü. Ve inanır mısınız, artık gece boyunca hiçbir sorun olmadan uyuyor. Uykusu geldiğinde üst ranzaya tırmanır, sabah ilk uyanan, giyinen ve kahvaltı yapan o olur.
Üçüncü çocuğumuz, bir erkek, Şubat 2020’de doğdu ve bir ay sonra, pandemi kapanmasından kısa süre sonra RSV nedeniyle hastaneye kaldırıldı. Bir aylık bir bebeğin solunum yolu enfeksiyonu geçirmesi, hele ki böyle bir dönemde, korkutucu ve sarsıcıydı. Birkaç yıl sonra evimizin salonunda ciddi bir nöbet geçirdi. Eşimle birlikte öyle korktuk ki, artık 37 yaşına kadar bizimle aynı yatakta uyusa bile umurumuzda değil.
Şimdi beş yaşında ve hâlâ yeni doğmuş gibi küçük, kurbağa gibi bacaklarını kıvırarak yatıyor. Üçümüz neredeyse her gece aynı yatakta uyuyoruz ve eşimle ben onu tekrar kendi yatağına döndürmeye hiç acele etmiyoruz. Çünkü geçirdiği nöbetlerin çoğu uykudayken oluyor. Yatak biraz kalabalık ama bu beni rahatsız etmiyor.
Ancak son bir yılda yedi yaşındaki çocuğumuz da uyku sorunları yaşamaya başladı. Gece saat 2 gibi uyanıp odamıza geliyor, beni kenara itip yatağın benim tarafına kıvrılıyor. Yaşına göre büyük ve ağır, tamamen bacak ve ayaktan oluşuyor sanki. Haftada birkaç gece dört kişi birbirimizin üstüne yatmış oluyoruz. Teknik olarak kral boy bir yatak, ama ikiz yatak gibi geliyor. Sürekli karnımıza tekme, boğazımıza dirsek yiyoruz; ya konuşarak, ya hapşırarak ya da gaz çıkararak uyanıyoruz. Bazen eşime şikayet ediyorum, konforumuzun da önemli olduğunu, yatağımızı korumamız gerektiğini söylüyorum. Ama çocuklarıma asla fazla sert davranmıyorum çünkü kendi çocukluğumdaki uyku sorunlarımda babamın bana hissettirdiklerini onlara yaşatmak istemiyorum.
Ben üniversiteye başlayana kadar babamdan korkardım. Ayak sesinden, musluğu açışından, işten eve geldiğinde anahtar sesiyle kapıyı açışından nefret ederdim. Asıl kâbuslarım değil, babamın kendisi kâbusa dönüşmüştü.
Yıllar sonra onunla çocukken yaşadığım uyku sorunları hakkında konuştuğumda, davranışlarını savundu. Amacının, bağımlı ve kendi yatağında uyuyamayan bir yetişkin olmamı engellemek olduğunu söyledi: “Kendine yetebilesin istedim!”
Ama bu yaklaşım tam anlamıyla ters tepti. Yetişkinliğimin büyük bölümünde kendi yatağımda yalnız uyuyamadım. Bütün gece huzursuzluk çektim; yalnızca televizyon açıkken koltukta ya da ilaçlarla uykuya geçebildim. Daha kaygılı, güvensiz ve korkak birine dönüştüm—terkedilmekten ve bağ kurmaktan korkar oldum. İhtiyaçlarımı ifade edemezdim; çoğu şeyden korktuğum için felç olmuş gibiydim. Artık ilaç kullanmıyorum ama hâlâ uykusuzluk çektiğim birçok gecem oluyor. Bitap düşmüş hâlde eski bir Jason Statham filmi açıp uyumaya çalışıyorum.
Bu konuda terapi çok işe yaradı, özellikle de "yeniden ebeveynlik" (re-parenting) kavramı sayesinde. Yetişkin ihtiyaçlarımı, önce dokuz yaşındaki hâlimin neye ihtiyacı olacağını düşünerek keşfetmeye başladım. Çoğunlukla ihtiyacım olan şey sevgi ve şefkat. Ve güven—kendimi güvende hissetmek istiyorum.
Çocuklarım yatağa geldiğinde bazen onları itip bağırmak, zayıf olduklarını söylemek, büyüyünce bağımlı biri olacaklarını anlatmak istiyorum. Sonra babamın kapıyı çarpışını ve bana bağırışını hatırlıyorum. Çocuklarımın kendilerini güvende ve seviliyor hissetmesini istiyorum. Onların bizimle sonsuza kadar aynı yatakta uyumalarına izin verebilirim ama biliyorum ki öyle olmayacak. Gün gelecek, kendi yataklarında rahat edecekler. Neden acele edelim ki?
BU İÇERİK İLK OLARAK GQ US WEB SİTESİNDE YAYINLANMIŞTIR.