NFT sanat eserleri ortaya çıktığından beri kafamı kurcalayan bir şey var: Neden elle tutulamayan ve duvarlarımıza (şimdilik) asamadığımız sanat eserleri almaya bu kadar hazırız? Veya hazır değilsek, ki bu soruyu daha önce de sordum, bu eserleri kimler alıyor?
Geçtiğimiz yılbaşı, ünlü Amerikalı yazar ve konuşmacı Fran Lebowitz’in çağdaş yaşama dair gözlemlerinden oluşan, Martin Scorsese’nin yönettiği Netflix mini-belgesel serisi Pretend It’s A City (Fran Lebowitz: Bir Yazarın Portresi) yayınlandı. Bu serinin 6. bölümünde aktris Olivia Colman ile konuşurken, Fran Lebowitz bir sanat galericisinin konuğu olduğu bir yemeği anlatıyor. Galerici bu yemekte internet üzerinden sanat almanın bir “saçmalık” olduğunu savunuyor. Ona göre bu alışverişi yapanlar sanatı gerçekten deneyimlemiyorlar.
Lebowitz galericiye cevap veriyor: “Size göre bu bir sanat deneyimi değil. Alanlar içinse sanat deneyimleri bu. Umursadıkları şey bu. Bunlar yeni insanlar. Farklı insanlar. Bu insanlar (bizzat) tanışmadıkları kişilerden ‘arkadaşım’ diye bahsediyorlar.”
Lebowitz’in bölüm boyunca vurguladığı şey de bu yeni insanlar; kuşaklar arası farklar ve insanların sadece kendi kuşaklarını anlayabilecek kapasiteye sahip olmaları.
Hiç unutmuyorum, bundan yaklaşık 10 yıl önce en iyi arkadaşımın küçük kardeşi Playstation’da bir oyun oynarken, gözümüzün önünde, oynadığı karakterin giydiği kıyafeti değiştirmek için $2.99 gibi bir miktar para harcamıştı. İnternete bağlanmayan konsollarla büyümüş olan biz, dehşet içinde bu alışverişe tanıklık ederken, oyunda kendiyle aynı ortamda olan ve okuldan tanıdığı arkadaşlarının da benzer şekilde, özel renkli veya desenli kıyafetler giydiklerini görmüştük. Daha sonra oyunun yenisi çıktı, derken o $2.99’luk kıyafet tarihe karıştı. Fakat o gün gördüm ki, Z kuşağı mensubu bir grup çocuk için geçer akçe, oyundaki karakterine yatırım yapmaktı, hele o karakter başkaları tarafından görülüyorsa.
O kuşağın mensupları artık 18-20 yaşlarındalar, yakında kendi paralarını kendileri kazanmaya başlayacaklar, hatta bazıları başlamış bile olabilir. Yani internetle büyümüş ilk neslin, daha büyük ölçekte yatırımlara başlayacakları bir döneme giriyoruz. Bir alışkanlık olarak elle tutmadıkları, tutmayacakları şeyleri almaya hazır bir kitle geliyor. Ve belki de NFT dünyası bizlerden ziyade onların.
Geçtiğimiz hafta David Zwirner galerisinin İçerik Direktörü (ve veliahtı) olan Lucas Zwirner ile NFT piyasasını konuştuk. Kendisinden daha önce Beeple adlı dijital sanatçıyla yaptığı podcast vesilesiyle bahsetmiştim Lucas Zwirner’a göre NFT sanat piyasası sanat dünyasının yerine geçmeyecek. Daha ziyade, sanat dünyasına paralel olarak var olacak bir yapılaşma öngörüyor. Fiziksel olarak sanat deneyimlemenin kıymeti değişmese de, internetten satın almayı ana alışveriş biçimi olarak benimsemiş kuşağı hor görmemenin önemini vurgulayan Zwirner, bu doğrultuda bir dijital sanat platformu bile başlatmış.
NFT olarak değil ama geleneksel internet alışveriş mekanizmalarıyla işleyen bu sitenin belki de en ilginç tarafı, tıpkı NFT gibi, bir ön sayımı takiben belli tarihlerde satışların başlatılması. Terminoloji olarak Nike’ın sınırlı sayıda üretilen özel ayakkabıları veya NFT eserler için kullanılan “drop” kelimesini kullanan bu site, eserlerin kültürel boyutundan ziyade, satın alınmasını vurgulayan, yeni kuşak internet alıcılarını hedefleyen bir yapı.
Belki de çare bu mekanizmayı ve sevenlerini anlamaya çalışmak değil.
Ancak, bu paralel dijital furya giderek büyürken, sanata sahip olmak yerine destekçi olmayı benimseyecek yeni kuşak mensuplarını bulup yetiştirmezsek, sanat dünyası hiç olmadığı kadar ürünleşebilir.