Bize en iyi gelen şey samimiyet aslında. Zamanın popüler isimleriyle röportaj yaparken klişelerden kaçınmayı, karşımızdaki insanın en samimi ve dürüst yönlerini ortaya çıkarmayı hedefliyoruz. Alina’yla konuşurken bunun için çok da efor sarf etmeme gerek kalmıyor. Karşımda ne istediğini bilen, son derece samimi, farkındalık seviyesi ortalamanın çok daha üzerinde biri var.
Alina’nın televizyon ekranındaki ilk büyük çıkışı Paramparça dizisi ile oldu. Çoğu televizyon dizisinde hasret kaldığımız karakter dönüşümü, özenle yazılmış bir senaryo söz konusu olmadığı sürece, günümüzde ancak uzun soluklu bir dizide yer alarak mümkün. Nice yetenekli oyuncu rating uğruna canlandırdığı karakterle iyice bütünleşemeden ekrana veda etmek zorunda kalabiliyor. Alina şimdiye kadar bu erken vedalardan muaf olduğu için oldukça şanslı; ama hakkını da vermek gerekiyor: Paramparça dizisinde bu şansı son damlasına kadar değerlendirerek yüzünü ve oyunculuk becerisini zihinlerimize iyice yerleştirebildi. Netflix’in ilk yerli gençlik dizisi Aşk 101’de ise oyunculuğunun ve star ışığının iyice farkına varıyor izleyici.
Bir seçim olarak ruhumuzu beslemek
İnsanların çocukluktan getirdiği bir mutluluk rezervi olduğuna inanıyorum. Bazen yaş aldıkça ve yaşadıklarımızla bu rezervi tükettiğimiz, o çocuksu mutluluğun özünden uzaklaştığımız oluyor. Alina hakkındaki ilk izlenimim bu mutluluk rezervini güçlü bir şekilde muhafaza ettiği yönünde. Alina’ya göre mutluluk iç huzurla, biraz da kişinin kendisini sevmesiyle ilgili. “Çok ses, çok insan, gürültü, kavgalar, dedikodular ve bunların içinde var olmaya çalışmak mutluluğa çok ters bir durum. Mutluluk için sevdiğimiz işlere, çevremizde sevdiğimiz insanlara tutunmamız ve her şeyden önce kendimizi sevmemiz gerekiyor diye düşünüyorum. Sorun şu ki; birçoğumuz kendimizi sevmeyi unutuyoruz, etrafımızda sevdiğimiz insanları barındırmıyoruz, hatta bunun da ötesine geçersek sadece işine yarayan insanların yakınlarında olmasına izin verenler var” diyor. “E nerede mutluluk? Nerede iç huzuru? Sevmediğimiz insanlarla, sevmediğimiz işlerle, sevmediğimiz kendimizle bu iş zor. Ruhumuzu beslemek zorundayız. Bir çiçeği, bir hayvanı, bir insanı derinlemesine sevmek günlük hayatına huzur ve mutluluk getirir. Ben seviyorum, elimden geldiği kadar seviyorum ve duygularımı sakinlikle içimde ve çevremdeki değerli insanlarla yaşamaya çalışıyorum.”
Sahneyle ilk tanışma
Alina’nın sahneyle tanışması, dedesinin onu 4-5 yaşlarındayken götürdüğü tiyatro oyunları sayesinde olmuş. İlk defa kulise girdiğinde yaşadığı heyecanı dün gibi hatırladığını söylüyor. ‘’Öyle büyük bir şey canlanmasın gözünüzde, kasabada büyüdüm. Kasabanın bayramda sahnelediği ve öğrencilerin oynadığı bir oyundu ama o anla alakalı her şey beni büyülemişti. Bu büyüyü alıp hep tutmuşum cebimde.’’
Babasının işi nedeniyle İstanbul’a taşındıklarında ailesi bu tutkusunda ona destek olmaya devam etmiş; erken yaşlarda resim, heykel, modern dans gibi farklı sanat dallarında eğitim almış. Bu günleri “Haftanın en sevdiğim günleri bu kursların olduğu günlerdi. Çok şanslıyım ki babam ve annem her zaman yanımda oldu, attığım her adımda yardımcı oldular ve beni desteklediler” diye hatırlıyor.
İki dil, iki kültür, bir dünya
Alina, iki farklı çocukluk yaşadığını söylüyor. Biri 6 yaşına kadar Rusya’da küçük bir kasabada, bahçelerden elma toplayıp sattığı, göle bisikletiyle girip ormanda saklambaç oynadığı bir çocukluk. Diğeri ise 6 yaşından sonra Türkiye’ye gelmesiyle başlayan, Avcılar’daki sokak kültürüyle içli dışlı geçen, yani büyük şehirde devam eden bir çocukluk.
7 yaşında dil bilmeden bambaşka bir ülkeye taşınmanın sonuçlarını sorduğumda, yine olumsuzluklara odaklanmanın huyu olmadığını gösteren bir cevap veriyor. ‘’7 yaşında Rusya’dan Avcılar’a taşındığımda dışarı çıkıp yaş grubumla iletişim kurmaya çalışmak gerçekten zordu. Fakat bunların hepsini çok hızlı aştım. Kısa zamanda Türkçeyi öğrendim ve çok arkadaş edindim. Utangaç olmama rağmen ön plana çıkan bir çocuktum bir şekilde.’’
İki ülke arasındaki kültür farkı onu fazla zorlamamış. İstanbul değil de Rusya’da başka bir şehre taşınsaydı tecrübelerinin çok farklı olmayacağına inanıyor. Belki de çok küçük yaşta bu değişimi yaşamasının ve elbette Avrupa’nın iki ‘yalnız’ ülkesinin benzer kültürel kodlara sahip olmasının bunda etkisi var.
Yazının tamamı GQ MOTY 2020 Özel Sayısında...
Yılın Yükselen Yıldızı: Alina Boz
Fotoğraf: @emredogru
Moda Direktörü: @gunesguners
Moda Editörü: @erkanaltunay
Prodüktör: @ahmedcayli
Fotoğraf Asistanları: @mratkahya @omerserifkuru İbrahim Erdal, Murat Demir
Moda Asistanı: @can.busenurz @hackanyildirim
Sanat Yönetmeni: @ovapu
Sanat Ekibi: Abdül Kerim Taşcı, @ttdamla
Prodüksiyon: @ppristanbul Melis Özçelik, Zeynep Altunkut
Prodüksiyon Asistanları: Demirhan Sander, Gökhan Özkan, Tayfun Keskin
Set Gripim: @setgripim
Makyaj: @samaraji
Saç: @huseyinnaltunn
Saç Asistanı: @hamzasaraa