“Bana Doğruyu Söyle... Hala Oyunun İçinde Miyiz?”
Dergi Konuları

“Bana Doğruyu Söyle... Hala Oyunun İçinde Miyiz?”

Bedeninle, duyularınla, duygularınla, düşüncelerinle, hatıralarınla, korkularınla, bir oyunun, bambaşka bir dünyanın içinde olmak... Bu olasılığı ve “ıtır” olarak kurmaca bir dünyaya girmenin yaratacağı etik sorunları bana ilk kez düşündüren, Bittikten sonra uzun süre sinema koltuğundan kalkamadığım, David Cronenberg’in 1999 yapımı “Existenz” filmiydi.

Filmde yeni bir oyunu denemek üzere bir araya gelen grup, yaratıcısının kurduğu dünyaya girmelerini sağlayan, gerçek ve kurmaca arasındaki çizgiyi yok eden bir deneyime dahil oluyor. Oyun, sinir sistemi üzerine kurulu; bağlantı omuriliğe acılan bir delikle sağlanıyor. Oyuncu, kurmaca dünyaya girdikten sonra bir oyunun içinde olduğunu unutuyor ve bunun gerçek bir deneyim olduğunu düşünüyor. Cronenberg bununla da yetinmeyip oyun içinde sayısını bilmediğimiz bambaşka oyunlar yaratarak, neyin gerçek, neyin oyun olduğu muhakemesini karakterlere ve biz izleyicilere bırakıyor. Karakterlerden birinin oyunun içinde mi, dışında mı, olduğunu bilmediğimiz bir noktasında filmin en can alıcı repliğini duyuyoruz: “Hey, bana doğruyu söyle... hala oyunun içinde miyiz?”

Cronenberg’in ortaya attığı sorunsal aslında Descartes’ın rüyalara dair gözleminden çok farklı değil: Rüyanın içindeyken, çoğu zaman rüyada olduğumuzu fark edemiyoruz. Ya şu anda da bir rüyanın içindeysek ve bunun farkında değilsek? Ya “gerçeklik” sandığımız, şeytanın bize oynadığı kötü bir oyundan ibaretse? İlk "Matrix" filminde Morpheus da Descartes’e gönderme yaparak benzer bir soru soruyordu: "Eğer rüyalarımızın farkında değilsek, şu anda da farkında olmadığımız başka bir rüyada olabilir miyiz?" Senaristlerin “Morpheus” ismini seçmesi de tesadüf değil elbet. Yunan mitolojisinde Morpheus uyku tanrısıydı ve rüyalardaki biçimlerden (morphē) sorumluydu. "Matrix" serisi bu soruyu sormaya devam ederken oyunun, kurgunun ve gerçekliğin karıştığı "Vanilla Sky" filmi de “Böyle bir kurmacanın içinde olsaydık bunun farkında olamazdık” diyerek izleyiciyi tedirgin etmeyi başarmıştı.

Gelelim Metaverse’e

Metaverse, bilgisayarlar tarafından yaratılmış bir dünyada, biz kullanıcılarına bildiğimiz dünyanın ötesinde, “meta” bir yerde, insanı içine alan, sürükleyici deneyimler sunuyor. Bu deneyimler, bir taraftan yepyeni heyecanlar tattıracak bir gelişmeyken, diğer taraftan tedirgin edici, korkutucu, hatta distopik bir yeni dünya.

Distopya tedirginliğini yine bir film üzerinden anlatmak istersem, yönetmenliğini Steven Spielberg’in üstlendiği, Ernest Cline romanından uyarlanan "Ready Player One" filmini seçerim. Filmde insanlar oyuna dahil oldukları zaman “gerçekliğin” koyduğu sınırlardan koparak özgürleştiklerini düşünüyorlar. Ancak özgürlükleri, oyun, yaratıcılarının kurgusundan ve tercihlerinden öteye gidemiyor. Hatta Descartes’in şeytanı aratmayacak, “kötü niyetli” dediği insanlar tarafından bile kontrol ediliyor olabilir.

Kendi tercihlerimizle ürettiğimiz içerikler bize sosyal medyada özgür olduğumuzu düşündürebilir ama aslında, sistemi inşa edenlerin yazdığı kod ve algoritmalarla sınırlıyız. Bu mecraları ücretsiz kullanmanın karşılığında durmak bilmeden içerik üretiyoruz. Metaverse bize sosyal medyadan fazlasını, ötesini sunuyor. Oluşturduğumuz bir avatar ile sanal bir dünyaya giriyoruz; mekanın, hatta bir bakıma zamanın ve bedenimizin sınırlarının ötesine geçiyor, özgürleşiyoruz. Dünyanın herhangi bir noktasıyla iletişime geçebiliyor, satış yapabiliyor, alışveriş yapabiliyoruz. Bu dijital özgürlük, reklam veren kişi veya kişilere bizim beden hareketlerimizi, beyin dalgalarımızı, fizyolojik tepkilerimizi ölçümleme fırsatı veriyor ve çok sayıda etik problemi beraberinde getiriyor.

Metaverse üzerine düşünürken bu dünyada karşılaştığımız, karşılaşacağımız insanlarla kuracağımız ilişkileri, bu ilişkilerin etik kodlarını, bu kodlara uymayanların sistem dışı kalıp kalmayacağını tartışmamız gerekiyor tabii. Metaverse’ün bize vadettiği kapsayıcı, adil, merkeziyetiz alan, “gerçek” dünyada karşılaştığımız ayrımcılık, taciz, mobbing gibi sorunların ötesinde bir dünya. Bu mümkün mü peki? Ya avatar’lardan biri bizi taciz eder ya da öldürmeye kalkarsa; ya sistem hack'lenir ve tüm dijital varlıklarımız çalınırsa?

Dahil Olmak Ya Da Olmamak

Ben dahil olmanın kendi içinde sorunlu olduğunu düşünenlerden değilim. Distopik senaryoları da ikna edici bulmuyorum. Ancak, kullandığımız tüm dijital araçlar gibi, tam olarak neye dahil olduğumuzu, hangi haklarımızdan vazgeçtiğimizi, aldığımız riskleri bilerek dahil olmak gerektiği kanısındayım. Ben bu hafta içinde avatar'ımı oluşturup meta dünyada dolaşmaya başlayacağım.

Bu yazı GQ MOTY 2021 Özel Sayısı'nda yayınlanmıştır. 

İLGİLİ İÇERİKLER Metaverse oyun dünyası
İlgili Başlıklar
Daha Fazlası