Ben, Sen ve Su. Kutup Dalgakıran
Dergi Konuları

Ben, Sen ve Su.

Röportajda konuştuklarımızı mümkün mertebe sahile vuran dalga sesiyle aklınızda canlandırmaya çalışın. Güzel oluyor.

Yasemin Altıntaş ve Murat Öz’le bir masada denk geldiğinizde siz  son toplantınızda patrona sunduğunuz akıllıca fikrin hazzını anlatırken sıra onlardan birine gelince “Geçen New York’un çevresini yüzdük” gibi bir cümle ile size (tamam, bana) kendinizi sorgulatırlar. Sadece yüzücü olarak değil, pratik yapmak ya da birbirlerini ve başkalarını desteklemek için de suda geçirdikleri vakitle, sizin masa başında geçirdiğiniz vakit arasındaki farkı hesaplamadan hızlıca yazıyı okumaya devam etmenizi tavsiye ederim.  

Bazı sporlar bireysel de olabilir, takım olarak da yapılabilir fakat yüzme, ne kadar kalabalık olursa olsun kişisel bir spor. Siz bir şekilde bunu da “Ben”den “Ben ve sen”e çektiniz.

Murat: Yüzme, dışarıdan bakıldığında tamamen bireysel bir spor gibi görünüyor çünkü en nihayetinde bir kişi suya atlıyor ve gece gündüz, denizin karanlığına, derinliğine aldırmadan kulaç atıyor. Ama işin aslı öyle değil. O noktaya gelene kadar çok uzun bir yolculuk var; insanın kendini adayarak, gece gündüz demeden, özel hayatını bile ikinci plana atarak ilerlemesi gereken bir süreç bu. Biz bu konuda çok şanslıyız çünkü bu yolculuğa ayrı ayrı çıkmış olsak da, bir noktada yollarımız kesişti. Ve bu karşılaşma, süreci çok daha anlamlı ve keyifli hale getirdi.

Yasemin: Yüzme dışarıdan bireysel bir spor gibi görünüyor olabilir ama aslında bizim yaptığımız ultramaraton yüzüşlerinde çok büyük bir ekip var. Herkesin kendine ait bir görevi var ve bu görevlerin eksiksiz yerine getirilmesi, ekip içindeki güvenin temelini oluşturuyor. Teknedeki ekip, orada olup gözünü bizden ayırmama sorumluluğunu üstlendiğinde, yüzücünün de doğru hazırlığı yapması, doğru iyi antrenmanı yapması ve yüzüş günü elinden gelenin en iyisini yapması gerekiyor. Herkesin bir rolü var ve bizim rolümüz yüzmek.

Sizi ne motive ediyor?

Murat: Bence motivasyona farklı açılardan bakmak lazım. İlk olarak, günlük motivasyona bakmalıyız çünkü bence bir insan her gün motive olamaz. Ben olamıyorum ve bunu uzun süre kabullenmekte zorlandım. Ne yapmam gerektiğini biliyorum ama her gün kendimden o kadar fazla veremediğim zamanlar oluyor. Bunu kabul edip dengeli bir yaklaşım bulmak zamanımı aldı.

Şimdi geldiğim noktada, yüzmek istemediğim günler olabiliyor ama suyun içinde olmak istiyorum. İşte o günlerde Yasemin antrenman yaparken ben sadece havuza gidip ayaklarımı suya sokuyorum ve 30-40 dakika boyunca onun yüzmesini izliyorum. O bile bana yetiyor. Yani her gün kendimi tamamen motive edemesem de suyla bağımı koparmamak benim için önemli.

Yasemin: Benim motivasyonum iki farklı kanaldan geliyor. Ya neşeyle motive oluyorum; sevdiğim şeyleri yaptığımda, keyif aldığımda, merak ettiğimde daha fazlasını keşfetmeye yöneliyorum. Ya da anlamlı bir katkı sağladığımı hissettiğimde motive oluyorum. Bu ikinci kısım daha çok iş hayatıma yansıyor diyebilirim. Ama yüzme tarafı tamamen keyif aldığım bir alandan geliyor, merakım beni bu noktalara kadar taşıdı.

Peki zorlu anlarda o motivasyonunuzu nasıl tutuyorsunuz?

Yasemin: Aslında sürdürülen bir motivasyon diye bir şey yok, bu bir mit bence. Murat da söyledi, her gün motive olamayız. Ama yönümüzü koruyabiliriz. Bazı günler 3-5 adım ilerlersin, bazı günler sadece 1 adım, bazı günlerde ise sadece o yöne bakmaya devam edersin. Ama biliyorum ki, yaptığım şey bana gerçekten keyif veriyor. O gün motive hissetmesem bile, yüzmeye gittiğimde günüm daha iyi geçecek.

Biriniz teknedeyken öbürü yüzüyor. Yüzenin yakınında deniz altında bir aktivite tespit ediliyor. Teknede olan ne hisseder?

Murat: Aslında bu durumu en iyi anlatan yaşadığımız gerçek bir örnek var. Yasemin’le ilk uzun parkurumuz, Los Angeles’ta Catalina Adası’ndan anakaraya yüzmekti. Yaklaşık 10 saat süren bir gece yüzüşüydü. Catalina Adası, büyük beyaz köpekbalıkları için bir “breathing zone” ve yüzüşümüz tam da buradan başladı. Gece karanlığında, sadece teknenin ve kanocunun ışıklarıyla yönümüzü bulmaya çalışarak yüzdük.

Bu yüzüşte Yasemin’le senkronize olmamız gerekiyordu. İki yüzücünün hem mental hem de fiziksel olarak aynı disiplinde kalması şarttı; kurallar gereği kopmadan, birbirimize eşlik ederek tamamlamalıydık. O parkurda daha çok benim tempomla ilerledik ama gece yarısı geçtikten sonra bir anda suyun içinde garip bir düşünceye kapıldım. Teknenin ve kanocunun ışığı suyun altında bazen Yasemin’in bacaklarını aydınlatıyordu ve içimden “Şu anda bir köpekbalığı gelirse, bu benim sorumluluğumda. Onu benim kovmam gerekecek” diye düşündüm.

Yaklaşık 3 saat boyunca hep aynı çaprazda yüzdüm. Yasemin bana “Ne yapıyorsun?” diye sorduğunda, sadece “Sen devam et, ben takip ediyorum.” diyebildim. O an tek odak noktam köpekbalığı gelirse onu savuşturmak gibi absürt bir fikirdi. Tabii ki gerçekte böyle bir şey yapamazdım ama bu tür insanüstü efor gerektiren aktivitelerde zihnin bazen çılgınca çalıştığını fark ettim.

Yasemin: Murat, herkesin ilk aklına gelen deniz canlısı olan köpekbalığından bahsetti. Ama aslında biz bugüne kadar bir köpekbalığıyla hiç karşılaşmadık. Elbette varlar, biliyoruz. Ama bizim gerçekten etkileşimde olduğumuz deniz canlıları genellikle deniz anaları.

Katalina’da da vardı, Manş’ta da vardı, gittiğimiz her parkurda farklı türleriyle tanışmak zorunda kaldık. Nasıl farklı mutfakların farklı acıları vardır, Türk mutfağı, Asya mutfağı.. Deniz analarının acıları da öyle! Manş’ı geçerken Murat’la aynı anda yüzüyorduk ama farklı teknelerdeydik. Murat benden yaklaşık 4 saat önce başlamıştı.

Tam İngiltere ile Fransa’nın ortasında, tankerlerin geçtiği “shipping lanes” yani separation zone dediğimiz alanda yüzüyorduk. O bölgede su durgunlaşıyor ve soğuk su öbekleri arasından geçerken, hızlı sıcak-soğuk değişimlerine maruz kalıyorsun. Ve orada ciddi bir deniz anası yatağına girdik.

Ben yüzerken sürekli “Murat buradan 4 saat önce geçti, acaba bunlar o zaman da burada mıydı?” diye düşündüm. Sonra yüzüş bitince konuştuğumuzda Murat, “Ben de sen geçerken seni düşündüm” dedi. İkimiz de aynı şeyi yaşadık:

“Murat: Seni çarptı mı?”

Yasemin: Beni çarptı.

Murat: Seni çarptı mı?

Yasemin: Beni de çarptı.”

Ve sonra “Çok acımıyor, neyse geçelim” diye konuyu kapattık. Ama işin doğası bu. Bunları göze almadan yola çıkmıyoruz zaten.

Ben, Sen ve Su.

Sık sık rol değiştirdiğiniz bir düzeniniz var; bazen yüzücü, bazen destek ekibi olarak yer aldığınız süreçler oluyor. Başkalarını desteklemek, kendi yüzme performansınızı etkiliyor mu?

Murat: Hem yüzücü hem de destek ekibi olmak bana çok şey kattı. Teknenin nasıl çalıştığını, ekibin yüzücüyü nasıl desteklediğini, akıntıyı ve deniz koşullarını anlamak beni daha bilinçli bir yüzücü haline getirdi.

Ancak bunun bazı negatif yanları da oldu. Özellikle ikinci Manş denememde bunun cezasını çektim: Yüzücünün asıl yapması gereken şey, sadece kulaçlarına odaklanmak ve kendini tamamen bırakmak. Halbuki benim kafam bazen “Teknede her şey yolunda mı? Şu an ne yapıyorlar? Doğru yönlendirme yapılıyor mu?” gibi düşüncelerle doluyor. Adeta bir mesleki deformasyon gibi! Aslında, kafayı ne kadar boşaltabilir ve sadece yüzmeye odaklanabilirseniz, o kadar başarılı oluyorsunuz.

Yüzerken yaşadığınız en çılgın deneyim ne oldu?

Murat: Yeni Zelanda’da Cook Strait’i yüzerken, hep denizle ilgili klasik korkular konuşuluyor: Köpekbalığından korkmuyor musun? Deniz anasından korkmuyor musun? Soğuktan, karanlıktan korkmuyor musun? Ama bu yüzüşte beni asıl şaşırtan ve en çılgın deneyimlerden biri, hayatımda gördüğüm en büyük albatros kuşunun yaklaşık 3 saat boyunca bana eşlik etmesi oldu.

Yüzüşün bir noktasında, bu devasa kuş tamamen önüme konarak yolumu kesti. O kadar büyük ve etkileyiciydi ki, ben de durmak zorunda kaldım. Bu ânın fotoğrafı var ve benim için unutulmaz bir deneyimdi.

Yasemin: Sanırım yüzüşün kendisi değil, hazırlık sürecinde yaşadıklarımız bazen daha çılgın olabiliyor. Çünkü yüzüşün kendisi belki 10-15 saat sürüyor ama hazırlık süreci aylar boyunca devam ediyor. Bu süreçte antrenman için kendimize uzun mesafe parkurları yaratmamız gerekiyor.

Bunlardan biri Gelibolu’daydı. Murat’la şöyle bir plan yaptık: O beni bir noktada bırakacak, ben kıyıya paralel 10 km yüzdükten sonra belirlenen yerde çıkacağım ve Murat gelip beni alacak. Güvenli bir parkurdu çünkü kıyıya yakın yüzüyordum, şamandıram vardı ve yaz mevsimiydi; kıyıda da birçok insan vardı.

Yüzüşü tamamladım, tam planladığımız sürede çıktım ve beklemeye başladım… ama Murat ortada yoktu.

O an kendimi Anzak Koyu’nda, tarihi tören alanının yanında, bikinimle, bone ve gözlüğümle, çıplak ayak beklerken buldum. Asfalt o kadar sıcaktı ki, bastığım yerde ayaklarımı oynatamıyordum. Yeni bir yere basmaya çalışsam yanacağım. Yürümeye çalışsam, asfalta basma şansım yok.

Sonunda geçen arabalara bakmaya başladım ve gözüme arkadaş canlısı gözüken bir çifti durdurup telefonlarını kullanabilir miyim diye sordum. Telefonu verdikten sonra merakla “Neden bu haldesiniz?” diye sordular. Ben de “İşte, şuradan kıyıya paralel yüzüyordum…” falan derken adam “Dümdüz yüzsen daha kısa olmaz mıydı?” diye sordu. Şimdi nasıl anlatacaksın ki..

Açık sularda yüzmek büyük ölçüde sessizlik içinde geçen bir süreç. Bu sessizlik nelerle doluyor?

Murat: Benim açık su yüzmeye başlamamın en büyük sebebi de bu aslında: Günlük kaostan kaçmak. İstanbul’un getirdiği kalabalık, iş hayatındaki tempo, sürekli bir bağlantı halinde olma durumu… Tüm bunlardan uzaklaşabildiğim tek yer su. Her gün ortalama bir buçuk saat antrenman yapıyorum ve bunu bir meditasyon olarak görüyorum. O süreçte kafamı tamamen boşaltıyorum, dertlerimi suda bırakıyorum. Bazen zihnimde projeleri çözüyorum, bazen de hiçbir şey düşünmüyorum. Ama her koşulda, bu süreç kendimle baş başa kaldığım, düşüncelerimi hazmettiğim ve tamamen kendime ayırdığım bir zaman dilimi.

Yasemin: Benim için deniz, hatırlayabildiğim en küçük yaşlarımdan beri en güvende ve en mutlu hissettiğim yer. Hatta karadan daha bile güvende hissettiğimi söyleyebilirim. Denizdeyken hem çok küçük hem de çok büyük hissediyorum. Küçüğüm, çünkü inanılmaz büyük bir parçanın ortasındayım, sadece bir damlayım. Ama aynı zamanda büyüğüm, çünkü ben de o büyük bütünün bir parçasıyım. Ve işte tam da bu yüzden, deniz benim için kendimi en çok evimde hissettiğim yer.

Yüzmeye gelince, eğer olur da bir düşünce zihnime gelir ve onunla sohbet etmeye başlarsam, ritmim bozuluyor. O yüzden mümkün olduğunca anda kalmaya, suyu ve bedenimi hissetmeye odaklanıyorum. Ve bunu başardığımda, yüzmek benim için en büyük keyif oluyor.

Birlikte yaşadığınız en büyük sınav ne oldu?

Murat: Her parkur başlı başına bir sınav bence. Hatta sadece parkur değil, hazırlık süreci de büyük bir sınav. Çünkü şöyle düşünün; bir çiftsiniz, herkesin kendi hayatı ve hedefleri var. Bu hedefler bazen ortak, bazen farklı olabilir ama sonuçta bir adanmışlık gerektiriyor. Ve burada en önemli şey, karşı tarafın bu hedefe olan bağlılığına saygı duymak ve onu desteklemek.

Ama herkesin kendi ritmi olduğu için bunu her gün, üst üste yaşamak kolay değil. Bir yaz tatilinde “Artık yüzmek istemiyorum, tatile gitmek istiyorum” diyen bir taraf olabilir. Ya da tam tersi, “Bugün daha çok yüzmeliyiz, çünkü geç kaldığımı hissediyorum” gibi bir baskı da olabilir. Yani sınavlar daha o parkura gitmeden başlıyor.

Sonra yüzüş ânı geldiğinde… Mesela Catalina’da, Yasemin’in ilk büyük yüzüşünde onun yanında tandem yüzerek ona eşlik ettim ve tüm sorumluluğu üzerimde hissettim. Bu benim için büyük bir sınavdı. Veya Manhattan’da, Yasemin ve Aysu beraber yüzerken ben teknede tek başımaydım ve ikisinin de sorumluluğunu taşıyordum. Orada Yasemin’in temposunun düştüğünü görünce ona nasıl davranmam gerektiğiyle ilgili başka bir sınav verdim.

Bu tür sınavlar sürekli karşımıza çıkıyor. Bazılarından “pek iyi ile” geçiyoruz, bazılarından “geçer not” almaya çalışıyoruz. Ama sonuçta bu, her gün devam eden bir mücadele.

Yasemin: ‘En büyük sınav’ diye tek bir şey belirleyemem, çünkü gerçekten her gün bir sınav olabilir. Zaten yaptığımız şey duygusal iniş çıkışları çok fazla olan bir süreç. Ve bu iniş çıkışların ertesi gün hiçbir şey olmamış gibi devam etmesi de gerekiyor. Ama bazen öyle olmuyor.

Mesela, Manş’a hazırlanırken soğuk su klimatizasyonu yapmaya çalışıyordum. Bir Adalar yüzüşü programladık ve ben kendimce bir antrenman planı yaptım: 4 saat yüzeceğim. Murat, Kerimcan ve diğerleri teknede destek olmak için geldi. Ama orada benim planladığım antrenman programından farklı bir şey yapıldı. Ve ben inanılmaz sinirlendim, çok zorlandım.

Ama günün sonunda, bu da üstesinden gelinmesi gereken bir şeydi. Çünkü büyük yüzüşlerde böyle beklenmedik durumlarla başa çıkmak zorunda kalıyoruz. Bu gibi şeyleri küçük antrenmanlarda ne kadar deneyimleyip yönetebilirsek, büyük yüzüşlerde de o kadar güçlü ve hazırlıklı oluyoruz.

Bu yüzden aslında sınavlarımızı, mümkün olduğunca büyük yüzüşlerden önce vermeye çalışıyoruz. Böylece, gerçekten büyük bir şey olduğunda, zaten ateş çemberlerinden geçmiş ve hazırlıklı oluyoruz. Bu da her şeyi daha rahat ve keyifli bir hale getiriyor.

Ritüeliniz var mı?

Murat: Bu kadar uzun ve takıntılı sporlar ritüelsiz olur mu? Zaman içinde bazı şeyler değişse de benim ilk günden bugüne kadar hiç değişmeyen bir ritüelim var.

Her parkura başladığımda, ilk yarım saat içinde denizle bir konuşma yaparım. Yıllar içinde bu konuşmalar çok değişti ama hep var oldu.

Bir de, ister kendim yüzeyim ister başkasının yüzmesine destek vereyim, yüzüşün ertesi günü, fiziksel olarak ne durumda olursam olayım denize girerim. O açılışta başladığım konuşmanın kapanış kısmını yapıp, denizle vedalaşarak dönerim.

Yasemin: Açıkçası ben ritüeller konusunda biraz mesafeliyim. Çünkü belli ritüellere çok takıldığınızda, bu takıntıya dönüşebilir ve yük haline gelebilir.

Benim yaklaşımım daha çok “hijyen faktörleri” üzerinden gidiyor. Yani, nasıl hissetmek istediğime ve zihinsel-fiziksel olarak hangi modda yüzüşe girmek istediğime odaklanıyorum.

Her yüzüş öncesi, o an neye ihtiyacım varsa ona göre hazırlanıyorum.

Eğer zihnim çok dağınıksa, daha fazla meditasyon yapmam gerekebiliyor. Eğer çok yoğun bir tempodan çıkmışsam, daha çok bedenimi dinlendirmeye odaklanıyorum. Eğer kendimi ifade etmeye ihtiyaç duyuyorsam , bazı şeyleri içimden çıkarmam gerekiyorsa - çünkü sonuçta beni saatlerce sessizlik bekliyor denizde :) - yazıyorum.

Ama değişmeyen tek bir şey var: Hayatımda beni mutlu eden minnet duyduğum elementlere odaklanmak.

Her yüzüşten önce ve sonra, orada olduğum için, o suya girebildiğim için, ekibim için ve kendim için minnetle doluyorum. Bunu düşünmek bana inanılmaz iyi hissettiriyor. Çünkü sadece o noktaya gelmiş olmak bile büyük bir iş ve büyük bir şans.

Murat: Ama Yasemin’in farkında olmadığı bir ritüeli var. Dışarıdan izleyen biri olarak, havuzda suya girmeden önce mutlaka iki eliyle birlikte depar taşına vuruyor. Bugüne kadar bunu yapmadan atladığını hiç görmedim!

(DERİDE KULLANMAYALIM, WEB’DE KULLANALIM.)

 

Birbirinizin en iyi yüzme partneri olduğunuzu düşündüğünüz anlar ne zaman?

Murat: Biz birbirimizi mükemmel şekilde tamamlıyoruz. Yasemin çok güçlü ve hızlı bir yüzücü. Tamam, ben de fena değilim ama o kadar yüksek tempoda, uzun süre boyunca, hiç durmadan yüzmeyi çok sevmiyorum. Benim daha kontrollü ve dengeli bir yüzüş stilim var.

Ama işin diğer tarafı şu: Yasemin navigasyon konusunda benim kadar antrenmanlı değil. Yani benim rotamla onun hızını birleştirince, bugüne kadar beraber yüzdüğümüz tüm parkurlarda çok iyi dereceler elde ettik.

Beni bıraksan kendimi konfor alanımda tutup, o tempoya çıkmam. Yasemin’i bıraksan ip gibi dümdüz gidemiyor. İşte tam burada, mükemmel bir denge kuruyoruz.

Yasemin: Böyle yan yana uyumlu bir yüzme partneri bulmak gerçekten çok kolay değil. Çünkü hızın, tempon, antrenman stilin uyum sağlamayabilir. Hatta o günkü motivasyonun bile uyuşmayabilir.

Murat’la bazen tam uyumlu olduğumuz günler oluyor, bazen de tamamen ayrı antrenman yapmak istiyoruz. Böyle günlerde, “Tamam, bugün kendi başına mı takılıyorsun? Okey, sen kendi yoluna ben kendi yoluma” diyerek birbirimizi rahat bırakabiliyoruz.

Ama en keyifli anlar, hazırlık sürecindeki antrenman yarışlarında oluyor. Bazı yarışlarda bilerek ayrı yüzme kararı alıyoruz. Bazen yarış formatı gereği kadınlar ve erkekler farklı çıkış yapıyor. Ama beraber yüzdüğümüz yarışlarda gerçekten birbirimizi çok iyi tamamlıyoruz.

Mesela Antalya’da 7 kilometrelik bir yarışta büyük bir grupla yüzüyorduk. Bir noktada Murat bana “Tamam Yasemin, artık sen git” dedi, hatta ayağımdan tutup itti! O an kendimi iyi hissediyordum ve hızlanmaya karar verdim.

Ama sonra büyük bir hata yaptığımı fark ettim. Çünkü güzel bir tempo yakalayıp hızlandım ama navigasyon hatası yaparak kavis çizmişim. Murat ve diğerleri dümdüz gitmişler ve yarışın ilerleyen bir noktasında onlarla tekrar buluştum! Yarışın sonuna kadar da beraber yüzmeye devam ettik.

Daha da acıklı bir anı Boğaz yarışında yaşandı. Yarışın son 100 metresine gelirken, “Tamam, artık hızlanıp bitireceğim!” dedim ve akıntıyı hesaplamadan yanlış bir açıyla sprint attım. Sonuç? Gereksiz bir şekilde akıntıya karşı savaşmak zorunda kaldım. Murat doğru rotada ilerlediği için benden önce finişe ulaştı.

Bu gibi yarışlarda navigasyon ve tempo açısından birbirimizi gerçekten çok iyi tamamladığımızı düşünüyorum.

İLGİLİ İÇERİKLER GQ Bahar 2025
İlgili Başlıklar
Daha Fazlası