Bu kırılmaların belki de en şiddetlisi, 30’ların başına denk geliyor. Keskin bir yol ayrımında, üzerinde koca koca harflerle “Kimsin, nesin, ne istiyorsun, nerede olmak istiyorsun” yazan levhaları buluyorsun karşında.
Kerem Bursin’in Türkiye’deki oyunculuk kariyerini başlatan, ekranın popüler yüzlerinden olmasını sağlayan ilk dizisi ‘Güneş’i Beklerken’in ilk bölümünün üzerinden tam yedi yıl geçti.
Tam da bu yıl, Kerem sanki ilk döngüsünü tamamladı, yeni kırılmanın meyveleri kapıda: Yeni dizi (Seni Çal Kapımı), bağımsız film (Eflatun), yeni reklam kampanyası (Under Armour) ve yeni GQ kapağı…
Parantezleri tek tek açalım...
Hande Erçel ile başrolünü paylaştığı 'Sen Çal Kapımı', sezonun en popüler işlerinden. Dizi kısa sürede Türkiye sınırlarının dışına da uzandı; İtalya, İspanya, Brezilya, Arjantin, Şili gibi ülkelerde Twitter'da 'Trending Topic' listesine girdi. Hande Erçel ile Kerem Bürsin arasındaki uyum ve doğru ekip dizinin başarı formülü olarak gösteriliyor.
Yönetmenliğini Cüneyt Karakuş'un yaptığı, İrem Helvacıoğlu'nun da başrolde olduğu 'Eflatun' ise Kerem'in çok sevdiği, ileride daha çok zaman ayırmak istediği bağımsız sinema türünün en modern örneklerinden.
Under Armour reklam kampanyası ise bildiğimiz marka-celebrity birlikteliklerinden daha katmanlı. ABD'de Dwayne (The Rock) Johnson ve Stephen Curry gibi isimlerle iş birliğine giden marka Türkiye ayağında Kerem Bürsin ile buluştu. Kerem'in aynı zamanda yakın arkadaşı olan Mu Tunç'un yönetmenliğinde çekilen reklam filminde tek yolun ilerlemek olduğu, gerçek ilerlemenin de ancak 'ter, gözyaşı dökerek mümkün olduğu' mesajı hakim.
Bugüne kadar tanıdığımız kadarıyla Kerem, ailenin yurt dışında büyümüş, serpildikçe üzerine daha da sorumluluk almış üyesi. Her daim jileti, muntazamı, saygıda kusur etmeyeni. Suratı da gömleği gibi asla buruşmayanı, hep jilet görüneni; Türk gencinin ‘Amerikan’ olabilme rüyası, “Turkish Cowboy” lakabıyla, Teksas’taki 4 bin kişilik Amerikan lisesinde ‘herkesin sevgilisi’, mezuniyet balosunun prensi olma ihtimali. Hayatta her ilişkisini nazikçe yürütebilen, sağlığına ve bedenine çok iyi bakan, ülkesinin diline, derdine ve kültürüne sahip çıkan, hayallerden fırlayıp gerçeğe dönüşmüş gibi duran ideal bir Türk erkeği.
George Clooney’nin, Robert Redford’ın zamanında ‘şöhret ve oyunculuk’ ile ilgili sarf ettiği cümleleri hatırlatıyor kendine sesli bir şekilde: “Başlarda nefret edersin. Depresyonda hissedersin. Sonra kabullenirsin ve oyunu kurallarına göre oynamaya başlarsın. Senden beklenen her hareketi adım adım hayata geçirirsin. Cesaretin varsa, zaman içinde ayılır, içinde bulunduğun oyunun kurallarını değiştirebileceğini fark edersin.”
Kerem’e göre değişim, bir gece ansızın gelen, sabah kuşların cıvıltısıyla kutlanan, en çiçekli Instagram paylaşımlarıyla cümle aleme anons edilen ve bir GQ röportajıyla manşete taşınan bir başlık cümlesi değil. Farkında olmadan topladığın, biriktirdiğin ya da etrafa savurduğun, bazısının yanlışlıkla üzerine basıp ezdiğin tohumların bilinmez bir hikâyesi aslında.
“Zamanında, farkında olmadan ekiyorsun bu tohumlardan belki de yüzlercesini. Hepsinin yerini tek tek tespit edip, her gün sulaman gerekiyor. Kimisi, yeşerdikçe diken verebilir. Fark etmez, devam etmelisin sulamaya; neye dönüşeceğini bilemezsin. Boş vereceklerin de olacak. Ama illa ki, belki de hiç ummadıkların büyümeye ve seni sarmaya başlayacak.”
Bu değişim, ‘poz Kerem’in poster çocuk hallerini yavaşça yırtıp, yerine daha gerçek bir Kerem’i bizimle tanıştırabilir mi?
“Bahsettiğin poz Kerem bence hiç yoktu. Olmadı öyle biri” diye cevap veriyor, sakin bir tonda. “Yüzünün daha rahat göründüğü, biraz gevşeyip kendin olabildiğin anlardan bahsediyorum” deyince, yüzü bu kez tutuk bir gülümseme eşliğinde gevşiyor.
Yedi yıllık kırılma döngüsüne yaklaşırken, içinden geçtiği uzun tüneller, ilerledikçe karardığı anlar var. Tam da her şeyin uzaktan, dışarıdan, vitrinden en parlak, en kusursuz göründüğü anlar bunlar.
Ülkeye, bulunduğu sektöre, etrafındakilere ‘suç’ atmak da bir seçeneği olabilirdi. Aksine, “Hayatında yolunda gitmeyen bir durum varsa, bunun ilk sorumlusu sensin bir kere” diyor, faturayı kendisine çıkarıyor. “Direksiyon hakimiyetini tekrar sağlaman, her zaman an meselesi” diye bakıyor meseleye, “Yeter ki farkında ol.”
Derken, o ‘kırılma’ ânı geliyor. Hem mecazi, hem gerçek anlamda. İliğinde kemiğinde hissettiği, sesiyle irkildiği bir an bu: “Geçen sene omurgamı kırdım. Bütün vücudumu kaplayan korkunç bir acı içindeydim. Korkunç bir ağrıyla gözümü açtım. Bir anlığına bir daha asla yürüyemeyeceğimi düşündüm. Yere basabildiğimi fark ettiğimde kendimi dünyanın en şanslı insanı hissettim. Omurgam kırıldığı için kendimi dünyanın en şansız insanı olarak da görebilirdim oysa.”
Kerem’e göre mutluluk gibi, mutsuzluk da bir seçim. Bunu fark etmesiyle, yerinden oynatabiliyor satranç taşlarını. Çok okuduğu, yazdığı, bilgi topladığı, cümle aralarına bu bilgileri istemsizce serpiştirdiği, bol bol kitap tavsiyeleri paylaştığı bir dönemden geçişinin etkilerini hissediyorsunuz Kerem konuşurken. Joe Dispenza’nın ‘Kendiniz Olma Alışkanlığını Kırmak’ kitabı listenin tepesinde. Kitapta geçen “Her sabah 20 dakikanı kendine ayır” tavsiyesini sabah rutinine dönüştürmüş, 20 dakikalığına hayatı çıkarıyor hayatından. Geriye kalan boşlukta kendisiyle baş başa kalıyor. Bazen yazıyor, bazen hiçbir şey yapmayıp sadece duruyor ya da aynanın karşısında kendisiyle konuşuyor.
“Günün sonunda 24 saatini kendinle geçiriyorsun. Düşününce kendimize gerçekte ne kadar vakit ayırıyoruz? Tek başına televizyon izlemekten ya da bir kitap okumaktan bahsetmiyorum. Durabilmek, kendini karşına alıp, düşüncelerini önüne koyup yakından bakabilmek ve ihtiyacını sorgulamak asıl mesele.”
Aynı kitapta Dispenza şunu da sorar okura: “Tarihte kaç kez ahmak oldukları düşünülen, bu yüzden şiddete maruz kalan ve sonra dâhi, aziz ya da usta olarak yükselen bireyler gördük? Orijinal olmaya cesaretiniz var mı?”
Dispenza'nın bu sorusuna karşılık, ona engel yaratacak önündeki tüm taşları kendi elleriyle ufalıyor, gerçeğine ve doğalına biraz daha yaklaşıyor. Artık Türkiye’de yaşamasının, her geçen gün biraz daha ülkenin kültürüne, diline alışmasının bu duruma faydası çok: “Türk kimliğimle hep barışıktım. Benim için daha çok, bir tür keşif süreci başladı. Keşfettikçe zenginleştim, derinleştim.” Kaderle, kederle arası olmamasına rağmen, tutunduğu ve benimsediği ifadeler var. Mesela, “Hayırlısıyla olur.”
“Kullandıkça rahatlamaya başladım. Olacağı varsa olur, olmazsa olmaz. Her şey hayırlısıyla, işte… Hayata buradan bakabilince, bir şeylerin olmasına ya da olmamasına takılıp, kendini yormuyorsun” diyor.
GQ Türkiye Sonbahar 2020 Koleksiyon Sayısı Köklerden Göklere, çıktı!
Genel Yayın Yönetmeni: Ali Tufan Koç
Fotoğraf: Erdi Doğan
Gardırop: Under Armour
Styling: Güneş Güner
Saç&Makyaj: Zeynep Dombaycıoğul
Prodüksiyon: Alara Kap
Mekan: Galataport İstanbul