Hızlı Yaşayanlar: Cemi'i Can Deliorman
Dergi Konuları

Hızlı Yaşayanlar: Cemi'i Can Deliorman

Başlığın Rock'n Roll çağrışımları sizi başka yerlere götürmesin; hızı hayatının tam ortasına yerleştirerek az zamanda çok yol kateden sekiz adamın hikayesini anlatacağız size.. Altıncı isim orkestra şefi Cemi'i Can Deliorman.

Yaşamını, sanat ve edebiyatla yoğurmuş olan edebiyatçı, düşün insanı Ahmet Cemal, sanatın özünü, sanatçının içinde yaşadığı dünyayı ve bu dünyanın gerçekliğini kendine özgü yaratıcılığını seferber ederek sanatsal düzlemde yeniden üretmesi ve kurgulaması olarak nitelendirir. Yani sanatçı, eğitimle edindiği akademik ve teknik bilgilerin yanı sıra kendinden kattıklarıyla var eder sanatını. İnsanların duygu ve düşünce dünyasına boyut kazandırabilmesinin sırrı da burada saklıdır zaten. Türkiye’nin en genç orkestra şefi Cemi’i Cem Deliorman’a göre, bir orkestra şefinin bunu başarabilmesi, ancak orkestraya ve esere tam anlamıyla hakim olduktan sonra gerçekleşebilir. “Bir eser, dönem ve stil özellikleri iyi incelendiğinde doğru olarak yorumlanabilir. Dolayısıyla bir şeyler katmak için çok ama çok uzun bir yol kat etmelisiniz.” On yaşında ilk piyano derslerini alan Deliorman, 13 yaşında konservatuvarın keman bölümünde eğitim görmeye başlar. Anne karnında Mozart dinleyip, beş yaşında ilk bestelerini yapan dâhilerden olmadığından söz ederken kendisini “keşfedenin” annesi olduğunu söylüyor. Duyduğu şarkıların melodilerini arkadaşının klavyesinde kusursuz olarak çalabildiğini gören annesi sayesinde piyanoya başlar. O günden sonra da müzik, hayatından hiç eksik olmaz.

Her ne kadar kariyerinde hızlı bir çıkış süreci olmadığını ifade etse de Deliorman’ın aldığı yolda pek yavaş ilerlediği söylenemez. 17 yaşında Viyana Müzik Akademisi’nde Orkestra Şefliği bölümünü kazandığında, bu bölüme giren en genç aday olur. Bölüm tercihinde, sanat tarihinden edebiyata, armoniden müzik felsefesine pek çok farklı alana duyduğu ilgi etkilidir. Müziği, resmi ve şiiri Viyana’da anladığını söylerken, o dönemde, genç yaşından beklenmeyecek bir olgunluk ve oturaklılığa erişmiş olduğunu da şu sözleriyle ortaya koyuyor:

“Viyana, insanı anlamamı, hayatı gerçek anlamda görebilmemi ve bir müzikal kimlik oluşturabilmemi oldukça hızlandırdı.” İlk konserini, öğrencilik yıllarında eğitimini finanse eden Borusan Filarmoni Orkestrası’nın daveti üzerine İstanbul’da gerçekleştirdiğinde 20 yaşındadır.     

Avusturya ve Amerika’daki eğitimlerini tamamladıktan sonra İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası’ndan Borusan Filarmoni Orkestrası’na, Almati Opera ve Balesi’nden Sicilya Senfoni Orkestrası’na çok sayıda orkestrayı yönetir. 2017’den bu yana Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası yardımcı şefi olan 34 yaşındaki Deliorman, orkestra şefliğinin gereğinden fazla anlam yüklenen bir meslek haline geldiğini paylaşırken, görüşünü, dünyanın en iyi kemancı ve müzisyenlerinden olan Nigel Kennedy’nin bir sözüyle destekliyor: “Orkestra şefleri tamamen abartılıyor.” Yine de yaptığının, dünyanın en zor mesleklerinden biri olduğunu söylemeden edemiyor. “Çünkü müzik, bir insan ömrünün yetemeyeceği kadar sınırsız hazinelerle dolu. Elinizde ufak bir kapla, gürüldeyen bir nehirden ne kadar su alırsanız o kadar zenginleşiyorsunuz. Bu anlamda, orkestra şefinin görevi sopasını sallamaktan ziyade; öğrenmek, anlamak ve besteciyle orkestra, orkestrayla dinleyici arasında bir köprü olabilmek.” Bunun yanında, beraber çalıştığı müzisyenleri nasıl bir ruh hali içinde olmaya teşvik ettiğini önemsiyor Deliorman.

“Podyumda benim nasıl hissettiğimin kimse için bir önemi yok ve olmamalı. Örnek vermem gerekirse, Mahler’in yazdığı bir adagio’yu yönetirken asla elde edemeyeceğinizi bildiğiniz bir mutluluğa özlem duyarak çalabilmelisiniz.

Bu ruh halini iyi anlayıp, iyi anlatabilmelisiniz.”

Son olarak içinde bulunduğumuz hız çağında klasik müziğin günümüz insanı için ne ifade ettiğiyle ilgili de söyleyecekleri var. “Bir klasik müzik konseri, insana bir daha asla elde edemeyeceği bir tecrübe yaşatır; insanı değiştirir, derinleştirir. Çünkü o an orada, tek seferlik icra edilir ve tekrarı yoktur. Aynı eser, aynı şekilde ikinci defa çalınamadığı için çok değerlidir. Müziğe dokunamazsınız, tadamazsınız, göremezsiniz hatta koklayamazsınız; ancak, duyarsınız. Bu yüzden müzik çok özeldir ve insanın özüne nüfuz eder.”

İlgili Başlıklar
Daha Fazlası