“Bir günü bir gününe uymuyor” sözü, genelde ruh hali sürekli değişen insanları tanımlamak için kullanılır, malum. Ancak Barış Erdoğan’ın ajandasını tarif etmeye de çok yakışacağını düşünüyorum, zira kendisine “bir günün nasıl geçiyor” diye sorarsanız, alacağınız cevap “hangi gün, hangi ay” oluyor! İstanbul’da yaşasa da birlikte çalıştığı insanların yarısından fazlası Türkiye’de değil. Dolayısıyla saate bakmadan çalışıyor; bazen sabah 5’te uyanıp akşam 9’a kadar çalışıp tekrar uyuyor, bazen uykusunu gün içindeki yarım saatlik şekerlemelerden alıyor. Cep telefonu ise zaten vücudunun bir uzvu gibi. O, “ofisteki ekibimle toplantı yaparken aynı anda kulaklıkla başka bir toplantıya bağlandığım ve ‘hangimizle konuşuyorsun’ sorusunu duyduğum çok olmuştur” diye anlatırken, konuşmasının hızından bile hayat temposunun ne denli yoğun olduğunu tahmin edebiliyorsunuz. Fakat tüm bunlara rağmen saatler cuma akşamını gösterdiğinde işle bağlantısını kesiyor, hayatını işten bağımsız yaşıyor ve “hafta sonu yeniden işe bağlanmam için çok büyük bir kriz olması gerek” diyor. Ne de olsa cinsellikle ilgili bir markayı yönetmek kolay değil. Her an her şey olabilir!
Ankara’da memur bir ailenin çocuğu olarak büyüyen Barış kendi deyimiyle hayatı boyunca “inek” bir öğrenci olduğu için akademisyen olmak istemiş. Bilkent Üniversitesi’nde işletme okumuş, ardından akademisyenlik hayalini gerçekleştirmek için Londra’ya gitmiş. Tabii serde biraz garanticilik de yok değil… “Ya istediğim okullara kabul edilmezsem” düşüncesiyle, mezun olunca bir de iş başvurusunda bulunmuş. Ve şansa bakın ki, Londra’daki ilk haftasında, Türkiye’den ayrılmadan önce iş için başvurduğu tek yer olan Unilever’den önce telefon, yapılan görüşmelerin ardından da teklif geliyor; Barış okuldan ayrılıp, yurttaki odasını boşaltıp apar topar İstanbul’a dönüyor. “Akademisyen olmak yerine master yapıp dönsem de iş hayatında beni aynı şeylerin beklediğine karar verdim ve bir anda döndüm” diye anlatıyor o günleri. İstanbul’da bir süre çalıştıktan sonra ise, bir pazartesi sabahı “Güney Afrika’ya gidip bölgesel bir rolde çalışmak ister misin” sorusunu duyuyor. Tahmin edeceğiniz gibi pazartesi günü bu soruyu duyup, cuma günü kendini uçakta bulmuş ve bir buçuk yıl Güney Afrika’da yaşamış. “O dönemde Nijerya’dan Etiyopya’ya, ayak basılmadık Afrika ülkesi bırakmadım. Hep iyi ki gitmişim diye düşünüyorum. Zorluklar beni yıldırmaktansa yaptığım şeye daha çok tutunmamı sağlıyor. Aksi halde kendimi çok işe yaramaz hissediyorum. Bu, insanlarla iletişim kurarken de böyledir. Karşımdaki beni zorlamıyorsa ondan çok çabuk sıkılırım…”
Unilever’de dört yıl çalıştıktan sonra, aynı yerde olmaktan da sıkılan Barış, uzun süre çalıştığı deodorant kategorisini geride bırakıp, bu defa da saç bakım kategorisinde çalışmak üzere Henkel’e transfer olmuş. Fakat hepsinden hızlı uyum sağladığı işi kesinlikle bugün Benckiser’deki pozisyonu, yani Durex markasından sorumlu olmak.
Barış’a göre, insanların açık yüreklilikle seks konuşmadığı bir ülkede cinsellik odaklı bir işte çalışıyor olmak çok zor. Yine de bu onu yıldırmıyor. “Seks, kendini rahat olarak tanımlayan insanlar için bile, gerçekçi bir şekilde günlük konuşmaların parçası değil. En fazla yakın arkadaş grupları içinde konuşulan bir konu. Bu yüzden bazen iş toplantılarında bile enteresan bakışlara, saklanmaya çalışan gülüşlere maruz kaldığım oluyor. Hatta şöyle söyleyeyim, tüketici şikayetleriyle ilgilenirken şikayetçi tüketiciye bile ulaşamıyoruz. Çünkü kimse yaşadığıyla ilgili detaylı bilgi vermek istemiyor. İnsanları ürünleriniz hakkında konuşturamamak, bu yüzden de tüketici içgörüsüne ulaşamamak çok zor” sözleriyle özetliyor durumu.
Pazarlama sektöründe çalışan biri olarak, ona göre bir ürünü doğru anlatmak sanat. Hedefi ise yapılmamış olanı yapmak. Örneğin marka vesilesiyle Türkiye’deki insanlara yaşları ilerlediğinde de seksten zevk alabileceklerini ve bundan utanmamaları gerektiğini anlatmak. “Tabu yıkmak” kalıbını sevmiyor, bu yüzden “tabuların etrafından dolaşmak” demeyi tercih ediyor.
“Tabu tabudur ve belki de öyle kalmalıdır. Yine de kariyerimde hiçbir zaman çizgileri zorlamaktan korkmadım. Farklı yollar denemek en güçlü öğrenme yolu ve bu beni zenginleştiriyor. Hayatımın bir evresinde yine ülke değiştirebilir ya da iş hayatını bırakıp okula devam edebilirim mesela. Hızlı yaşamak bir tercih değil ama hızlı yaşamayı gerektirecek mesleği, arkadaşları, alışkanlıkları seçmek tercih. Yani hız, kişisel tercihlerimin sonucu.”