Hızlı Yaşayanlar: Levent Çalıkoğlu
Dergi Konuları

Hızlı Yaşayanlar: Levent Çalıkoğlu

Başlığın Rock'n Roll çağrışımları sizi başka yerlere götürmesin; hızı hayatının tam ortasına yerleştirerek az zamanda çok yol kateden sekiz adamın hikayesini anlatacağız size.. İkinci isim İstanbul Modern Genel Direktörü Levent Çalıkoğlu.

Sanat, yetenek işi midir, yoksa meraktan mı beslenir? İstanbul Modern’in genel direktörü Levent Çalıkoğlu’na soracak olursanız sanatı doğuran meraktır. Yeteneğin nadir bulunduğuna ama merakın, kendisi de dahil olmak üzere sanatla haşır neşir olan pek çok insanı sanata bağladığına inanıyor. Aslına bakarsanız Çalıkoğlu’nun sanatla ilişkisini, “haşır neşir olmak” diye tanımlamak biraz hafif kalıyor. Karşımda, sanat dışında yaşamını dolduran bir şey olmadığını söyleyen, tutkusunu hayatına yedirmiş, kendi tabiriyle 1989’dan beri bu alana adanmışlıkla bağlı bir isim var.

Çalıkoğlu’yla, Galataport projesi sebebiyle Karaköy’deki Antrepo binasından taşınan İstanbul Modern’i, üç yıl boyunca ağırlayacak olan yeni mekanında buluşuyoruz. Pera Palas, Büyükada Rum Yetimhanesi ve İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde imzası bulunan ünlü mimar Alexandre Vallaury tarafından inşa edilen Tepebaşı’ndaki 1896 tarihli yapıda hummalı bir çalışma var. Çalıkoğlu, müzenin açılışı için hazırlıklar sürerken, buraya ilk gelenlerden olduğumu söylüyor. Taşınmayla birlikte hızlı ve yoğun temposunun vites artırdığı fark ediliyor. Titrine bakarak onun sadece sergilerin küratörlüğünü yaptığı sanılabilir. Oysa bundan çok daha fazlası var. “Benim işim tüm hızları tek bir ana indirgemek. Hızları yönetiyor ve eşitlemeye çalışıyorum. Bunu yapmazsam serginin açılışını yapamayız” diyor. “Bir serginin hazırlığı bazen üç yıl, bazen beş yıl sürer. Bu geniş bir zamandır, bir hız değildir. Açılış günü ise bütün birikmiş zamanların nihayete erdiği bir durum yaratır. Tabii bunun görünmeyen o kadar çok kısmı var ki. Mesela açılış sergimiz Almanya’dan geliyor. Sanatçı Tony Cragg’in yapıtları kasalanıyor, tırlara yerleştiriliyor ve yola çıkıyor. Bunun yanında sigorta ve gümrük işleri yapılıyor. Şu anda üç tır yolda. Bu görünmeyen ve kimsenin de aklına gelmeyen bir süreç.” Bu süreçte, sanatçıyla iletişimden serginin bütçesine ve hatta bir yapıtı asmak için kullanılacak dübelin ebadına kadar her şeyle en ince detayına kadar ilgileniyor. Serginin arka planındaki uzun soluklu çalışma esnasında en kıymet verdiği şeyse sanatçının zamanı. Sonuç sanatçının üretimine bağlı olduğu için hızın yarattığı gerilimin sanatçıya yansıtılmaması gerektiğini düşünüyor. “Müze ziyaretçileri için de esas olan, bu üretim, yani sanatçının yapıtlarıdır.”

İstanbul Modern, açıldığı 2004 yılından bu yana Türkiye’nin kültür-sanat arenasına hatırı sayılır oranda bir canlılık kazandırdı. Çalıkoğlu, kuruluşundan itibaren müzenin bünyesinde yer aldığı için bu değişimi bizzat gözlemleyenlerden. İstanbul Modern açılmadan önce buranın ne kadar ziyaretçi çekebileceğine dair tahminler yürütürken, referansının 1999’daki Erol Akyavaş sergisi olduğundan söz ediyor. 15 bin kişinin ziyaret ettiği bu sergi, o güne kadar en çok gezilen sergi olarak gazete manşetlerine taşınmış. Geçen yıl İstanbul Modern’i gezenlerin sayısının 580 bine ulaşmış olmasıysa kendisini halen şaşırtıyor. “Bir modern müzeyi 14 yılda, yedi milyonu aşkın kişinin ziyaret edeceği kimsenin aklına gelmezdi. Benim gelmemişti doğrusu” diyor. Her şeye rağmen gerçekçiliği de elden bırakmıyor: “Bizim coğrafyamızda kültür-sanatın önceliği yok.” Yaptığı bir araştırmayla, Türkiye’de 1800’lerin ortalarından 2002’ye kadar resim sergisi açmış ya da karma sergiye katılmış 1250 civarında sanatçı olduğunu saptayan Çalıkoğlu, Polonya’da aynı tarihsel aralıkta bu sayının 15 bin civarında olduğunu anlatıyor ve ülkemizde üretimin hâlâ çok az olduğunu söylüyor.

Niceliksel anlamda üretim az olsa da sanata, sanat fuarlarına ve sergilere artan bir ilgi var. Bu bağlamda, teknolojinin hayatlarımıza kazandırdığı hızı bir avantaj olarak mı görmeliyiz acaba? Sergilerin her detayıyla Instagram’da paylaşılıyor olması sanatı daha cazip kılıyor olabilir mi? Ya da onu bir tüketim malzemesine mi dönüştürüyor? Çalıkoğlu, Avrupa’daki pek çok müzenin, sosyal medya üzerinden fotoğraf paylaşımları konusunu tartıştığını ifade ediyor. “Aşırı paylaşım sergilerin ruhunu öldürmeye başladı. Bir serginin Instagram’da çok tüketilmesi, ziyaretçiye, ben bunu gördüm zaten hissi yaşatıyor. Bu yüzden, Londra’daki Tate Modern, belirli sergilerde fotoğraf çekimine izin vermiyor. Bunun çok yerinde bir karar olduğunu düşünüyorum. Çünkü serginin, ruhu ve kimliği fotoğrafa sığmaz. Bunu yapmaya çalışmak sergiye ihanettir.” Çalıkoğlu son olarak, sosyal medyanın hız, tüketim ve görüntü takıntısının müze ziyaretinin doğasıyla tezat içinde olduğuna değiniyor.

“Müze ziyaret etmek, sanata zaman ayırmak demektir. Sergilerin amacı bütün hızları durdurmaktır. Bir sergiyi gezmeye başladığınızda hayatınızın hızını unutursunuz.”

İlgili Başlıklar
Daha Fazlası