İbrahim Çolak: 19 Yıl ve 50 Saniye
Dergi Konuları

İbrahim Çolak: 19 Yıl ve 50 Saniye

Dünya Şampiyonaları’nda, Olimpiyatlar’da halka, kulplu beygir, paralel performanslarını hayranlıkla izlerken “Bizden neden böyle sporcular çıkmıyor?” diye düşünmüşsünüzdür mutlaka. Belki ‘futbolun spor alanını domine etmesi’, belki ‘imkânların, destek mekanizmalarının yetersizliği’ gelmiştir aklınıza. 2019 yılında ‘bizden’ bir dünya şampiyonu çıkınca ‘nasıl’ı merak etmişsinizdir. Sizin için İbrahim Çolak ve yol arkadaşı, antrenörü Yılmaz Göktekin’e o belleklerimize kazınan 50 saniyeye ve altına giden 19 yıla dair tüm sorularımı sormaya çalıştım. Verdikleri cevaplar bazen beni şaşırttı, bazen bana ön yargılarımı sorgulattı. Direnç, kararlılık, tutarlılık, emek, takım olmak, vaz geçmeme, destek ve başarı üzerine yeniden düşündürdü.

Spor sosyolojisi ve toplumsal cinsiyet eşitliği üzerine uzun zamandır araştırma yapan, dersler veren bir akademisyen olarak en merak ettiğim konulardan biri ailesinin jimnastiği neden, nasıl seçtiği ve İbrahim’in özellikle çocukluk, ergenlik dönemlerinde akran zorbalığına maruz kalıp kalmadığıydı. Cevabı çok netti:  “Ailem sporcu. Beni jimnastik olmasaydı bile bir spor branşına yönledirirlerdi.  Amcamın da jimnastikçi olması sebebiyle bu branşi tercih ettiler. Beş yaşında başladım. ‘Neden jimnastik’, diye sormadım bile kendime. ’Ne branş yapıyorsun?’  diye sorup ‘jimnastik’ cevabını aldıklarında, ‘Aa kız sporu değil mi o?’ diyenler oluyordu tabii.  Soran herkese açıklamasını yapıyordum, bazen videolar gösteriyordum. Elde ettiğimiz başarılarla sorular azaldı.”

Yılmaz hocaya ise beş yaşında salona gelen bir çocukta ‘ışığı’ nasıl gördüğünü sordum ilk olarak: “İbrahim’in amcası Erkan Çolak’ın bir oğlu, bir kızı var. Onları ve İbrahim’i beraber getirdi jimnastik salonuna. Belli bir süre üçü  beraber devem ettiler. ‘Sporcu olunmaz, doğulur’, derler ya... Ufak testlere tabii tuttuktan sonra İbrahim’i ayırdık. Yeteneği, kas kuvveti, algılaması farklıydı diğerlerinden. Onu elit gruba aldık. Buradan nereye gidebileceğimizi tam olarak bilmiyorduk tabii. 

Beş yaşında bir çocuk, haftanın dört günü okuldan çıkıp salona gidiyor; akşam, o yorgunlukla, eve gelip ödevlerini yapıyor. Nasıl mümkün olabildiğini anlatıyor İbrahim:

“Çok zordu tabii. Hafta içi yoğunluğum çok fazlaydı. Okul 12.00’de ya da 13.00’de bitiyor. Eve gelip bir şeyler yiyorum, üstümü değişiyorum. 16.00 gibi salonda oluyorum. Çıktığımda saat 21.00. Yolda zaman kaybetmemem için amcam beni motoruyla alıp eve bırakıyor. Yemek, banyo derken ödevim başına 22.00 gibi oturuyorum. Ertesi gün 7.00’de kalkıp okula gidiyorum. Sokakta oynayamadım tabii. Oyun da jimnastik salonundaydı benim için. Öğretmenlerimin, okulun desteği çok büyüktü. Başarı da elde etmeye başlayınca benim her yıl sabahçı olacağım bir sistem oturttuk hep birlikte. ‘Yeter artık istemiyorum, oyun oynamak istiyorum’ dediğim zamanlar da oldu tabii. O dönemlerde ailem ve Yılmaz hoca büyük destek oldu.”

Tabii bu yıllarda, arka planda, başka operasyonlar da yürümüş. Mesela İbrahim’deki motivasyon düşüklüğünü fark ettikleri zamanlarda annesi ve babası Yılmaz hocayla iletişime geçmiş. Salona geldiğinde onu takım kaptanı yapmışlar, ‘gaz vermişler’. Ergenlikte de yer yer tükendiğini hissetmiş İbrahim. Hocasıyla tartıştığı zamanlar da olmuş. Ancak ikisi de o tartışmaları bir sondaki güne, antrenmana taşımamış. Kendimi düşündüm, ergenlik yıllarımı... İbrahim’in ergenliğinden çok farklıydı. Bu anlattığı olgunluğa üniversite yıllarında varabilmiştim belki. Sporun insanı nasıl erkenden olgunlaştırdığını anlattı İbrahim bunu sorunca.  “Spor erken yaşta olgunlaştırıyor. Jimnastiğin özelliği, içinde barındırdığı disiplin... Biz salonda yalnızca hareketleri öğrenmiyoruz. Düzeni, temiz olmayı, düzgün giyinmeyi, iyi iletişim kurmayı, aynı yerde antrenman yapan çocuklara iyi örnek olmayı da öğreniyoruz. Kulüpler arası yarışmalarda bile milli takımmışız gibi birbirimizi desteklemeyi, tatlı rekabeti...”

Geçtiğimiz yıl İbrahim’i altına götüren, hayranlıkla izlediğimiz, o kusursuz 50 saniyelik seriyi izlerken (her nedense, 90 saniye olduğunu düşünmüştüm. O serinin tamamlanması için gereken sürenin bir buçuk dakika olması gerektiğine dair bir yargı oluşmuş kafamda bir şekilde) her bir hareket için kaç tekrar yapmış olabileceğini hayal etmeye çalışmıştım. Yüzlerce kez, on binlerce kez... İnsan kendini nasıl motive edebilirdi acaba, bunun için ne gerekliydi?: “Sporcuda olması gereken en önemli özelliklerden biri sabır.  Sabır... Jimnastikte en az 8-10 yıl temel eğitim alınca uluslararası alanda başarılar elde etmeye başlıyorsunuz. O da yavaş yavaş... Bir hareketi yeni çalışmaya başladığınızda olmuyor tabii.  İkincide de olmuyor. Düşe kalka öğreniyoruz. Her yeni hareketin çok fazla tekrarını yapmamız gerekiyor.  Bunu biliyoruz. Tekrar yaptıkça kafamız daha rahat oluyor. Vücudumuz otomatik hale geliyor. Bunun bilincinde olduğumuz için o tekrar sayılarına katlanabiliyoruz. Zor antrenmalara katlanabiliyoruz. ”

 

‘Halka’yı nasıl seçti?

Yılmaz hoca da mottolarının ‘çok tekrar, çabuk öğrenme’ değil, ‘ekstra tekrar ve en iyi öğrenme’ olduğunu söyledi. Uluslararası arenaya çıktıklarında, oradaki tüm sporcuların aynı hareketi yapabildiğini ancak yalnızca en iyi yapanın, mükemmel yapanın en iyi puana, altına ulaştığını anlattı. Bunu çok küçük yaşlardan sporcularına anlatıyorlarmış. Ancak yeterli altyapı, kas kuvveti, koordinasyon, esneklik oluştuktan sonra, bazı haraketleri yapabileceklerini ve bir hareketi yapınca hemen arkasından daha zorunun geleceğini... Açık saltodan sonra, burgulu salto... Öğrenci bunu sorgulamıyormuş. “Hocam diyorsa, yapmam gerekiyor” diyormuş. Aralarında müthiş bir güven ilişkisi kuruluyor en başından. Sporcu, kendisini hocasına teslim ediyor. 

Peki altı farklı branştan halkayı nasıl seçiyor İbrahim?: “Halka aleti güce, kuvvete dayalıdır. Küçük yaşta, halkada, yapabileceğiniz hareketler çok sınırlıdır bu nedenle. Ben 2009-2010 yıllarında halkada biraz zor hareketler yapmaya başlamıştım. 2011’de ilk kez uluslararası alanda madalya kazandım gençlerde. O madalyadan sonra daha fazla yöneldim halka aletine. 2013 yılında sol ayak bileğimde bir sakatlık yaşadım. Ayağım beş hafta alçıda kaldı. Her gün değneklerle antrenmana gittim. Üst beden çalıştım. Alçı çıktıktan sonra gövdem çok gelişmişti. Bu bir dönüm noktası oldu benim için. O sakatlık zamanını avantaja çevirdim.  Daha sonra yaşadığım tüm sakatlıklarla aynı şeyi yaptım.” 

 

Yazının tamamı GQ MOTY 2020 Özel Sayısında...

 

İlgili Başlıklar
Daha Fazlası