Bugün download rakamlarına bakarak oyalanan bir nesiliz. 10 sene sonra bambaşka bir yere gideceğiz. Şimdiden hazırlanın.
Gelecekteki kendinize yakından bakın. Çok değil, sadece birkaç yıl sonrasına... Sağ bileğinize yumuşak, kauçuk bir bant sarılı. Üzerinde Fitbit yazıyor. Bilekliğin arada bir göz attığınız, küçük, ışıl ışıl bir LED ekranı var. Sıra sıra rakamlar... Ne kadar yürüdüğünüzü ölçüyor; kaç basamak tırmandığınızı, ne mesafe koştuğunuzu, kaç kalori yaktığınızı, kilonuzun ne denli eksilip arttığını... Bu bilgiler siz hareket ettikçe yenileniyor, sonra kablosuz bağlantı üzerinden cep telefonunuza ya da bilgisayarınıza aktarılıyor. Bilgileriniz orada taze, dumanı tüten bir grafik olarak sizi bekliyor.
Sol bileğinizdeki bant biraz daha farklı. Onun üzerinde ekran yok; biraz daha yumuşak, daha sıkı sarıyor. Dikkatli baktığınızda Jawbone Up kelimelerini okuyabiliyorsunuz. İşlevi Fitbit’ten çok farklı değil ama adımlarınızı, harcadığınız kaloriyi sayarken onun da kendine has yöntemleri var. Üstelik ne kadar uyuduğunuzu, bunun ne kadarının top atsanız uyanmayacak denli ağır ve derin, ne kadarının tavşan modundaki gibi hafif olduğunu da ölçüyor, uyku kalitenizi bir grafik haline getiriyor. Kaç defa uyandığınızı, ne kadar dönüp durduğunuzu not ettiği gibi, sizi en uygun zamanda uyandırarak, tazelenmiş hissetmenizi sağlayan da o (En azından iddiası bu yönde).
Ne kadar gezdiğinizi, kaç saat uyuduğunuzu bildiği yetmiyor, yiyip içtiğinize de karışıyor Jawbone Up. Marketten ne alıyorsanız barkodunu okutturuyorsunuz, kalorisini hesaplayıp kişisel veritabanınıza işliyor. Günün sonunda kaç kalori tükettiğinizi okuyup dertleniyorsunuz (veya seviniyorsunuz, orası size kalmış). Bitmedi. Dilerseniz, hislerinizi de sisteme işliyorsunuz. Belli bir saatte üzgün, sevinçli veya bomboş mu hissediyorsunuz? O hissi de kendiniz giriyorsunuz grafiklere. Birkaç defadan sonra Jawbone Up, hesabı getirip önünüze koyuyor: “Bir haftada şu kadar kalori yaktın, şu kadarını da aldın, şöyle yürüdün, böyle uyudun, genellikle dertlendin, hayıflandın... Biraz daha basamak çıkarsan, sevinme eşiğine yaklaşacaksın. Ha bir de, seni tam dürttüğüm zaman uyanırsan, güne kafan daha rahat başlarsın.”
Gelecekteki hallerinizi gözlemeye devam. İki kolunuzda iki bilezik var ama yetmiyor. Kendinizi ölçme yoluna baş koymuşsunuz bir defa. Başka yöntemlerin de peşindesiniz. Kendi hallerinizi merak ediyorsunuz; o yüzden sizi sizden iyi kim bilecek, kendinize soruyorsunuz. Mobil uygulama AskMeEvery bunun için biçilmiş kaftan. Gündelik hayhuya kapılır gidersiniz diye, sisteme kaydolduğunuzda, sizin yerinize o soruyor. Önden belirlediğiniz sorular e-posta olarak geliyor, paşa paşa yanıtlıyorsunuz: Bu sabah kaçta uyandım? Ne kadar koştum? İyi hissediyor muyum? Kaç bardak su içtim? Kaç şınav çektim? Kaç dakika İspanyolca çalıştım? Hangi vitaminleri aldım? 1’den 10’a bir skalada nasıl hissediyorum?
Hemen yanıtlıyorsunuz. Ertesi gün de. Ertesi hafta da... Anlamlı bir bütüne ulaşınca AskMeEvery size grafiklerle geliyor. Verileriniz tane tane anlatıyor. Yetinmiyorsunuz. Gündelik keyif/keyifsizlik durumunuz için Happiness, kalp ritminiz için emWave2, kan basıncı için Blipcare, kan testi için InsideTracker, DNA diziliminiz için 23andMe, bağışıklık düzeniniz için uBiome, kan şekeri ölçümü için Dexcom, beyin dalgası verileriniz için Muse, yeme alışkanlıklarında denge için Hapilabs, besin testleri için SpectraCell, bilinç düzeyi takibi için Quantified Mind, size en uygun diyet için MyFitnessPal ve nihayet bu kadar veriyi nasıl en verimli şekilde düzenleyeceğinizi bilebilmek için de RescueTime kullanıyorsunuz.
Ne eksik ne fazla... Birkaç sene sonraki haliniz işte bu. Yukarıda saydıklarımdan bazılarını halihazırda kullananlar var aranızda. Ama bu kadarına da pes mi diyorsunuz? Son tatilinizde çektiğiniz 857 fotoğrafı Facebook’ta “layklatan”; değil insanoğlu, kendiniz için bile küçük sayılacak ıvır zıvır bilgiyi Twitter’a giren; Instagram’da, Pinterest’te, AskMe’de, FriendFeed’de gün aşırı fink atan da sizsiniz. Birkaç sene önce, işten güçten artırdığınız vaktinizi bunlar arasında böleceğinizi söylesek ona da inanmazdınız. Ama yapıyorsunuz.
İşaretleri okuyun. Hiçbir şey boşuna değil. Şimdi bütün bunların ötesine geçtiğimizi, yeni bir döneme girdiğimizi söyleyenler var. Self-quantifiers (kendini ölçenler) isimli bir akım, yeni teknolojiler sayesinde, bir devrimin eşiğinde bulunduğumuza inanıyor. Attıkları adımları, tırmandıkları basamakları, uyku düzenlerini, beyin dalgalarını, kan şekeri oranlarını, vücutlarındaki mikropları, çişe çıkma sıklıklarını, hacet giderme sürelerini, tükettikleri ve yaktıkları her bir kaloriyi, her şınav ve mekiği, kardiyo performanslarını, nabız değişikliklerini ve aklınıza gelen gelmeyen her şeyi ölçüyorlar. Elde ettikleri bilgiyle kişisel veritabanlarını kuruyorlar. İşliyor, karşılaştırıyor, bir performans haritası çıkarıyorlar. Kendi izlerini takip ettikçe vücutlarını hack’lediklerini, vücutlarını hack’ledikçe de kendi kendilerinin gurusu haline geldiklerini savunuyorlar.
Bir bilimkurgu filmine benziyor ama değil. Olaylar günümüzde geçiyor. “Eskiden kendimizi doktorlara sorardık, devir değişti” diyorlar. Artık kendilerini, bizzat kendilerinin topladığı, kendi verilerine emanet ediyorlar. İddia şu: Bu sayede tıbbi gereksinimlerin çoğu azalacak, fiziksel ve mental kapasitenin zirvesine çıkılacak, daha iyi ve kaliteli bir hayat sürülecek. Şu aşağıdakiler gibi çoğu soruya da doğrudan cevap verilecek: “Neden şişmanım? Neden her sabah kendimi berbat hissediyorum? Her tarafım niye ağrıyor? Hastalıklarımın sebebi ne?” Yolla verini, aç uygulamayı, gir grafiğe, öğren... Kendini ölçenler işte böyle hareket ediyor.
“Derdi tasası az, vakti bol birkaç gencin karıştırdığı işler bunlar” da diyemiyoruz. Self-quantifiers akımının fikir önderleri, bugünkü hayatımızı nasıl yaşamamız gerektiğini söyleyen insanlar. Wired dergisinin kurucuları Kevin Kelly ve Gary Wolf, beş yıl önce self-hack (kendini hack’leme) terimiyle geldikten sonra iş aldı yürüdü. Wolf’un üç yıl evvel The New York Times’a yazdığı “The Data-Driven Life” (Veri Odaklı Yaşam) makalesiyse bir manifesto olarak kabul gördü.
O makalede şunları söylüyordu Wolf: “İnsan hata yapar. Olaylar hakkında hata yapıyoruz, verdiğimiz hükümlerde yanılıyoruz. Görüş alanımızda kör noktalar, dikkat akışımızda boşluklar var. Bazen en basit soruyu bile cevaplayamıyoruz. Geçen hafta bugün neredeydim? Bu ağrı bacağımda ne süredir var? Bir günde ne kadar para harcıyorum? Bu zayıflıklar bizi dezavantajlı durumlara sürüklüyor. Kısmi bilgilerle kararlar alıyoruz. Önümüzü tahminlerle görmeye çalışıyoruz. İçgüdülerimize güveniyoruz. Ya da şöyle diyelim; içimizden bazıları bu şekilde yaşıyor. Diğerleri verilerle yol alıyor.”
Bugün bu manifestoya yürekten bağlı, “Say de sayalım, ölç de ölçelim” diyerek Wolf’un yolundan yürüyen binlerce kişi var. Çoğunluğu erkek. ABD’de, özellikle de “Silikon Vadisi’nin ovası, nerd’lerin yuvası” San Fransisco’da yaşıyorlar. Ayrıca Avrupa’da, Avustralya’da, kısmen de Japonya’da hatırı sayılır self-quantifier ikamet ediyor. Tek tek her ülkede bu gruptan birkaç kişi bulmak mümkün ama en anlamlı çoğunluğa, elbette ki düzenli bir şekilde katıldıkları toplantılarda ulaşılıyor.
Örneğin San Fransisco’da epey hararetli geçen buluşmalardan birine uğrarsanız, katılımcıların “smart casual” giyinen orta-üst sınıf, beyaz yakalı insanlar olduğunu görürsünüz. Takım elbise, tayyör yok. Genç nerd’ler, çok hafif göbek salmış daha yaşlı adamlar ama en çok da yağ oranı tek hanelerde dolaşan, incecik, derileri sağlıktan ışıl ışıl parlayan erkek ve kadınlar etrafınızda dolaşıyor. Çeşit niyetine, askeri botları, kapüşonlu sweatshirt’leri ve “buradayım” diye bağıran dövmeleriyle hipster’lar da mevcut.
İçlerinden bazıları henüz amatör, kendilerini ölçüp biçme konusunda yeterince yetkin değiller. Mesela henüz düzenli şekilde şekerini ölçüp app vasıtasıyla bilgisayara yükleme aşamasında olanlar var. Günlük tereyağı tüketimiyle zihinsel kapasitesi arasında bir ilişki arayarak küçük uzmanlıklar peşinde koşanlar da bulunuyor. Daha gelişmiş modeller, vücut-kütle oranından coğrafi lokasyona, gen diziliminden psikolojik hallere her ölçüyü özenle giriyor. İşe giderken bisikletle kat ettikleri yoldaki günlük, haftalık, aylık performanslarına bakarak bir doygunluk/memnuniyet endeksi yaratmaya çalışıyorlar. Bazıları kendilerini ölçmekle de yetinmiyor (özellikle Japonya’da), işe evcil hayvanlarının verilerini de karıştırıyorlar. Her ortamda illa ki bulunan “aşırı insan” kontenjanından, düzenli olarak dışkısını analiz edenler de mevcut, bebeğinin zihin dalgalarını ölçen de. Yani sonu yok bu işin...
Unutmadan, etrafta bir de profesyoneller var. Hazır su akarken küpünü doldurmaya çalışanlar... Ortamı koklayıp yeni geliştirecekleri yazılım ve uygulamalar için mevzu arıyorlar. “Terleme oranlarını ölçmek işe yarar mı” diye bakınıyorlar mesela. Gündelik tüketilen kahve miktarı, hafıza kapasitesiyle ilişkilendirilebilir mi? Kaç buluşmaya kaç sevişme düşüyor? Stresli zamanlarda sevişmekten gerçekten ekstra haz alınıyor mu? Yoksa bunu şehir efsaneleri ya da doğru bilinen yanlışlar rafına kaldırmanın vakti geldi mi?
Abartı değil, insanlık tarihi adına yeni bir eşikteyiz. Bu düzeyde, bu denli ayrıntılı bilgi ilk defa toparlanıyor. Adına “big data” (mümkün olan bütün verilerin bir araya gelmesi) denilen sistemde artık nabız oranlarından solunum kapasitesine, gayet kişisel veriler bulunuyor. Üstelik bu işe kalkışanlar öyle haber alma teşkilatları falan da değil, sen-ben-bizim oğlan.
Yani rıza, onay hepsi tamam da, bazı sıkıntılar illa ki yaşanacak. Yeni döneme getirdiği taze yorumla dışarıda epey takdir gören Big Data kitabının yazarı Kenneth Cukier, artık yavaş yavaş karanlık tarafa geçtiğimizi öngörüyor. Yine Cukier’e göre o tarafta bizi ciddi bir risk bekliyor: Hipokondriya, yani hastalık hastası olmak. Toplanan bilgilerin çoğu, doğal olarak kuru gürültüden ibaret. Konuyla ilgilenen psikologlar, hastalarını bu sevdadan vazgeçirmeye çalışıyor. Mesela New York’tan bir psikolog, Steven Reisner, kendisine gelen bir çiftin birbirlerinin hayatına “yeterince katma değer” ekleyememekten yakındığını söylüyor. Bu katma değeri, gerçekten de sayısal değerlere dökerek ölçmeye çalıştıklarını söylemeye gerek var mı?
Tabii bir de işin gizlilik boyutu var. Yani gizli servislerden sigorta şirketlerine, bu verilerden yararlanabilecek herkese, bile isteye yapılan bir servis söz konusu. Bu konu hakkında tonlarca söz söylenir, makaleler/kitaplar yazılır da, hayatını online çalışarak kazanan, mevzu hakkında bütün külliyatı yutmuş Wired editörü Gary Wolf gibi adamlara da “Ama kardeşim, büyük birader seni izliyor haberin olsun” demek abes. Ne yapalım, vardır bir bildikleri. Çişini ölçmek isteyene biz nasıl karışalım...
Michael Galpert, 30 yaşında, ABD’li bir internet ve mobil teknolojiler yatırımcısı. Twitter bio’sunda “İnsanlara süper-insan olsunlar diye yardım eder” yazıyor. Kendisi de bir süper insan olmaya çalışıyor. Sabahları uyandığında, beyin dalgaları çoktan ölçülmüş; derin uyku, hafif uyku süreleri bir grafiğe işlenmiş oluyor. Banyodaki dijital tartısına basar basmaz, oradaki veriler bilgisayarına gidiyor. Kahvaltısını etmeden evvel tabağındaki ıspanaklı omletin fotoğrafını çekince, o öğündeki kaloriler, sistemdeki veritabanına kaydoluyor. İşe gitmek üzere bisikletine atladığında, hız ve mesafesini ölçen bir başka sistem devreye giriyor.
Galpert, Financial Times gazetesine “Benim işim start-up, zaten rakamlarla ilgileniyorum” diye anlatıyor. Sayfa gösterimleri, indirme sayıları derken mevzuyu kendisine bağlamış. Yaktığı kalorilerden alışveriş alışkanlıklarına, kendi verilerini ekonomik veriler gibi işliyor. Ve tıpkı sektörde işler kötü gittiğinde yaptığı gibi, kendi verileri dip yaparsa yeni kararlar alıyor. En basit örnek: “Uyku kalitesi bugün düşük mü? Toplantıyı yarına alalım.”
Kendini ölçme sektöründe ürün geliştirenler, kendi izini takip etmenin 10 sene içinde sağlıktaki en büyük reform haline geleceğini söylüyor. İddialarına göre en azından hafif vakalarda, doktorlar ve sigorta şirketleri baypas edilecek.
Bu ürün uzmanlarını böyle iddialı konuşturan şey tabii ki muazzam büyüklükteki rakamlar. Küresel self-help ve rejim işinde yüz milyarlarca dolar yatıyor. Pew Research Center’ın ABD ölçeğinde yürüttüğü araştırmaya göre her 10 kişiden 7’si en az bir şeyi zaten ölçüyor. Bu kişilerin üçte biri de kan şekerinden uyku kalitesine, rejim ve kilo kadar popüler olmayan rakamların peşinde.
Kendi vücudunu hack’leme işinin pirlerinden, The 4-Hour Body (Dört Saatlik Vücut) kitabının yazarı Timothy Ferriss, üst düzey egzersiz yapmadan nasıl kilo verileceğini, sadece iki saatlik uykuyla zihinsel zirveye nasıl çıkılacağını, 15 dakikalık orgazma nasıl ulaşılacağını anlatıyor. Dinleyicileri başta Google ve Facebook, Silikon Vadisi çalışanları.
Bu da işin bonusu olsun. Gün içinde kalp ritmindeki dalgalanmaları ölçmek, işin uzmanlarına göre bambaşka bir bilgiyi ortaya çıkarabilir. Saat kaçta, kimle birlikteyken nabız yükseldi? İşe yararsa, ayıklayın bakalım pirincin taşını...