Her Şeyden Önce O Vardı
Dünya üzerinde ne kadar mitolojik yaratılış hikayesi varsa hepsi bir çeşit kaos tasviriyle başlar. Yunan mitolojisi, ‘Kaos’tu hepsinden önce var olan’ diye açar kapıyı. İskandinav mitolojisi karanlığın ve kaosun tanrısı Ymir’i atası kabul eder. Özetle insan, varoluşundan beri bilmediğine korkuyla bakar. Karanlığı, düzensizi sevmez. Beynimiz de böyle çalışır. Tam bir düzenleme mekanizmasıdır. Zihin anlamlandırır. Bilinç manalandırır. Hafıza yerli yerine koyar. Müthiş bir organizasyon içinde durmadan çalışan bu 1,4 kiloluk elektrikli koordinatörün en acıklı huyu nedir biliyor musun? Kendini en önemli organ sanır. Bir şeyi bildiğinde onunla ilgili her şeyi bildiğini var sayar. Düzen içinde olmayanı da yok sayar ya da nizam içine sokmaya çalışır. Bütün medeniyetlerin kökeni de kurallar, kanunlar yani düzen değil midir? Tarihte düzeni olmayanlar barbar denilerek yok edilmemiş midir? Aşk gibi, seks gibi ‘kontrol edemediğimiz’ kaotik duygular zapturapt altına alınmaya çalışılmamış mıdır? ‘Günah’ diyerek yasaklanmamış ya da ‘hayvanlık’ diyerek dışlanmamış mıdır? Peki neden bu kadar korkar insan kaostan?
Totem Ve Tabu
Eğer gerçekten insanın bin yıllardır neden yaratıcı inancı etrafında toplandığını, tanrılara güçler atfettiğini ve öteki dünyayla kendini terbiye ettiğini merak ediyorsan sana iki tane kitap önereyim. Birincisi antropolog Bronislaw Malinowski’den Büyü, Bilim ve Din. Malinowski, kabileler üzerinde yaptığı incelemelerde insanın bilinmezliğe, büyü kavramıyla başlayan ve daha sonra din, bilim şeklinde devam eden açıklama girişimlerini anlatıyor. Yıllar içinde ilerliyor gibi görünsek de aslında bilinmezliğe olan korkumuzun hiç değişmediğini anlatıyor. Diğeri Sigmund Freud’dan Totem ve Tabu. Burada da Freud, kutsallık ve ilahi adalet kavramının insan psikolojisindeki yerini anlatıyor. Kendinden daha üstün bir yaratıcıya, o yaratıcının kendisini cezalandıracağına ya da iyi bir çocuk olursa ödüllendireceğine olan inancının kökeninde önemli hissetme ihtiyacı olduğunu söylüyor. ‘Büyük güç tarafından izleniyorum. Bu ve öteki dünyada yaptıklarımdan dolayı başıma iyi ve kötü şeyler geliyor. Dolayısıyla ben önemliyim. Umursanıyorum. Varım!’ deme biçimimiz.
Seçim İlizyonu
Biz insanlar, bilinç adı verilen tatlı bir lanetle doğuyoruz. Geçmişi görebiliyor ama değiştiremiyoruz. Geleceğiyse göremiyor ama şekillendirebiliyoruz. Orada öyle bir bilinmezlik var ki buraya takılı kalanlar da yerinden kımıldayamıyor. Beynimiz bize, ‘kontrol’ adında çok havalı bir oyun oynuyor. Çoğu zaman bir şeyleri kontrol edebildiğimiz hissine kapılıyoruz. Geleceğimizi, kariyerimizi, ilişkilerimizi, kararlarımızı... Seçim diye bir piyon var ama koca satranç tahtasında en fazla bir kare ilerleyebiliyor. Sonsuz olasılığın içerisinde asılı durduğumuzu fark ettiğimizde büyüklükten korkuyoruz ve korkumuzu dindirmek için sarılmalık peluş oyuncaklar buluyoruz. Evrene mesajlar yolluyoruz. Gezegenlerin konumlarından medet umuyoruz. Fallarla gelecekten onay alıyoruz. Kimimiz de kariyerimizi planlıyoruz. ‘To do list’ler yapıp geleceğimizi planlıyoruz. Kaosla pazarlık ederek güvende hissetmeye çalışıyoruz. Bak sana kontrolle ilgili bir hikaye anlatayım.
Kobra Etkisi
İngilizler Hindistan’ı işgal ettiklerinde bir bölgede askerleri sık sık kobralar sokuyor. İngiliz hükümeti de oradaki kobraların temizlenmesini emrediyor. Fakat bunu kendi askerlerine yaptıracağına, bölgedeki Hintlilerin bunu yapmasının daha mantıklı olacağını düşünerek getirilen kobra başına belirli bir para ödemeye karar veriyor. Hintliler de bakıyorlar ki kur farkından filan baya iyi para ödeniyor. Başlıyorlar kobra çiftlikleri kurup bunlara sepet sepet kobra satmaya. İngilizler bir süre paraları ödüyor ama dolandırıldıklarını anlayınca para vermeyi bırakıyorlar. Hintliler de musluğun suyu kesilince çiftliklerdeki kobraları salıveriyorlar. Neticede bölgedeki İngiliz askerleri kat kat daha fazla kobrayla baş başa kalıyorlar. İşte o gün bugündür, bir şeyi kontrol etmeye çalıştığımızda daha kötü hale gelmesine psikolojide ‘Kobra etkisi’ denir.
Sal Kobrayı
Hepimiz aynı hataya düşüyoruz. Kimimiz hayali gerçekleşsin diye sabırsızlanıyor, kimimiz istediklerimiz olsun diye çırpınıyoruz. Çırpındıkça batıyoruz. Bizi sevsin istedikçe uzaklaştığını görüyoruz. Mutlu olmak istedikçe huzursuzlaşıyoruz. Teslim olamıyoruz. Güvenemiyoruz. Hem kendimize hem de bilinmezliğe... Halbuki tüm bilimsel, dinsel, metafiziksel, psikolojik, sosyolojik, antropolojik ve diğer ‘lolojik’ teorilerin birleştiği bir nokta vardır. ‘Her şey hareket halindedir.’ Düzensizlikten düzene, düzenden tekrar düzensizliğe doğru değişir. Özetle evrendeki her şey kaosa doğru koşar, kozmosta, yani mükemmel bir dengede buluşur. Ta ki yeniden bozulana kadar. Dolayısıyla her bozulmanın içinde düzene doğru hareket eden bir devinim vardır. Yeterince beklersen, kendini teslim edersen, sabredip yürümeye devam edersen göreceksin ki her şey çok güzel olacak. Kendine iyi bak.