Bu yıl, markasının 18’inci yılını kutluyor Hatice Gökçe. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Tekstil ve Moda Tasarımı bölümünü bitirdikten sonra bu sektöre hisleriyle hareket ederek giren ve yine içgüdülerinin ona verdiği güce dayanarak erkek giyim alanında ısrar eden bir tasarımcı o. “Atölyemi kurduğumda hiçbir zaman bildiğimiz anlamdaki iş hayatının içinde olmayacağımı, tam zamanlı bir ofiste çalışmayacağımı biliyordum” diyor, “fakat erkek giyimi yapmanın, özellikle o zaman için, cahil cesareti olduğunu söyleyebilirim. Çok boş bir alandı, yapılabilecek çok şey vardı fakat aynı zamanda da yaptığımız iş görünmezdi. Düşünün, Türkiye’de alternatif bir erkek giyim markası olarak Damat Tween bile çok yeniydi. Her şeyin değişmesi bugünden yedi-sekiz yıl öncesine dayanıyor ancak. Ondan önceleri erkek koleksiyonu hazırlayan tasarımcılar ne teşviklerden yararlanabiliyordu ne de önemli fuarlarda kendine yer bulabiliyordu. Özellikle de Türkiye’den gelen bir marka olarak…”
Tüm dünyada erkek giyiminin farklı noktalara taşınıyor olmasını toplumsal cinsiyet rollerinin değişimine bağlayan tasarımcı, moda dünyasında erkeklerin alım gücünün daha iyi fark edildiği bu dönemi kendi açısından da ektiklerini biçme zamanı olarak değerlendiriyor, artık bir hareketlilik var ve bu onu çok mutlu ediyor. Hatırlarsınız, bir aralar en çok tartıştığımız konuların başında ‘kim metroseksüel, kim uberseksüel, kim retroseksüel’ meseleleri geliyordu ve erkeklerin kendi içinde ayrışmasını sağlayan kavramlar çok önemliydi. Kadınların iş dünyasındaki yerinin değişmesi, erkeklerin rollerinin azalması ve özgürleşmesi onlara farklı alanlarla ilgilenmek, kendilerine bakmakla ilgili zaman tanıdı. Bir zamanlar ne giyeceğine anneleri, eşleri, sevgilileri tarafından karar verilen erkekler artık tek başlarına alışverişe çıkıyor, estetik yaptırıyor, cilt bakımına özen gösteriyor. Spor salonlarının sayısı arttı, vücutlar daha fit hale geldi. Tabii reklam ve pazarlama dünyası da bu yeni ‘talepkar’ erkeği fark etmekte gecikmedi.
Peki bu süreçte Hatice Gökçe’nin çizgisinin değiştiğini söyleyebilir miyiz? Hayır. Çünkü o her zaman Türkiye’de sosyal baskıyla şekillenen erkek giyiminden, ticari ve trendy olandan farklı işler yapmak istedi ve yaptı. Bunun kendi kendine üstlendiği bir misyon olduğunu söylüyor. “Derdim, İtalyan ve İngiliz erkek giyim tanımlarının neden Türkiye’deki erkek giyimi için geçerli olmadığını ve bu sektördeki arşivlerde yer almadığını anlamaktı. Doğal olarak bu boşluğun sebebini görmüş oldum. Tarihimizde bizim için çok önemli olan bir Kıyafet Devrimi var ama bu devrim ithal kalıp, kumaş ve desen anlayışıyla yaratıldığı için kendi içimizden gelmesi gereken stilin ortaya çıkması gecikti. Eğer bu devrim olmasaydı belki de hiç ortaya çıkmayacaktı, o da ayrı bir konu tabii. Türkiye’de üniversitelerde arşiv, Türkçe kaynak bulmak mümkün değil bu alanda. Ben de buna soyundum ve ‘neler yapabilirim’ diye düşündüm. Çok acele etmeden, özümseyerek bunun peşinden koşmak önemliydi; bunu fark edince de kendimi dizginledim. En nihayetinde de bir profili tanımlayabilecek düzeye geldim. Elbette aradan geçen zamanı tarihi olarak kapatabilmem imkansız ama deneyerek, çalışarak öğrenmek çok zevkliydi.”
Kimi zaman tarihten beslenen koleksiyonlar hazırladı, kimi zaman teknolojiden yardım aldı. Türk derisini tanıtmak üzere “Deri Çağı-Anadolu” projesi için hazırladığı 16 kostümle yurtdışındaki sanat müzelerini gezdi örneğin. Derinin yüzyıllardır Anadolu topraklarındaki farklı kullanım hikayelerinden yola çıkarak oluşturduğu projenin ilham kaynakları ise Friglerden Hititlere, Arzavalardan Truvalılara pek çok topluluğun yaşayışları ve kültürleri oldu. Son iki yıldır ise minyatür nakkaşı olmak için, Türkiye’yi bu alanda yurtdışında da temsil eden bir isim olan Gülçin Anmaç’tan ders alıyor. Yeni bir şeyler öğrenmenin, yeniden öğrenci olmanın verdiği zevkin yanı sıra minyatür nakkaşı olmak onun için moda dışındaki bir ‘b planı’ haline gelmiş biraz da. Fakat önce, moda ile minyatürü kavramsal boyutta sunacak bir proje hazırlamak var aklında. Türk moda dünyasında iz bırakan ya da büyümesine katkıda bulunan yaklaşık 20 ismin portrelerinden oluşan bir proje…
Ve koleksiyonlara gelecek olursak… “Son koleksiyonum Şehname’deki savaş sahnelerinden ve bazı başka sahnelerden oluşan bir koleksiyon aslında ve ona devam ediyorum” diye anlatıyor Hatice Gökçe yeni sezonunu. Kobalt mavi, kırmızı, bordo, altın sarısı gibi canlı tonların olduğu, dijital baskılarla zenginleştirilmiş bir koleksiyon… Onu daha çok siyahlarla tanıdık aslında. Renklere geçişinde hem kumaş firmalarının artık bu renklere daha sıcak bakıyor olmasının, yani aradıklarını bulabiliyor oluşunun hem de minyatürdeki heyecanının etkisi var. Böylesine kıymetli bir el sanatının -hem de duyguların detaylar aracılığıyla hissettirildiği bir el sanatının- içine girince renk zenginliklerine duyduğu ilgi de artmış. “Baktığınız zaman biz de pek çok detaydan oluşan bir iş yapıyoruz. Bir ceket nasıl ortaya çıkar dendiğinde 40 tane detay seriliyor karşınıza. Hepsinin toplamında ortaya çıkanın etkisi de başka hiçbir şeyde yok. İnsanlar onun arkasındaki fikri ancak detaylar sayesinde görüp kavrayabiliyor.”
Bugüne dek Tarkan, Yalın, Can Bonomo gibi pek çok ünlü isim için sahne kostümleri tasarlayan ve tasarlamaya da devam eden tasarımcıya göre, Türkiye’de artık sahne düzenleri eskisine göre daha renkli ve sahneye çıkan erkekler de çarpıcı renklere karşı daha ılımlı. Ünlü isimlerin üzerinde gördüklerini isteyen genç nesil ise zaten oldukça cesur. Hatta alternatif mezuniyet ve davet takımları arayan genç erkekler için ‘Young Blood’ isimli bir kapsül koleksiyon da hazırlıyor. Markasıyla ilgili bir diğer yenilik ise çok yakında yalnızca internet üzerinden satışa sunulacak, yeni logolu markası HG. Bu yaşam stili markası için ev giyiminden deri aksesuarlara kadar geniş bir yelpazede, farklı ürünler tasarlamış. Konu oyunbozanlık olunca, erkekler için tasarım yapan bir kadın olmanın konuşmaya değer bir şey olup olmadığını da sormamız gerekirdi. Oysa kadın giyiminde nasıl erkeklerin söz sahibi olması doğal karşılanıyorsa, erkekler için de bir kadının tasarlaması o kadar doğal. “Erkeği görmekle ilgili farklı bir yorum önemli olabilir ancak. Ne de olsa bir erkeğin erkeği görme biçimiyle kadınınki farklı olabilir. Bambaşka beden algıları var. Birisi üzerinde taşıyıp, o bedeni bilip tanırken diğeri o bedeni sadece bakarak tanıyor. Yani yorum farkı. Hem çok anlamlı hem de çok doğal.”