“Berlin’de bir konferans salonu, bir oda dolusu bilim insanı, meslektaşlarının kürsüye çıkmasını bekliyor. Hepsi salgın hastalık uzmanı, önemli isimler. Beklenen isim, Prof. Uğur Şahin podyumdaki yerini alıyor. Söyledikleri çok çarpıcı hatta cüretkar.
‘Küresel bir salgın olursa biz hızla aşı geliştirebiliriz’ diyor. Henüz ortada salgın yok, panik yok, dolan hastanelerin, perişan sağlıkçıların görüntüleri sosyal medya sayfalarını doldurmuyor daha. Zira tarih 2018, yani salgından iki yıl öncesi.”
New York Times gazetesi, şu sıralarda dünyanın en çok konuştuğu bilim insanı Şahin’i anlatmaya, böyle başlamış.
Prof. Şahin bu iddialı açıklamayı yaptığında henüz ne BioNTech’in ne de koronavirüsün adını duyan vardı. O sıralarda Şahin ve eşi Dr. Özlem Türeci kanser araştırmalarına yoğunlaşmıştı.
Ocak ayında henüz hepimiz için sıradan olan bir günde, Prof. Şahin her zaman olduğu gibi büyük bir keyifle tıp dergisi Lancet’i okumaya başladı. Bilim dergilerini hep tutkuyla okurdu. Hatta bu yüzden zaman zaman meslektaşları tarafından inceden alaya alınırdı. Ama Şahin’in o gün okuduğu makalenin, bilim tarihinin akışında bir dönüm noktası olacağını hiçbiri henüz bilmiyordu. Yazı, Çin’de yayılmaya başlayan koronavirüsü anlatıyordu. O an bir kırılma noktasıydı. Şahin yazıyı okumayı bitirdiğinde, bunun dünyayı saracak bir salgına döneceğinden emindi. “Kovid çağının sonunun başlangıcı olabilir” dediği aşının bulunmasına gidecek yola çıkmaya karar verdi. Eşi Dr. Özlem Türeci’yi ve ekibini haklı olduğuna ikna etmesi de uzun sürmedi. BioNTech’teki bilim insanları her şeyi bırakıp ‘Işık hızı Projesi’ne yani koronavirüse karşı aşı bulmaya giriştiler.
En hızlı geliştirilen aşı
Dünya Sağlık Örgütü, Mart başında küresel pandemi ilan ettiğinde, adı sanı duyulmamış, Almanya’nın Mainz kentinde sadece bin 300 çalışanı olan BioNTech’te 20 aşı adayı üzerinde çalışılıyordu. O günlerde, henüz yolun başında olmalarına rağmen Amerikan ilaç devi Pfizer ile klinik çalışmalarda ve başarılı olursa aşının dağıtımında yardımcı olması için bir anlaşma imzaladılar.
Bu aşılar önce farelerle maymunlarda denendi. İlk sonuçlar Nisan’da klinik çalışmalara başlama izni almalarına yetecek kadar ikna ediciydi. Bu aşamada BioNTech, üzerinde çalışılan aşı sayısını eleyerek dörde indirdi. Alman halkı sabırsızlıkla aşının çıkmasını bekliyordu. Sadece bir günde bin kişi gönüllü olmak için başvuru yaptı.
Temmuz sonunda içlerinden sadece biri finale kalmıştı. Almanya, ABD, Brezilya Arjantin, Güney Afrika ve Türkiye’de geniş çaplı son faz denemelerine toplam
43 bin 500 kişi katıldı. Artık sabırla beklemekten başka yapacak bir şey yoktu.
Şahane yanılgı
Bir pazar akşamı Şahin ve Türeci, Mainz şehrindeki evlerinde evrak işleriyle ilgileniyordu. Telefon çaldı. Arayan Pfizer’in CEO’su Albert Bourla’ydı. Şahin’e “Sonucu bilmek istiyor musun?” diye sordu. Şahin’in soruya ilk tepkisi “Hayır!” oldu. Aylardır gece gündüz çalıştıkları aşı başarılı olmuş muydu, yoksa sonuç tam bir hayal kırıklığı mıydı? Haber beklediklerinden de iyiydi; sonuçlar, aşının yüzde 90’nın üzerinde başarılı olduğunu gösteriyordu, oysa Şahin’in tahmini yüzde 80’di. Ne şahane bir yanılgı!
Prof. Şahin 11 Kasım akşamı haberi aldığı o anı “Muhteşem bir rahatlamaydı. Aşının bağışıklık sağladığına dair pek çok gösterge vardı ama kesin kanıt yoktu” diye anlatıyor verdiği röportajlarda. Şahin ve Türeci haberi alınca hemen bir çay demleyip, mütevazı evlerinde mütevazı bir kutlama yapmış.
Prof. Uğur Şahin’in bütün öngörüleri gerçekleşti. Salgın dünyayı sardı ve tam da dediği gibi aşıyı bugüne dek görülmemiş biçimde, en hızlı bulan ekip oldular. BioNTech ekibinin bütün çalışmalarını kenara koyup, hayatlarını askıya almasına değdi.
Ama henüz Prof. Şahin ve Dr. Türeci dahil, BioNTech ekibinden kimse bu aşıyı olamadı.
Çünkü Almanya’da yasal düzenlemeler aşının sadece klinik deneme aşamasında kullanılmasına izin veriyor ve aşıyı geliştiren şirketin çalışanlarının klinik denemelere katılmasını da yasaklıyor. Dolayısıyla BioNTech ekibi kendi buldukları aşıyı olabilmek için onay bekliyor. BioNTech aşılamada öncelikli kuruluşlar arasına girdiğinde aşı olabilecekler.
Onlar Almanya’nın yeşil ışığını beklerken İngiltere aşıya acil kullanım onayı veren ilk ülke oldu.
Şimdi sıra geldi aşının kitlelere ulaştırılmasına.
Aşı nasıl dağıtılacak?
Sorunun cevabını anlamlandırmak için önce biraz bu aşının özelliklerini anlatalım.
BioNTech, salgından önce genetik talimatları taşıyan moleküllere atıfla ‘messenger RNA’ yani ‘kurye RNA’ diye adlandırılan teknolojiyle kanser tedavisi çalışmalarına odaklanmıştı. Şahin ve Türeci zaten 25 yıldır bu teknoloji üzerine çalışıyordu. Özellikle Dr. Türeci’nin bu teknolojiye dayanan melanoma aşısı çalışmaları biliniyor. BioNTech ekibinin farklı türlerde kişiselleştirilmiş kanser aşısı üzerine edindikleri bilgiler çok işlerine yaradı. Salgın çıkınca bu bilimsel birikimlerini koronavirüs aşısı için kullandılar.
BioNTech’in RNA tabanlı aşısı, geleneksel aşılardan farklı. Geleneksel aşılarda enfeksiyona sebep olan virüsler, zayıflatılarak ya da etkisizleştirilerek vücuda enjekte ediliyor, böylelikle vücut kendisine zarar veremeyecek hale gelen virüse karşı bağışıklık kazanmayı öğreniyor.
BioNTEch’in aşısındaysa virüsün tamamı yerine, genetik bilgisini taşıyan RNA zincirinden kritik bir kısım vücuda enjekte ediliyor. Yani bedene genetik talimatlar veriliyor. Amerikan Moderna’nın ürettiği aşı da bu gruptan. İlk kez lisanslı bir ilaç için kullanılan yönteme bilim dünyası yıllardır şüpheyle yaklaşıyordu.
Financial Times bu durum için, “Koronavirüs krizi Dr. Şahin ve Dr. Türeci’ye bu teknolojinin benzersizliğini yani bağışıklık sisteminin farklı güçlerini tam hedefe karşı hızla harekete geçirme özelliğini, kanıtlama şansı verdi ve bu da onlara 25 yıldır öngördükleri devrimi müjdeleyebilir” diyor.
Aşının nasıl çalıştığını Prof. Şahin net ifadelerle anlatıyor: "Covid-19'un hücrelerimize girişini engelliyor. Ama virüs bir şekilde girmiş bile olsa, o zaman da hücreleri virüsün kafasına vurup ortadan kaldırıyor. Bağışıklık sistemini bu iki savunma hareketini yapacak şekilde çok iyi eğittik. Artık biliyoruz ki virüs bu mekanizmalara karşı kendisini savunamaz."
Bu aşının iki doz halinde uygulanması gerek. RNA aşılarının avantajı kısa zamanda daha fazla üretim yapılabilmesi. Dezavantajıysa saklanma koşulları. Aşı -70 derecenin üstüne en fazla dört kere 10 derece kadar çıkabiliyor, aksi takdirde bozuluyor. Bu sıcaklıkta korunması gereken pek fazla aşı olmadığı için buna dair yaygın bir altyapı da yok.
Pfizer'ın kısa vadeli planı şöyle:
ısı sensörleri olan ve GPS ile takip edilecek termal kargo kutuları dizayn etti.
tutulacak.
Alman lojistik firması DHL’in öngörüsüne göre, aşının bütün dünyaya dağıtılabilmesi için 15 bin uçak gerekecek.
Önümüzdeki yol çok kısa ve kolay değil. Prof. Şahin de bu kışın zor geçeceğini maske, mesafe ve izolasyona devam etmek gerektiğini, rahatlamanın 2021 Mart’ında başlayabileceğini söylüyor. Gelecek kış, hayatın bildiğimiz normale dönebileceğini öngörüyor.
Bahar şimdi herkes için daha yakın, zira aylardır süren belirsizliğin ardından tünelin ucundaki ışık göründü. Bu müthiş başarı herkese umut oldu, iyi geldi.
Bütün bunlar bir tesadüfler zincirinin eseri değildi elbette. Yakalanan başarının ardında yıllar süren uzun, zorlu, büyük adanmışlıkla, fedakârlıklarla kat edilen, Türkiye’den başlayıp Almanya’da devam eden bir yol var.
Zaten bu bilimsel başarı kadar o yolun başladığı adres de duyduğumuz heyecanı katlıyor.
Almanya’da birleşen hayatlar
Bundan 18 yıl önce, serin bir Mainz sabahında Şahin ve Türeci yetişmeleri gereken önemli bir törenin telaşı içinde hazırlandı. Dışarı çıktılar, saatlerine baktılar, hâlâ vakit vardı. Önce hızlıca laboratuvarlarına uğramaya karar verdiler, gözden geçirmek istedikleri veriler vardı. Sonra tören yerine doğru yola çıktılar. Çift kendi nikâhlarına gidiyordu. Tören bittikten yarım saat sonra yeniden işlerinin başına döndüler.
Böylesine çalışmaya adanmış bir hayatı paylayan Şahin ve Türeci çifti, farkında olmadan yıllarca paralel hayatlar yaşamış. Birbirinden yaklaşık 250 kilometre uzakta iki laboratuvarda, aynı tutkuyla, ortak sorunlara çözüm bulmak için günler, geceler geçirmişler. Sonunda 1990’ların başında o yollar Saarland Üniversitesi’nde kesişmiş. Uğur Şahin Saarland’da asistan doktorken, aynı üniversitede kan kanseri üzerine çalışan Özlem Türeci’nin danışmanıymış. Türeci buradan evliliğe varan ilişkilerini Financial Times’a “Fark ettik ki akademik alanlarımız birbirini tamamlıyor, biz de onları ve böylece kendimizi de evlendirdik” diye espriyle anlatıyor. İnsan bedenindeki bağışıklık sistemine duydukları hayranlığı ve merakı ise kendilerine “Bağışıklık sistemine fısıldayanlar” diyerek yine mizahla tarif ediyor.
İskenderun Köln hattı
Hikâyeyi biraz daha başa saralım.
Başlık, yaşı yetenlere çok büyük ihtimalle 1980’lerde TRT’de yayınlanan ‘Mardin Münih Hattı’ adlı diziyi hatırlatmıştır.
Bu hikâyenin kahramanlarının öyküsü daha farklı ama onlar da dizidekiler gibi 1970’lerde gurbete giden 100 binlerin parçası. Bugün dünyada ve Türkiye’de medya iki bilim insanının başarısını anlatırken hikayenin başladığı noktaya da sık sık atıf yapılıyor.
Uğur Şahin’in henüz dört yaşındayken annesiyle Almanya’ya babasının yanına gittiği, babasının da Köln'deki Ford fabrikasında çalışan Türk işçilerden olduğu her yerde yazılıp çizildi.
Anlatılanlar arasında dikkat çeken bir Alman komşu hikâyesi de var. Anne babası, Uğur Şahin okul çağına geldiğinde hâlâ Almancayı geliştirememiş olduğu için o da ilkokula başladığında dil becerisi yaşıtlarından epey gerideymiş. Öğretmenleri onu düşük seviyeli çocukların olduğu bir sınıfa koymak istemiş. Ailenin Alman komşusunun dirayeti, Uğur Şahin’in de kaderini değiştirmiş. Okulu, aslında zeki bir çocuk olduğuna, sadece kendisini ifade edemediğine ikna etmiş. Bu engel aşılınca gerisi gelmiş.
Uğur Şahin o zamandan bir kitap kurduymuş: “Bizde Google yoktu, şehir merkezine her gidişimde kitapçıya uğrardım, kütüphaneciyle de aram iyiydi, istediğim matematik ve fen kitaplarını getirtir, benim için saklardı.”
Liseden sonra Köln Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde lisans eğitimi, ardından yine aynı üniversitede ‘tümör hücrelerinde imünoterapi’ üzerine yaptığı çalışmayla doktora derecesi almış.1992’den 2000’e kadar dahiliye uzmanı olarak çalıştığı Saarland Üniversitesi’nde ise 1999’da moleküler tıp ve imünoloji alanında profesörlük ünvanı kazanmış.
Özlem Türeci de Almanya’nın en deneyimli kanser araştırmacılarından biri ve ‘Kanser İmünoterapi Derneği’nin başkanı. O da Rize’den giden bir ailenin Almanya’da doğan kızı. Babası bir cerrah ve yıllarca bir Katolik hastanesinde çalışmış. Türeci, Alman basınına verdiği röportajlarda meslek seçiminde babasına duyduğu hayranlığın büyük etkisi olduğunu söylüyor. Henüz altı yaşındayken babasının yaptığı bir apandisit ameliyatını izlemiş. Saarland Üniversitesi’nde tıp eğitimi aldıktan sonra eşi gibi Mainz Üniversite Hastanesi’nde önemli kanser çalışmaları yapmış.
Şahin ve Türeci korona aşısını bulunca, Alman basınında “Bu çift Almanya’nın başarılı entegrasyon politikasının parlak bir örneği” yorumları yer aldı. Oysa övgüyü asıl hak eden, Şahin’in Alman komşusu ve onun temsil ettiği yaklaşım. Çift bugün, o sayede bugün yaşadığı toprakları terk etmek zorunda kalan milyonlar için ilham kaynağı olabiliyor.
Göçmen sorununun Avrupa’da en yakıcı haliyle gündeme geldiği bir süreçten geçilirken, yine çok yakıcı başka bir sorunun dört gözle beklenen çözümü göçmen bir çiftten gelince başlıkların, öne çıkan yorumların tonu da farklılaştı haliyle.
Ancak Şahin göçmen olmalarıyla ilgili yapılan haberlere karşı temkinli. Yine Financial Times’taki röportajında “Elbette bizim hikâyemizden etkilenen göçmen kökenli insanlar var. Bizi göçle ilgili argümanlarda kullanabilirsiniz ama bir şeyler en ideal haliyle gitmezse o zaman da bunu göç aleyhinde kullanabilirsiniz” diyerek endişesini aktarıyor.
Ama medya şu an uzun uzun onların başarısını, şirketleri BioNTech’i anlatma safhasında.
Yazının tamamı GQ MOTY 2020 Özel Sayısında...