Seni farklı kreatif alanlarda, farklı unvanlarla görüyoruz. Bu sıralar, sıklıkla duyduğumuz Rafael Indiana ise sanatsal üretim ve beslenmelerinden bir tanesi. Nasıl bir hikaye var mücevher markanın arkasında?
Temelinde Yunan mitolojisi ve antik tasarım var; Roma İmparatorluğu, Bizans dönemi, Helenistik Grek, Urartu, Pers... Hepsi bana ilham veriyor. Bu kültürlerden izler taşıyan estetik değerleri modern bir üslupla ele alıyorum; farklılıkları harmanlayarak dengeliyorum.
Geçmiş uygarlıklardan bugüne miras kalan onca teknik ve tasarım, yeni ilhamlarla işlenmeye devam ediyor, dolayısıyla takı ve mücevherat konusunda fazlasıyla zengin bir noktadayız. Peki Rafael Indiana nasıl bir motivasyonla yola çıktı?
Rafael Indiana’dan önce kendim için bir şeyler üretiyordum. Kendime bir yüzük yaptım, sonra kız arkadaşıma derken altının büyüleyici enerjisine kapıldığımı fark ettim. Ben üretip, üzerimde taşıdıkça insanlar sormaya başlar oldu: “Bana da bir yüzük yapar mısın?” İlgi arttıkça bunu bir markaya dönüştürmem gerektiğine kanaat getirdim. Sonra başladım okumaya, araştırmaya. Eskicilerden taşlar, antika yüzükler almaya başladım. Kapalıçarşı’nın arka sokaklarını gezdim, bu işin tarihini, tekniklerini öğrendim. İşinin ehli ustalarla tanıştım, onlardan ilham aldım. Bir, iki yıl böyle geçti; hazır hissettiğimde de, markamı kurmaya karar verdim.
Rafael Indiana parçalarında, Antik Yunan mitolojisinden Helenistik döneme uzanan ilhamı görüyoruz. Nedir seni bu anlatıya, bu karakterlere çeken şey?
Binlerce yıldır anlatılan, artık klasikleşmiş mitolojik hikayeler; sonsuza kadar da var olacaklar. Mitolojik hikayelerin ardında çok zengin bir felsefe yatıyor. İnsanlığın, hayal dünyasının limitlerini zorlayan bu hikayelere karşı dizginleyemediği bir açlığı var. Kimi zaman kendimi görüyorum bazı karakterlerde; Perseus, Herakles, Adonis, İkarus’da... Bana kalırsa, hepimiz mitolojik anlatılarda kendimizden bir parça bulabiliriz.
Tasarımların, yaratıcı süreç sonrasında Kapalıçarşı’da hayat buluyor. Değerli zanaatkarlardan oluşan bu ağ ile nasıl buluştun?
Kapalıçarşı’da çok zaman geçirdim. İlk başta gözümde büyümedi desem yalan olur, o kadar devasa bir yer ki... Ziyaretlerim sıklaşınca, gördüm ki burası aslında herkesin birbirini tanıdığı ufak bir yer. Doğru zanaatkarlarla tanıştım, esnafla aramızda bir güven oluştu.
Güneş ve gezegenlere uzanalım biraz da. Burç sembolleri de var tasarımlarında. Astroloji ile ilgili misin?
Evet, kesinlikle. Genellikle kişiye özel tasarım siparişler burçlar üzerine oluyor. Tabii, bazı burç sembolleri diğerlerine kıyasla görsel olarak daha estetik; akrep, aslan ve yay burcu en sık tasarladıklarımız arasında.
Koleksiyonlarda mükemmeli, simetriyi gözetmeyen bir felsefe görüyoruz, doğru mu?
Tasarımlarımda çoğunlukla simetriye karşı duruyorum. Rafael Indiana’da her parçadan bir tane var. Onu özel yapan oradaki el işçiliği, amorf dokular. Geçtiğimiz günlerde bir çift küpe yaptık; taşlar birbiriyle eş değil. Normalde markalar böyle çalışmaz ama benim parçalarım böyle. İki farklı renk ayakkabı giymek gibi bir şey aslında. Sağ kulakta mavi, sol kulakta beyaz taş görmek benim çok hoşuma gidiyor.
Parçalara ne gibi özel teknikler uygulanıyor?
Intaglio işlemi mesela, çok eski bir zanaat; üzerinde saatler
Tasarımlarında değerli taşlar da kullanıyorsun. Senin yanında taşıdığın iyileştirici taşların var mı?
Benim ceplerim her zaman taş doludur. Favorilerim de yakut ve zümrüt. Sürekli Kapalıçarşı’dan taş alışverişi yapıyorum ve milyonlarcası arasından “o” taşları seçerken enerjinin farkına varıyorum. Bazen yoruyor vücudu...
İlk koleksiyon filmin, AUREA SOMNIA’da kamera arkasında, yönetmen koltuğundaydın. Kendi markanın ilk koleksiyonu için nasıl bir hikaye anlatımı tercih ettin?
O filmin ana fikri, herkesin bir prens veya prenses gibi hissetme hakkı olduğu üzerine kuruluydu. Maddi bir şey değil bu; ruhun zenginse asil biri gibi hissetmemek için hiçbir neden yok. Filmin baş karakteri bir temizlik görevlisi; yüzüğü parmağına geçirdiğinde bir Adonis prensine dönüşüyor.
Son koleksiyonun CALISTUS, 70 parçadan oluşuyor ve her bir parçadan sadece bir tane var. Klimt’in “Öpücük” tablosu da bu koleksiyonda. Bu eseri senin için değerli kılan nedir?
O tablo New York’ta Neue Galerie’de sergileniyor. Oraya ne zaman gitsem, o tablonun önünde durmak bana büyük mutluluk verir. Aşığım o resme. Ya rüyaydı ya da tam uykuya dalmak üzereydim, aklımda bir fikir belirdi: “Tablonun bir kısmı mücevher gibi, acaba ona benzer bir kolye yapabilir miyim?”
Peki, sen günlük hayatında takıları nasıl kullanıyorsun?
Erkekler, altından ve takı takmaktan korkmamalı diye düşünüyorum. Hele ki, Türk erkekleri... Şu son yüzyılda feminen bir aksesuar olarak görülüyor ama eskiden kontlar, prensler, şövalyeler hep yüzük takarmış. Ben kimliğimi, işimi, tarzımı takılara borçluyum. Büyük bir gururla takıyorum her birini. Yüzüksüz dışarı çıkmıyorum, onlarsız çıplak hissediyorum. Bir yemek masasında da, kaykay üstündeyken de yüzüklerim her zaman benimledir.
Satışa sunmadığın, sadece senin kullandığın özel bir tasarımın var. O yüzüğü biraz anlatabilir misin?
Takıya duyduğum tutkuyu başlatan yüzük; dedemin şövalye yüzüğü. 300 yıldır ailemizde ve ben de bir gün onu oğluma hediye edeceğim. Üzerinde Almanya kraliyet sembolü yer alıyor.
Gerçekliğin mecbur bıraktığı fiziki limitleri ortadan kaldırdık ve takılarını bir filmde, bir aktörde görme şansın var; hangi film olurdu bu?
Truva, Gladyatör gibi dönem filmlerinde görebiliyorum. Barry Lyndon’un üzerinde mesela... Casino, Yaralı Yüz, Sıkı Dostlar gibi bir Martin Scorcese filmi de olabilir. Aslında düşününce Daniel Day Lewis’e çok yakışacağını görebiliyorum. Aynı şekilde Brad Pitt, Jeremy Irons, Michael Fassbender’a da.
Koca uygarlıkların bugüne bıraktıkları izlerden, hislerden bahsettik markandan konuşurken. Peki sen nasıl hatırlanmak istersin?
Erkekleri takıya yeniden alıştıran kişi olarak hatırlanmak isterim. Çoğu müşterim “Eskiden ben hayatta yüzük takmazdım. Altın bana göre değil, belki gümüş olabilir...” diyordu. Ben o maço, kabadayı erkek bakışını kırdığımı düşünüyorum. Mücevher aslında maskülen bir aksesuar. İnsanların bunu anlamasında bana düşen rolü oynuyorum.