The Local Edit Kaptan Bilal Okur
Dergi Konuları

The Local Edit

Son zamanların tasarım sahnesi, klasik kalıpları yıkıp sokaklardan, kişisel deneyimlerden ve hayallerden ilham alan yeni nesil yaratıcılarla dolup taşıyor. Moda, uzun zamandır ‘kendini ifade etme’nin en güçlü yollarından biri. Her biri kendi yolunu çizen, özgünlüğünden taviz vermeyen ve hikayesini yazan bu tasarımcılar, cesurca risk alarak yeni bir moda kültürü yaratıyor. Yeni nesil modanın kolektif enerjisi tam da burada; üretimin zorluklarını göze alıp hayallerini gerçeğe dönüştüren bu yaratıcı ruhlarla.

Ant Süzer

The Local Edit

Genç yaşında, kendine has moda vizyonu ve gözlemleriyle moda evreninin özgün tasarımcılarından biri haline gelen Ant Süzer; kendi stil sınırlarını zorlamayı seçenlerden. Stile dair ezberleri bozma çabası taşımıyor; olduğu haliyle her zaman farklı ve gusto sahibi. Ant Süzer ile İstanbul sokaklarından ilham aldığı yolculuğunu, tasarım sürecinde neler öğrendiğini ve modaya nasıl kişisel bir yerden yaklaştığını konuştuk.

Şu an tasarım başlığı altında Türkiye’yi nasıl yorumlarsın? Kimler seni heyecanlandırıyor ? 

Açıkcası Istanbul’da herkesin her şeyi giydiğini düşünüyorum ve görüyorum. Ben genelde yolda yürürken hastalıklı bir biçimde ‘Kim ne giymiş? Nasıl giymiş?’ gibi soruları düşünerek yürüdüğüm için, belli bir şey giyiliyor diyemem. Herkes kendince neyin içinde rahat ve özgüvenli hissediyorsa onu giyiyor diyebilirim.

Bir kıyafetin “giyilebilir” olması için hangi kriterlere uyulması gerektiğini düşünüyorsun?

 Kendim giymeyeceğim kıyafetleri işimde tercih etmiyorum diyebilirim. Yani çoğunluğun fikrini pek düşünmeden seçiyorum kıyafetlerimi. Ama tabii ki, adı üstünde o kıyafetin giyilebilir olması, insanların kendilerini içinde rahat hissetmesi benim için önemli.

İlk tasarlayıp ürettirdiğin parça neydi?

Kendime krep satenden bir yazlık pantolon yapmıştım.

Modaya dair ezber kırmak istesen bunu nasıl yapardın?

Hiç ezber bozmak gibi bir hedefim olmamakla beraber, yaptığım iş her gün benim kendi ezberlerimi bozuyor.

 Tasarımlarının üretim süreci sana neler öğretiyor?

Üretim süreci oldukça karmakarışık bir süreç. Takımım bana bu konuyla ilgili çok destek olduğu için zorlukların ve sıkıntıların üstünden hızlıca gelebiliyoruz. Bana öğrettikleriyle ilgili ise, genel olarak üretim sürecini anlamak diyebilirim. Bu alan pek yetkili olmadığım bir yer. Gün geçtikçe sürekli yeni bir şeyler öğreniyorum.

Bir tasarımcı olarak kendi imzanın ne olduğunu düşünüyorsun?

Karıncalarım.

Bugüne kadar ilham aldığın en garip şey ne oldu?

Evimin sokağında birileri yere kıyafetler bırakmıştı; ilk koleksiyonumu yerdeki kıyafetlerden ilham alarak yapmıştım. İlk kampanyamızda, yerde bırakılan kıyafetlerin fotoğrafları ve hikayesi sunulmuştu.

 “Bu işin sonunda kendime dair şunu anladım” dediğin bir nokta var mı?

Bu işten gerçekten keyif aldığımı ve açıkçası en önemli şeyin de yaptığın işten keyif almak olduğunu anladım.

Ferhat Gündüzalp

The Local Edit

Tasarlarken üretimin dönüştürücü gücünü hedef alan Ferhat Gündüzalp, düşünme biçiminin önemini tasarımda yaşatan isimlerden biri. Onun hikayesi, oversize bir gömlek ile başladı ve sokaktan gelen ilhamla anlam buldu.

Şu an tasarım başlığı altında Türkiye’yi nasıl yorumlarsın? Kimler seni heyecanlandırıyor? 

Türkiye’yi tasarım anlamında, mevcut imkanlar ve koşullar çerçevesinde değerlendirmek gerektiğini düşünüyorum. Bu yüzden Türkiye’de moda sahnesi, estetikten ziyade kimlik arayışıyla şekilleniyor. Ekonomik ve sosyal zorluklar, insanları ya daha yaratıcı çözümler üretmeye ya da tamamen geri çekilmeye itiyor. Moda artık yalnızca ne giydiğimiz değil, kim olduğumuzu ifade etmenin bir yolu oldu. Markalardan veya tanınmış kişilerden çok, kendi stilini sokakta ya da dijitalde cesurca inşa eden bireyler dikkatimi çekiyor. Keskin bir stil çizgisi olmasa da güçlü bir arayış mevcut. Özellikle Z kuşağıyla birlikte, deneysel ve sınırları zorlayan bir dönem yaşıyoruz. Bu özgür denemeleri sokakta görmek beni heyecanlandırıyor. Türkiye’de moda katı kurallara bağlı bir sistem değil; yaşayan, evrilen bir süreç. Ve bu arayış, herkese görünür olma şansı tanıyor.

Bir kıyafetin “giyilebilir” olması için hangi kriterlere uyması gerektiğini düşünüyorsun?

Benim için sanat ve tasarım, ticari olduğu sürece değer kazanıyor. Bu yüzden bir kıyafetin kalıcılığını göz önünde bulundurursak; ulaşılabilir olması ve iyi bir fiyat-performans dengesi, onu giyilebilir kılıyor.

 İlk tasarlayıp ürettirdiğin parça neydi?

Bir iç mimar olarak, ilk tasarladığım parça, gabardin kumaştan bir gömlekti. Autocad ile çizdiğim, taba tonlarına sahip, büyük ahşap düğmeleri olan oversize bir gömlekti. Teknik bir altyapıyla başlayan, tamamen duygusal bir işti. O gömlek, tasarımın sınırlar arasında değil, disiplinler arasında büyüdüğünü ilk fark ettiğim andı.

Tasarımlarının üretim süreci sana neler öğretiyor?

Bazı markaların fikir kökenli, bazılarının ise üretim kökenli olduğunu savunurum. Giesto da üretim kökenli bir marka olduğu için sanıyorum ki, üretim süreci bana tasarlamayı öğretiyor. 

Bir tasarımcı olarak kendi imzanın ne olduğunu düşünüyorsun?

Moda çok hızlı değişen bir alan olduğu için belli kalıplara sıkışmanın yaratıcılığımı sınırlandırdığını düşünüyorum ama imzamın, üretme tutkusu olduğunu söyleyebilirim. Tasarlayıp ürettiğim her şeyden çabuk sıkılıyorum ve hep bir sonraki tasarım için heyecan duyuyorum. Bu yüzden önceki işlerimin benim için önemi azalıyor, dolayısıyla “imza atma”nın geleneksel anlamda büyük bir şey olduğunu düşünmüyorum. Fakat bir tasarımcının imzası olması gerektiğini düşünüyorsak markamın logosunun benim için yeterli olduğunu söyleyebilirim.

Bugüne kadar ilham aldığın en garip şey ne oldu?

Aynı zamanda ortağım olan abimin ayakkabılarına gösterdiği özen, en garip ilhamım olmuştu

“Bu işin sonunda kendime dair şunu anladım” dediğin bir şey var mı?

Büyümenin tasarlanabilen bir şey olmadığını anladım.

Burak Koçak

The Local Edit

Burak Koçak, kendi yolunda giderek modaya bakan bir isim. Koçak, marka hikayesinden yola çıkarak ilhamdan ve sürecin ona öğrettiklerinden bahsetti.

Şu an tasarım başlığı altında Türkiye’yi nasıl yorumlarsın? Kimler seni heyecanlandırıyor? 

Potansiyelinin çok küçük bir kısmını kullanan bir sektör görüyorum. Yetenekli tasarımcılar, iyi üreticiler ve vizyoner yatırımcılar maalesef bir araya gelemiyor. Bu üçü bir araya gelemediğinde de tasarımcılar ya vizyonlarını gerçekleştiremiyorlar ya da kendi sermayelerini kullanıyorlar. Üreticiler katma değerli ürün üretemiyor, yatırımcılar ise konvansiyonel yatırımlar yapmaya yöneliyorlar. Bu üçü bir araya gelmediği sürece hacim olarak büyük tasarım markalarının çıkması neredeyse mümkün değil.

Bir kıyafetin “giyilebilir” olması için hangi kriterlere uyulması gerektiğini düşünüyorsun?

Alan Crocetti'nin çok sevdiğim bir sözü var: “Her şey giyilebilirdir; kimin giydiğine ve bağlamına göre değişir.”

İlk tasarlayıp ürettirdiğin parça neydi?

Epicene'in ilk sezonu için 2017 yılında Damla ile tasarlayıp ürettiğimiz PVC şeritli choker.

Modaya dair ezber kırmak istesen bunu nasıl yapardın?

Tasarımla; marka - retailer, b2b - b2c, finans gibi konularda strüktürleri yeniden tasarlayarak.

Tasarımlarının üretim süreci sana neler öğretiyor?

Epicene’i Epicene yapan şey, markanın en karakteristik parçalarının her zaman üretimi zor ve kullanımı soru işaretleri barındıran tasarımlar olmasıydı. Üretim süreci çoğu zaman size üreticinin know-how’ı dahilindeki sınırlar içinde kalmayı öğretmeye çalışsa da, ben her zaman koleksiyonun küçük bir parçası bile olsa, üreticiyi ve kullanıcıyı zorlayacak parçalar tasarlamaktan yanayım.

Bir tasarımcı olarak kendi imzanın ne olduğunu düşünüyorsun?

Az insan tarafından anlaşılmak.

Bugüne kadar ilham aldığın en garip şey ne oldu?

Yine markanın ilk yıllarında, Damla ile Karaköy'de bir metal tel üreticisinin deposunda gördüğümüz, yeşil neon iplerle dört bir yanından bağlanmış paslanmaz tel rulosu. Sonrasında hemen ofise dönüp 3. sezonumuzda ürün haline gelen bir paslanmaz choker prototipi yapmıştık. Yaklaşık 90 adet 0,2 mm paslanmaz telin bir araya gelmesiyle oluşan bir choker’dı. Üretirken ellerimiz delik deşik olduğu için belki 10 adet üretebilmiştik. Bu tür "prototip" ürünleri nadiren de olsa hâlâinsanların üzerinde görmek inanılmaz bir his.

“Bu işin sonunda kendime dair şunu anladım” dediğin bir şey var mı?

İlk yıllarda hep bir amaç uğruna, bir hedefe yönelik çalışıyorsunuz. Yıllar içinde farkettim ki hayatımdaki tek hedef yalnızca kendi bütüncül mutluluğum olabilir. Son yıllarda bu farkındalıkla birlikte, süreçten, her gün uyandığımda yapmam gereken işten keyif almaya, ayaklarımın geri geri gittiği şeyleri ise yapmamaya çalışıyorum.

Kaptan Bilal Okur

The Local Edit

Tasarım ve tutkunun arasındaki ince ama kuvvetli bağı hissederek üreten Kaptan Bilal Okur, stile dair klişe bakış açılarından oldukça uzak bir noktada. Onun için tasarım, görünmek ve fark edilmekten ibaret olmayan bir kavram.

Şu an tasarım başlığı altında Türkiye’yi nasıl yorumlarsın? Kimler seni heyecanlandırıyor? 

Türkiye’de, henüz dünyaya mal olmasalar da, çok yetenekli tasarımcıların, sanatçıların ve zanaatkârların olduğunu düşünüyorum. Vintage ruhu ve lokal markalar, çok yaygınlaştı. Adı fazla duyulmamış, deyim yerindeyse popülerleşmemiş veya kurumsallaşmamış; fakat yaptıklarına bir ruh katan, kendi hikayesini anlatan bağımsız markaların, butiklerin sayısı da arttı. Kim olduğundan çok, nasıl hissettirdiği ile konuşan markalar daha çok dikkat çekiyor artık. Bu durum, birbirinden farklı bakış açılarını beraberinde getiriyor. Özgünlüğüyle öne çıkmak isteyen herkes, yeteri kadar araştırma yaptığında, mutlaka kendi zevkine ve tavrına uygun şeyler bulabiliyor.

Bir kıyafetin “giyilebilir” olması için hangi kriterlere uyulması gerektiğini düşünüyorsun?

Sadece sevmek.

İlk tasarlayıp ürettirdiğin parça neydi?

Süet deriden bir bel çantası kalıbı çıkarmıştım. Derilerini kendim kesip, mahalle terzisinde diktirmiştim.

Modaya dair ezber kırmak istesen bunu nasıl yapardın?

Hayatın, kendini bulmak değil kendini yaratmak olduğunu tek tek hatırlatırdım insanlara. Çünkü “kendini bulmak” bazen dışarıdaki etkilerle hareket etmeyi ve ezberleri beraberinde getirebiliyor. Halbuki özünden yaratmak, kendine ait bir ifade biçimiyle var olmak demek. Moda da bunun en keyifli yollarından biri bence.

Tasarımlarının üretim süreci sana neler öğretiyor?

Birçok alanda, özellikle de kurumlarda, temel olarak kabul edilen disiplinler vardır. Mesela heykel okumak isterseniz, sınava resimle girmeniz gerekir; çünkü resim, çoğu görsel sanatın temeli olarak sayılır. Veya bir karma dövüş sporcusu olmak istediğinizde, güreş sizi öne çıkarır; çünkü yine temel bir disiplin olarak görülür. Benim mesleğimde de üretim bilgisi bu temel rolü üstleniyor. Ancak zamanla ve deneyimlerimle öğrendiğim, en az işçilik ve zanaatkarlığın kendisi kadar önemli bir şey daha var. Verilen emeğin olması gerektiği şekilde açığa çıkabilmesi için, kurduğunuz iletişimin de ziyadesiyle yapıcı olması gerektiğini düşünüyorum. Sadece içten geldiğinde değil -çünkü her zaman içten gelmeyebiliyor-, kurumun kültürünü benimseyerek ve inanarak da çalışmak gerekiyor. Üretim yapan markalar adına, asıl sürdürülebilir olanın da bu yaklaşım olduğuna inanıyorum.

Bir tasarımcı olarak kendi imzanın ne olduğunu düşünüyorsun?

İşçilik ve ahenk.

 Bugüne kadar ilham aldığın en garip şey ne oldu?

Garip gelebilir ama sanırım benim en çok ilham aldığım şey, dünya için küçücük gibi görünen ama aslında çok büyük etkileri olan eylemler. Örneğin, sadece tek bir çift ayakkabı üretmek istediğinizde bile, yüzlerce insana mikro ölçekte de olsa istihdam sağlamış olursunuz. O deriyi işleyen tabakhane, işlenmesi için gereken hammaddeleri üreten firma, bunları getiren lojistikçi, deriyi satan toptancı, mağaza, taban üreticisi, taban hammaddesi sağlayıcısı, atölyeler, kalfa, ustabaşı, çırak… Ve tüm bu insanların geçindirmekle yükümlü olduğu kişiler - saymakla bitmez. Bu yüzden, yaptığınız bir girişim küçük gibi görünse bile aslında çok kıymetlidir. Az önce de bahsettiğim gibi, işinizi doğru yaptığınızda bu insanlar her gün mutlu olur ve böyle bir zincirin parçası olan biri olarak da sizin mutsuz olma ihtimaliniz kalmaz. Tanımadığımız insanlarla aramızda kurulan bu görünmez ilişkilerden büyük ilham aldığımı söyleyebilirim.

“Bu işin sonunda kendime dair şunu anladım” dediğin bir şey var mı?

Meslek, Arapça kökenlidir ve kökü “s-l-k” fiilidir; yani bir yola girmek, istikamet sahibi olmak anlamı taşır. Fikrimce, kendimize ve dünyaya dair birçok gerçekliği yaptığımız işten ve yaşadığımız deneyimlerden öğreniyoruz. Bugüne kadar işimin bana öğrettiği en önemli şeyin; kendime ve dünyaya gösterebileceğim en iyi, en sevgi dolu yaklaşımın, işimi özenle yapmak ve o işe içten bir hürmet duymak olduğuna inanıyorum. Ben her zaman işin "yapılması" tarafında oldum; işi kimin ne şekilde yaptığı, ya da kişisel dertler benim için hiçbir zaman göz önünde bulundurulması gereken bir dinamik olmadı. Gündelik herhangi bir iş de buna dahil, çalışılan kuruma verilen hizmet de, şirketin çalışanlarına gösterilen tutum da… Sevmek çok önemli. Gerçekten, insan sevmediği hiçbir yerde verimli olamıyor. Ve sevip sevemeyeceğini de denemeden bilemiyor. Dolayısıyla bir istikamet sahibi olmayı ve ona hürmetle devam etmeyi çok kıymetli buluyorum.

Simge Uğur

The Local Edit

Sadeliğin gücünü tasarımlarında ustalıkla yansıtan Beyyoglu’nun yaratıcı zihniyle, tasarımın ve hayatın kesiştiği nokta üzerine konuştuk. 

Şu an tasarım başlığı altında Türkiye’yi nasıl yorumlarsın? Kimler seni heyecanlandırıyor ? 

Moda artık sadece trendlerden ibaret değil. Sokakta daha sürdürülebilir, daha doğal içerikli, daha sade şeyler giyiliyor. İnsanlar başkaları için değil kendileri için giyinmek, görünmekten çok hissetmek istiyor. Moda, kıyafet seçiminin ötesinde bir yaşam biçimi hâline geliyor; insanların nasıl yaşadıkları, neleri tercih ettikleri, alışkanlıklarını şekillendiriyor. Bu, Türkiye’de de, dünyada da böyle.

Örneğin, Türkiye bizim çıkış noktamız ama beyyoglu artık başka bir yere bakıyor: Dünyaya… Geçen sene Londra’da açtığımız mağaza, İstanbul’da, Ankara’da, İzmir’de olduğu kadar Londra’daki beyyoglu kadınına ve erkeğine ulaşmamızı sağlıyor. Bu da, 12 yılın ardından sanki her şeye yeniden başlıyormuşuz gibi hissettiriyor.

Elbette Türkiye’den yetenekli tasarımcılar çıkıyor ve Türkiye sınırlarının ötesinde isimlerini dünyaya duyurabiliyorlar.

Estetik, sokakla temas ve hız… Moda artık bu üç kavram etrafında dönüyor. Ve bu dönüşümün içinde beyyoglu kendi yerini cesurca alıyor.

Bir kıyafetin “giyilebilir” olması için hangi kriterler gerekir?

Aslında tek bir kriter yok. Çünkü herkesin konforu, estetik anlayışı, vücut yapısı ve hayat tarzı farklı. Ama bence en önemli şey, bir kıyafetin kişiye kendini iyi hissettirmesi. Kalıbı düzgün olmalı, içinde rahat hareket edebilmelisin. Ama günün sonunda sana seni hissettiriyorsa, o kıyafet giyilebilir demektir.

İlk tasarladığın parça neydi?

New York’ta okuduğum yıllarda, Rebecca Minkoff Moda Evi’nde tasarım asistanı olarak staj yaparken başladı kariyer hikâyem.

Bir gün, üretime girecek numunelerin son kontrolleri yapılıyordu. Ben ise hazırlanan bazı parçaların hem teknik hem de estetik açıdan eksik olduğunu fark ettim. Tatmin olmamıştım.
O anda durumu baş tasarımcıya aktarmaya karar verdim. Cesaretim biraz şaşkınlıkla, biraz da merakla karşılandı. Ürünleri tüm detaylarıyla anlattım, kendi revizelerimi önerdim. Önerilerim doğrultusunda tasarım değişti, hatta üretim onayı da bu revizelerle verildi.

O gün yalnızca bir tasarım değil, içimde bir şey daha şekillendi: Kendime olan inancım. Detaylar ve eksikliklikler konusunda gördüklerime ve hissettiklerime güvenip harekete geçtiğimde karşılığını aldım.
Bu, belki de tasarımcı olmanın en saf ânıydı.
Yüzde yüz bağımsız ilk tasarımım değildi belki ama kesinlikle ilk tasarım refleksimi hayata geçirdiğim andı. Ve benim için çok değerli bir başlangıçtı.

Modaya dair ezber kırmak istesen bunu nasıl yapardın?

beyyoglu olarak kaliteyle fiyatı, hızla estetiği, sürdürülebilirlikle ulaşılabilirliği bir araya getirerek ezber bozuyoruz aslında. Hem zamanın ruhuna hem de insanın ihtiyaçlarına dokunabilen bir bütünlük sunarak ayrışıyoruz.
Uygun fiyatlı ama kaliteli, zamansız ve erişilebilir parçalar üretmek bizim için yalnızca bir tercih değil; bunlar beyyoglu’nun en temel farklarından biri. Çünkü stilin yüksek bütçelere değil, doğru tasarımlara ve ulaşılabilirliğe dayandığına inanıyoruz.
beyyoglu kadınının ve beyyoglu erkeğinin kendilerini özgüvenlerinin zirvesinde hissetmelerini ve kendi duruşlarını inşa etmelerini mümkün kılan kıyafetler tasarlayarak alışılmışın dışına çıkıyoruz.

Tasarımın üretim süreci sana ne öğretiyor?

İyi tasarım, gösterişte değil incelikte saklıdır.

Gerçekten iyi bir ürün, yalnızca fikri, kumaşı ya da çizimiyle değil, fark edilmeyen detaylarıyla kendini belli eder. Üretimde bazen yarım milimetrelik bir sapma, bir kalıbın tüm dengesini değiştirebilir.
Bizim için bu farklar asla gözden kaçmaz. Çünkü tasarım kadar, üretim aşamasında da yaratıcı dikkatin devam etmesi gerektiğine inanıyorum.

beyyoglu olarak kalite bizim için bir hedef değil; bir çalışma biçimi ve alışkanlık.
Ve o alışkanlık, detaylara gösterdiğimiz saygıyla mümkün oluyor.

Bir tasarımcının “imzası” nedir?

Bir ürünü gördüğünüzde, üzerinde isim olmasa bile “Bu beyyoglu” diyebiliyorsanız, işte orada bir imza vardır.
İmza; sadece bir detay, bir kesim ya da bir renk değil, bir ruh hâlidir.
Bizim imzamız; modernlik, zarafet ve sadeliğin güçlü bir bileşiminden oluşur.

beyyoglu kadını ya da erkeği sokakta yürürken, kendini giydiğiyle anlatır.
Bu yüzden bir tasarım yaparken, önce o insanı düşünürüz.

En garip ilham kaynağın neydi?

Ben tasarımda “tek bir şeyden ilham alıyorum” diyemem. Çünkü ilham, benim için anlık değil; sürekli bir akış. beyyoglu, yalnızca bir giyim markası değil; bir yaşam tarzı.
Bizim ilhamımız da tam olarak bu hayatın kendisi. Mesela, beyyoglu kadını ya da erkeği nasıl biri? Onun sosyal ve kültürel dokusu, bizim en büyük ilham alanımız. Yani bizim ilham kaynağımız “bir şey” değil “her şey.”

“Bu işin sonunda kendime dair şunu anladım” dediğin bir şey var mı?

Yaratıcılık, sadece bir yetenek değil, aynı zamanda bir karakter testidir.

Zamanla fark ettim ki en büyük lüks, kendi sesine sadık kalabilmek.
Moda, gürültülü bir alan. Ama o kalabalığın içinde kendi çizginden sapmamak, seni sen yapan şeydir.

Bu yolculuk bana, kendime dürüst olmayı ve hissettiğimi tasarıma dönüştürme cesaretini öğretti.
Ve bence bu dürüstlük, modada her şeyden daha değerlidir.

Hazırlayan: Hakan Yıldırım

İZLE
Denge 2025 Kapak Yıldızı Hakan Kurtaş
İLGİLİ İÇERİKLER
İlgili Başlıklar
Daha Fazlası