Hikayenin en başına dönecek olursak yolculuğun çok erken yaşta kot kumlama işiyle başladı. Senden dinleyebilir miyiz bu süreci?
15 yaşımda kot kumlama işçisi olarak başladım ve yıllar sonra ölümcül silikozis teşhisi aldım. Akciğerlerimin %46,2’si çalışmaz hale geldi. Benim ve diğer bütün işçiler için bu bir tramvaydı. İnsanlar bir bir hayatlarını kaybediyorlardı. Hepsi tanıdığım, akrabam, arkadaşlarımdı. Düşünün, insanlar iyi bir gelecek için, ailelerine bakmak için çalışıyorlardı ve adını hiç duymadıkları ölümcül bir hastalığın pençesine düşmüşlerdi.
Burada bir adalet arayışın mı vardı, yoksa daha fazla insan bunu yaşamasın, endüstride iyileşme sağlansın diye mi düşündün?
Bizler ölüyorken aynı iş devam ediyordu ve yeni insanları hasta ediyordu. Hem işi durdurmak hem de adalet mücadelesi vermek için başladım aslında. Ama şunun farkındaydım, bu mücadele ettiğimiz tekstil sektöründeki bir problem; bunun mücadelesini verirken sektöre zarar vermemeliyiz. Yani 10 bin kot işçisinin mücadelesini verirken diğer alanlarda çalışan 90 bin kot işçisini mağdur etmemeliyiz. O yüzden hedefimiz kot kumlama tekniğini yasaklatmaktı kotu değil.
Mücadele sürecinde destekçi bulmanız zor oldu mu? Nasıl büyüdü bu kampanya?
O dönem belki sürdürülebilirlik gibi terimler henüz yoktu veya çok yeniydi ama insanların hayatlarını kaybettikleri hassas bir konu vardı ortada. Bu konuyu insanlara duyurmak gerekiyordu. 2008 yılında sağlık durumum travma ile beraber ciddiyetini korurken bu yaşadıklarımızı başkaları da duymalı diye “Leyleğin Atılmış Yavruları” adlı bir mektup yazmıştım. Mektubum o dönem çok popüler olan bir gazetenin ilk sayfasında yayınlandı. Bu mektup ekseninde birçok insan bizimle bir araya geldi ve Kot Kumlama İşçileri Dayanışma Komitesini kurduk. Komitede doktorlar, sanatçılar, gazeteciler, avukatlar, aktivistler ve daha nice meslekten insan vardı.
Mücadeleniz nasıl globale uzandı?
Kot kumlama mücadelesi yerelde bir başarıya ulaştığında birçok markanın kot kumlama için bu kez başka ülkelere gitmesiyle tekstilin global olduğunu fark etmiş oldum. Uluslararası Temiz Giysi Kampanyası’nın (Clean Clothes Campaign) davetiyle birlikte global bir kot kumlama kampanyası için İngiltere’deki bütün moda okullarında sunumlar yaptım. İngiltere’deki sivil toplum kuruluşları (STK) ve öğrencilerin önderliğinde “Killer Jeans” diye bir kampanya başladı. Bu Avrupa’da “Deadly Denim” olarak devam etti. Sonunda, dünyada 100’den fazla marka ikna olarak tedarik zincirinde kot kumlamaya son vereceğini açıkladı.
Temiz Giysi Kampanyası Türkiye nasıl ortaya çıktı?
2012’de Amerikalı bir gazeteci Bangladeş’te kot kumlama atölyelerini çekmişti. Durum aynıydı. Oradaki bir STK ile iletişime geçerek işçilere ulaştım. İsviçre’deki Berne Declaration’ın (yeni adı Public Eye) desteği ile bir grup işçiyi Cenevre’ye davet ettik. Hem buradan bir doktor götürüp teşhis için kontrol edelim hem de Dünya Sağlık Örgütü ve Dünya İşçi Örgütü’nü de toplantıya çağırıp dikkatlerini çekelim istiyorduk. Oraya gelen bütün işçilerde silikozis hastalığı çıktı. Bunun üzerine Bangladeş’e gidip bir kot kumlama kampanyası başlatma kararı aldım. Tam gidiyorken o yıl Bangladeş’te Rana Plaza yıkıldı ve maalesef içinde 1138 işçi can verdi. Tekstildeki kırılgan gurubun sadece kot kumlama işçileri olmadığı ve bütün tekstil işçilerinin kötü koşullarda çalıştığını fark etmiş oldum. Ve Temiz Giysi Kampanyası Türkiye’yi kurarak bütün tekstil işçilerin haklarını korumak, çalışma koşularını iyileştirmek ve tekstil sektörünü sürdürülebilir hale getirmek için çalışmaya başladım.
Mücadelenizin sonucunda elle tutulur yasalar yürürlüğe girdi, kararlar alındı. O günden bugüne tekstil endüstrisinde sizin dokunuşuzla değişen neler var?
En önemlisi 2009’da kot kumlama yasaklandı. Devamında, silikozis için yardımcı tedaviler ücretsiz hale geldi. 2011 yılında bütün silikozis hastalarına emeklilik hakkı verildi. 2017’de Türkiye’de iflas eden bir fabrikadaki çalışanların alacakları için üretim yaptıkları Zara, Mango ve Next markalarından alacaklarını istedik. Bir buçuk yıllık bir diyalog çözüm olmayınca işçileri örgütleyip ürünlere tükecileri harekete geçirmek için etiket koydurduk. Ve dünyada bir ilk olarak tedarik zincirinde yasal olarak sorumlu olmayan ama etik olarak sorumlu olan markalar, işçilerin alacaklarını ödemiş oldu. Yine önemli bir konu olan şeffaflık kampanyamıza 200’den fazla marka katıldı. Son olarak da, ayda 450.000 işçinin ziyaret edip bilgi aldığı www.meslekhastaligi.org platformunu kurduk.
Bego Jeans’e gelirsek, nasıl ortaya çıktı? Nasıl bir misyon taşıyor?
Bego Jeans, bu bütün yukarıda konuştuklarımızın bir çıktısı. Tekstildeki bütün sorunların, bir ürünün adil üretilmemesinden kaynaklandığını görünce bir örnek yapmak istedik. Bego Jeans çevreye-doğaya-insana saygılı geri dönüştürülebilir ürünler üreterek Temiz Moda Hareketi’nin öncü markası oluyor. Var oluş amacı toplumsal bir sorunu çözmek ve zarar veren bir düzene alternatif yaratmak.
Jean insana fayda sağlamak üzere üretilen bir ürünken, hızlı moda ve taşlama metotları onu zarar veren bir hale getirmiş. Bego Jeans, bir ürünün bütün süreçlerini başından sonuna takip ediyor ve her adımın adil ve dönüştürülebilir olduğunun garantisini verir. Bego Jeans, kurduğu tedarik zincirinde kendi temel prensipleri olan; İşçi Sağlığı İş Güvenliği önlemlerinin alınıp iş kazaları ve meslek hastalığı riskinin sıfıra indiğinden emin oluyor. Asla çocuk işçi emeğinin sömürülmesini kabul etmiyor ve tedarik zincirinde çalışan her işçinin geçinebilir bir ücret almasını şart koşuyor. Bego Jeans ürünlerinde su tüketimi minimize edilerek asla bir kimyasal veya kanserojen maddenin kullanılmasına izin verilmiyor. Kullandığımız düğmeyi dâhi %100 pirinçten üretiyoruz.
Bego Jeans’in kurulum amacındaki prensiplerden biri de şeffaflık ilkesi. İpliğinden, tedarikçisine, üretim aşamaları ve dağıtımına kadar olan tüm süreçleri hem resmi kanallarımızda, hem de birçok platformda açıkça anlatıyoruz.
Türkiye’de kenevirden üretilen ilk jean Bego Jeans imzası taşıyor, aslında geleneksel yöntem ve materyallerden uzaklaşmanın ve inovatif, çevre dostu çözümlere dönmenin sonuç getirdiğinin en güzel örneği. İnsanlar nasıl tepki veriyor bu ürünlere?
Kenevir en sürdürülebilir hammaddelerden biri. Geçmiş tarihimizde kullanımı yaygınken son 80-90 yıl kullanımı yok denecek raddeye gelmiş. Sürdürülebilirliğe ilgisi olanların yaklaşımı çok sevindirici. Sürdürülebilir bir materyal olduğunun farkındalar. İlk kez duyanlar biraz duraksıyor sonra detayı okuyunca hoşuna gidiyor; tabii söz konusu kenevir olunca bazı muzip mesajlar da almıyor değiliz.