Küçük bir şehirde büyümüş biri olarak Eskişehir’de yaptığınız şeyi çok değerli buluyorum. Yaşadıkları şehirde OMM gibi bir kurumun var olması gençlerin dünyayı algılama biçimini çok erken yaşta geliştirebilir. Merkezden uzaklaşma fikri bu şekilde mi ortaya çıktı?
Desantralizasyon fikri benim çok hoşuma gidiyor. Her şey fazla merkezi gibi geliyor ancak merkezde olmayan insanlar var; bu insanlar bazı şeylerin dışında kalıyor. Anadolu zaten çok zor bir durumda uzun süredir. Çünkü modern sanata, eğitime erişim biraz zorlaşmaya başladı. Baksı Müzesi var Bayburt’ta, bir de biz varız. Çok fazla kültürel etkinlik olmuyor Anadolu’da. Burada yapmaya çalıştığımız biraz Bilbao etkisi gibi. Çok fazla gencin olduğu çok dinamik, çok açık kafalı, entel bir şehir Eskişehir. Her yere de yakın; Ankara’dan, Bursa’dan insanlar gelebiliyor. O yüzden dediğim gibi desantralizasyon hep bizim kafamızda.
OMM’u sürdürülebilir bir müze yapmaya nasıl karar verdin?
Bizim için sürdürülebilirlik çok önemli bir konu çünkü ben hep şöyle açıklıyorum; insan yoksa hiçbir şey yok. Benim için öncelik, yaşayabileceğimiz nefes alabileceğimiz bir dünyanın var olması. Çok uzun süredir para, yaşamın önüne geçiyor ama aslında yaşam yoksa para da yok. O yüzden bana çok saçma geliyor bu öncelik sırası; yani paranın yaşamdan önce geliyor olması. Çok uzun bir süre dergide çalıştım. O dünyadan çıktığım zaman çok büyük bir arayış içine girdim. Bu dünyaya ne katmak istediğimi, her gün efor sarf ettiğim şey dünyaya bir şey kazandırıyor mu yoksa aksine kaybettiriyor mu, öğrenmek istedim. Bu sorgulama sürecinden sonra OMM’da bu konuda sergiler yapabileceğimizi, insanlara ilham olup daha iyi hissettirecek alanlar yaratabileceğimizi fark ettim. Vaaz vermek yerine iyi bir örnek sergilemenin her zaman daha doğru olduğunu düşünüyorum.
İlk yaptığınız şey ne oldu? Şu an OMM sürdürülebilirlik konusunda hangi noktada?
Önce bu konuyla ilgili bir grup sergisi yapalım dedik. Çünkü Türkiye’de yeterince bu konu konuşulmuyor. Bu konuda çalışmalar yapan sanatçılarla konuştuk. Sonra bunun da yeterli olmadığını düşündüm çünkü bir sergi yaptığın zaman güzel bir mesaj veriyorsun ama günlük operasyonların sürdürülebilir olması en önemlisi. Broşür basmak dijitalleşmiş dünyada çok büyük bir atık, gereksiz bir masraf. Broşürleri QR kodla değiştirdik. Şu an hiçbir şekilde katalog basmıyoruz. Oradan artan paramızı sürdürülebilirlik konusundaki giderler için harcayabiliyoruz. Artık herkesin telefonu var çok rahat bir şekilde telefonlarından broşürdeki bilgiye ulaşabiliyorlar. Podcast yaptık mesela, insanlar sergiyi gezerken podcast’imizi dinleyebiliyor kataloğu okumak yerine. Bütün kafelerimiz vegan artık. Hiçbir şekilde hayvansal ürün kullanmıyoruz. Bu çok büyük bir adım bizim için çünkü vegan olmak çok şeytanlaştırılan bir konu burada. İlk başta nasıl reaksiyonlar alacağımızı bilemeyerek başladık. Vegan kelimesini kullanmamızın insanları rahatsız etme, uzaklaştırma ihtimalini bile düşündük. Bence daha sürdürülebilir olmak isteyen çok fazla insan var ama erişimleri az. Mesela ben veganım, şu anda vegan kahvaltısı söyleyebileceğim sadece bir yer var Kadıköy’de.
Daha sürdürülebilir bir yaşamı tercih etmeye meyilli olan insanların işini kolaylaştırmak da bu işin bir parçası diyebilir miyiz?
Aynen öyle çünkü insanlarda bu konuda çok istek var. Bana sürekli soruyorlar “ben ne yapabilirim” diye. Benim en çok verdiğim cevap “et yemeyi azaltarak başlayabilirsin” oluyor. Sürdürülebilirlik hakkında çocuklarla çalışıyorum. Birlikte belgeseller izleyip sürdürülebilirlik hakkında tartışmalar yapıyoruz. Bu seanslarda yer alan bir çocuk günlük hayatta yapılabilecek küçük ve basit şeylerle ilgili bir uygulama yaptı. Aslında benim için en önemli şey, müze olarak bunu bir diyalog haline getirmek; bu şekilde genç insanların kafasının daha alternatif yollara çalışmasını sağlamak. Çünkü o kadar çok alternatif var ki etrafımızda. Ama şöyle de bir gerçek var; asıl bu değişiklikleri yapması gereken kişiler şirketler. Çünkü bu atığın çoğunu yaratan onlar. Bu yüzden müzeyi ve içinde yer alan diğer mekanları daha sürdürülebilir, sertifikalı bir oluşuma dönüştürmemiz bence başka müesseseler için örnek teşkil ediyor. İnsanlara daha yeşil olmanın yollarını göstermiş oluyoruz. Mesela Contemporary İstanbul beni aradı. Contemporary İstanbul’u daha sürdürülebilir yapmak istediklerini söylediler. Biz de onları sürdürülebilirlik danışmanımızla buluşturduk.
Müzelere sürdürülebilirlik konusunda danışmanlık yapan organizasyonlar bu tür kurumların dönüşümünde ilk aşamanın “sadakat” olduğunu söylüyorlar. Yani artık ben her şeyimle; çalışan ilişkilerimden, restoranıma, tuvaletlerden sergilere böyle bir yol izleyeceğim kararını vermek. Bu konuda danışmanlık veren yerler, bu karar alındığında henüz herhangi bir değişime gitmeden ilk aşamadaki karbon ayak izinin ölçümünü yapıyorlar. Bu rapora göre de aşama aşama dönüşüm başlıyor. Bu bahsettiğim süreçten sonra neler değişti OMM’da?
Biz çok yeni bir müze olduğumuz için şanslıydık. Hollandalı bir danışmanla çalıştık. Başka sertifikalara başvurmamız için hem yol gösteriyor hem de dediğin gibi önce bir rapor çıkartıyor nerelerde değişiklikler yapabiliriz, neler fazla diye. Enerji, atık, tüketim gibi kriterler var. Mesela sensörlü aydınlatmalara geçtik önce. Sürdürülebilir yaşama geçebilmek için bir yatırım yapıyorsun ama o yatırım çok kısa sürede sana geri dönüş yapıyor zaten. Müzenin mağazasında mikroplastik kullanılan bütün ürünleri çıkarttık. Daha sürdürülebilir paketlere geçtik. 80 tane tasarımcı var mağazamızda. 80 tasarımcıya e-mail atıp artık ürün ve paketi sürdürülebilir değilse biz mağazamızda bunu satamıyoruz dedik. Sırf bizimle devam edebilmek için insanlar bunları değiştirdi. Bu da bir domino efekti sağlıyor. Hiç düşünmeyen insanları düşündürmeye başlıyorsun.
En çok zorlandığınız konu ne oldu?
Su konusu beni çok zorladı çünkü Türkiye’de su depoziti yapan hiçbir şirket yok ve ben bunu öğrendiğimde şok oldum. Yani şişe su kullanıyorsan şişeleri geri alan hiçbir yer yok. Bunu otel ve müze bazında düşündüğün zaman, yüzlerce hatta binlerce su şişesi çıkıyor her gün. Bu durum beni ciddi anlamda uğraştırdı. İlk başta şişeleri alan bir su markasıyla çalışıyorduk ama onlar da geçen sana kapattılar. Eskişehir’deki bütün şirketlerle konuştuk ancak bir tane bile bulamadık. Her şirket ortaya çıkardığı çöpten sorumlu olmalı. Ya çıkardığın çöpü geri toplayacaksın ya da çıkardığın çöp kadar dünyayı temizleyecek aktivitede bulunacaksın. Bu bir kural olmak zorunda. Ben bir politikacı olsam bunu yasalaştırırdım. Problem o zaman kendiliğinden çözülür. Bu konuyu belediye başkanına kadar götürdüm, şu an hala konuşuyoruz.
OMM’un sürdürülebilir bir müze olması çalıştığı sanatçılarla olan ilişkisini nasıl etkiliyor?
Elbette sanatçının düşünce şekli, bu konulara karşı yaklaşımı çok önemli. Düşünce yapısı olarak bütün sanatçılar genel olarak bu konulara karşı çok hassas. İleri dönüşüm yapan sanatçılarla çok fazla atölye yapıyoruz; çünkü şu anda atıkları kullanarak başka şeyler yaratmak insanların radarında olan bir aktivite. Bu konuda çocuklarla atölye çalışmaları da yapıyoruz. Sanatçılar zaten herkesin önünden gittiği için iklim konusunda ciddi bir uyanış var o tarafta.
Sürdürülebilirlik konusunda size yardımcı olan danışmanla ne kadar süredir çalışıyorsunuz?
Bir buçuk, iki sene olmuştur.
Sence sürdürülebilir olmak isteyen bir sanat kurumu için bu zorunlu mu?
Bizim için ekstra zorunlu. Çünkü bizim otellerimiz de var. Müze, oteller kadar atık üretmiyor. Otelle müze kardeş gibi, ortak bir toprak alandalar. O yüzden bizim işimiz biraz daha büyük. Sadece müze olsaydı iki senedir danışmanlık alıyor olmazdık. Bunların yanında üç tane de mağazamız var. Şu an online satışa geçiyoruz. Artık kargolamayı İstanbul üzerinden yapıyoruz. Restorandaki vegan yemekleri paket servise açmak için elektrikli araçlar alıyoruz. Çünkü erişilebilirlik gerçekten çok önemli. Hangi müze restoranının dışarıya servisi var? Ben bunu yaparak bu tip yemekler yemek isteyen insanlara erişim sağlamak istiyorum. Evinden de sipariş verebilsin ama bunu da yine sürdürülebilir bir metotla yapabilmenin yollarını araştırıyorum. Elektrikli scooter’lar seçeneklerimiz arasında.
Şu an ortada büyük bir müze, devamlı ziyaretçisi olan bir otel ve bir de restoran var. Bu kadar insanın bir araya gelmesi, yemek yemesi, kalması, gezmesi nasıl bir atık meydana getiriyor tahmin edemiyorum. Atıklar konusunda senin ilk tepkin ne olmuştu?
Ne kadar atık, çöp çıkardığıma kendi hayatımda da dikkat ediyorum. Kendi hayatımda bu kadar dikkat ettiğim için bu işe atılınca çok daha fazla stres yaşamaya başladım. Ben bir tane şişeyi nereye atacağım diye düşünürken şimdi elimde 100 bin şişe var. Ancak çok kolay kararlarla çok ciddi farklılıklar yaratabiliyorsunuz. Mesela oteldeki havlularımızın boyutunu küçülttük ve çok ciddi bir deterjan ve su masrafından kurtulmuş olduk. Odalara çamaşır sepeti koyuyorsun, insanları artık çamaşırları yerlere atmıyorlar. Odalara askı koymak bile mesela seni bir çamaşırdan kurtarıyor. Çok ufak ancak işe yarayan adımların yanında bu su mevzusu gibi çok daha fazla uğraştıran kısımları da oluyor.
Kurumların sürdürülebilirlik yönetimi süreci ile ilgili şöyle bir şeye denk geldim; tuvaletlerin gender neutral yani cinsiyetsiz olması da bu paketin içinde. Kadın ve erkeklerin ayrı tuvaletlere sahip olması gereksiz bir lüks gibi. Sürdürülebilirlikle toplumsal cinsiyet konusunun bu şekilde kesişmesi benim çok hoşuma gitti. OMM’da da buna benzer değişimler oluyor mu?
Sürdürülebilirlik kılavuzu hazırlarken bir bölümü İnsan Hakları’na ayrılıyor her zaman. Onda da işe alma kriterleri var. Bahsettiğin tuvalet durumu da dahil. Bu konu ile ilgili bayadır savaş veriyorum. Bunu da hayata geçireceğiz, çünkü burada bir alan yaratmaya çalışıyoruz. Mesela erkeklerin makyaj yapmasıyla ilgili bir bölüm bu kılavuzda yer alıyor. Bunu rehber kılavuzuna koyuyoruz ki biri gelip o kişiye: “sen neden makyaj yaptın” demesin diye. Çünkü insanın konforu ve sürdürülebilirliği hem psikolojik hem de fiziksel. Bir yandan da konuşmamız gereken şeylerden biri dediğin gibi cinsel yönelimler olabilir; kişinin birlikte çalıştığı insanla ilgili nasıl hissetti çok önemli. Bunun üzerine çalışmalar yapan bir takım kuruyoruz. Bu konuları devamlı tartışan ufak bir takımımız zaten var.
Kurumların sürdürülebilirliği söz konusu olduğunda her zaman bunun devam edecek bir süreç olduğunun vurgusu yapılıyor. Bu yüzden kurumu meydana getiren insanların bunu içselleştirmesi vurgulanıyor. Siz bu sürece girdiğinizden beri et yemeyi azaltan insanlar oldu mu mesela?
Bizim takımdan insanlar ne kadar değişti görsen çok şaşırırsın. Çünkü biz bu konuları çok sık konuşuyoruz ve insanlar “haydi müzeye gitsek de yemek yesek” diyor heyecanla. Herkes kendini bazı konularda kötü hissediyor artık. Erişilebilirlik çok önemli; mesela evlerine gidiyorlar ve et yemek zorunda kalıyorlar. Sonra beni arayıp: “bu hafta çok kötü yemek yedim” diyorlar. Genelde insanlar üç belgeselde değişiyor. Benim babam çok et yerdi, ben babamı bile değiştirdim. Babam değiştiyse herkes değişir.
OMM’un sürdürülebilirlik konusunda bir sonraki büyük projesi ne? Uzun süredir uğraştığınız ve sonuca yaklaştığınız bir şey var mı?
Bir sergi üzerinde çalışıyorum, 2023 yılında gerçekleşecek bir tasarım sergisi. Tasarım Bienali ile aynı anda açmayı planlıyoruz. Türkiye’de bugüne kadar tasarım üzerine bu kadar uluslararası, kapsamlı ve eğlenceli bir sergi yapılmadı. Farklı bir şey olacağı için çok heyecanlıyım. Dünyanın en iyi tasarımcılarını bir araya getireceğiz. Kendimize çok vakit verdik, bir sürü yerden bir sürü şey gelecek. Bu sergi burayla kalmasın, bizden sonra İstanbul Modern’e gitsin, Orta Doğu’da başka yerleri gezsin ve insanlar bu sergiden keyif alsın diye araştırmalar yapıyorum şu an. Bizim radarımızdaki büyük olaylardan bir tanesi de sertifikalar konusu. Bu ayın sonunda bir sertifikamızı alıyoruz, üç tane daha alacağız.
Bir de Climate Clock’u (İklim Saati) getirmeye çalışıyoruz. Biraz pahalı ama şu an her yerde var. Bu saat geri sayım yapıyor. Geri dönüşü olmayan bir değişime girmemize ne kadar vakit olduğunu sayıyor. Çok güzel bir sanat eseri aslında. Dünyanın her yerine koyuyorlar bu saati. Biz de bu saati müzenin girişine koymaya çalışıyoruz. Bu benim için heyecan verici bir gelişme ancak sponsor bulmaya çalışıyoruz çünkü ucuz bir şey değil. Belki meteor düşüyormuş gibi gelmiyor insanlara ama Climate Clock insanlara o acil durumu hatırlatıyor. Dünyada her gün yaptığımız her aktivite bu geri sayıma katkıda bulunuyor. Şu an bu saat New York’ta ve Londra’da var.
Bu süreci bir şekilde içeriğe çevirmeyi düşünüyor musunuz?
Aynen, bunu yapıyoruz ve elimizde çok komik görüntüler var. Biz her gün ellerimizle çöpümüzü karıştırıyoruz. Ona göre müzeye ne konulmalı diye bakıyoruz. 0 atığa geçmeye çalışıyoruz ve bu yüzden atığımızı tartıyoruz. Mesela danışman geliyor kulağımızı çekmeye. Çöpümüzü tarttırıyor. Bir bahçe yaptık müzenin arkasına. Orada da bir şeyler yetiştiriyoruz, her şey taze geliyor. Bunlardan kompost yapıyoruz. Tüm bu süreçlerin harika bir arşivi var…