ÖMER SEYFETTİN: Dizi senaryosu yazar ve müthiş başarılı olurdu. Televizyon trendlerini onun belirleyeceği kesin. Yeri geldiğinde Yüksek Ökçeler hattından melodrama, yeri geldiğinde Pembe İncili Kaftan üzerinden kahramanlık hikayelerine girerdi. AB grubunu sallamaz, işi direkt totalde bitirirdi. Kendi yapım şirketini kurar, paraya para demezdi.
REŞAT NURİ GÜNTEKİN-HÜSEYİN RAHMİ GÜRPINAR-HALİT ZİYA UŞAKLIGİL: Üçü de televizyonda Ömer Seyfettin’e sağlam rakip olurdu. Eserleri halihazırda senaryolaştırılıyor, şimdi doğrudan kendileri oturup yazardı. Ek olarak, Reşat Nuri sinemaya, Hüseyin Rahmi şarkı sözü işine bulaşırdı. Halit Ziya ise önce politikaya girer, sonra ondan da sıkılıp küçük bir Batı kasabasında inzivaya çekilirdi.
AHMET HAMDİ TANPINAR: En büyük hayallerinden biri Paris’i görmekti. Çok geç gidebildi. Bugünün imkanlarıyla çok gezer, gördüklerini kaleme alırdı. Yedi kıtadan seçkilerle gezi kitapları yazardı. Huzur yine Emirgan’da geçerdi ama Mümtaz’ın muhtemel Paris günleri uzun uzun anlatılırdı.
YAHYA KEMAL: Yemeğe düşkünlüğü dillere destan. Bugün olsa, iki-üç kitabın belini kırmadan bırakmazdı. Modern şiirler bir kenara, Michelin yıldızlarını da ondan sorardık. Televizyon programının tutması garanti. Günümüzde yaşamaması Vedat Milor’un şansına.
SAİT FAİK ABASIYANIK: Yaşadığı dönemde koşulları gözeterek biraz ürkek davrandı; bugün olsa eşcinselliğini daha açık yazar, hatta bir eşcinsel edebiyatı hattı üretirdi. Cüretkarlığı nedeniyle muhtemelen okul kitaplarına giremezdi. Türkiye’den bıkıp dünyayı dolaşmaya çıkar, her defasında yeni bir kitapla dönerdi. Vereceği röportajlarda edebiyat dünyasında taş üstünde taş bırakmayacağı kesin.
CEMAL SÜREYA: Son dönemi gördü sayılır ama 2000’lerde yaşasaydı Twitter’a girdiği an sansasyon yaratırdı. Şairliği bir yana, düz yazıda kısa cümlelerle meseleleri onun kadar isabetli tarif eden yok. Twitter mesajları, okurlar için günün tatlısı olurdu. Siyaseti düşünür müydü bilinmez ama milletvekilliği teklifi alacağı kesin.
ABDÜLHAK HAMİT TARHAN: Makber şairinin herhangi bir şey yazmasına bile gerek yok, fırtınalı hayatının ağırlığı yeterdi. Hem cemiyet hayatı, hem politika hem de kültür sanat sayfalarında habire ismine rastlar, bir süre sonra onunla aşk-nefret ilişkisi yaşamaya başlardık. O da bizi pek sevmezdi aslında. New York’taki evinde vereceği geniş röportajlarda, aklı fikri futbolda olan ve çok muhafazakar bulduğu topluma çatardı.
NÂZIM HİKMET: Kendi ifadesiyle, vatan hainliğine devam ederdi hâlâ... Sistemle barışması mümkün değil. Yakası mahkemelerden kurtulmaz, üstüne bir de ölüm tehditleri alırdı. Kazandığı Nobel yüzünden Orhan Pamuk gibi eleştirilir ama çapkınlıkları hoş görülürdü. Peki ne yazardı? Eskiden ne yazdıysa, aynısını.