Kök ve insan kelimeleri beraber kullanıldığında aslında bir analoji yapıyoruz. İnsanın ağaç gibi fiziksel bir kökü yok belki. Ama bununla birlikte kendisini, yerlere, insanlara, olaylara bağlayan, bir yere bağlanmasa da kendisinden dışarı taşan, bazen de kendi içine doğru büyüyen görünmez bir yapı var sanki. Belki de bu kök konusu, doğduğumuz yerde oluşmaya başlayan veya genlerimizle gelen ve alegorisini yapmayı sevdiğimiz bir güzelleme. Bahsettiğimiz bu kavram belki aidiyet duygumuzla alakalı, belki de her insana göre değişen ve insanın karakterinin aynası olan bir sistem. Herkesin kökü dünyanın başka bir coğrafyasında atılıyor, orada veya başka yerlerde büyüyor. Bazı insanların yaşamı, dünyanın bir köyünde başlayıp yine orada son buluyor. Bazı insanlar ise dünyayı kendi köyleri yapıp, her yeri karış karış geziyor; her toprağa kök salıp, her topraktan farklı vitaminler alıyorlar. Ama unutmayalım ki bazı ağaçlar da bazı topraklarda büyümüyor.
Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu (UNICEF) Türkiye Ülke Temsilcisi Philippe Duamelle, “Bazı topraklar diğerlerinden daha verimlidir. Bazı topraklarda daha çabuk geliştirirsin köklerini. Ama her zaman bir şey gelir o topraktan, illa ki sana öğreteceği bir şey vardır” diyor. Kökü her toprağa değen bu adam, ‘kök’ün tanımını ise şöyle yapıyor: “Kök kim olduğunu tanımlayan kaynak bir bakıma, senin kişiliğin üzerinde bir etkisi var, doğduğunda gelişmeye başlıyor, senin düşünce biçimini ve değer yargılarını şekillendiriyor. Kültürel olarak da bir çerçeve çiziyor. Benim köklerim Fransız, yaşamımın ilk yarısı orada geçti, ana köklerim Fransa’da büyüdü. Ama sonra gittiğim diğer ülkelerde gelişmeye ve değişmeye devam etti. Önemli olan, bir köke sahip olmak kadar onu geliştirmeye devam etmek.” Köklerini geliştirme yolunda babasının dünyayı gezen arkadaşlarından ilham almış Duamelle: ''Büyürken babamın gezgin arkadaşlarıyla çok fazla zaman geçirdim, dünyanın her yerini karış karış geziyorlardı. Bu, ufkun ardında nereler olduğunu merak etmemde büyük rol oynadı.''
Philippe Duamelle
Farklı kökler ve merhamet duygusu
Kenya, Amazonlar, Brezilya, Peru, Türkiye, Irak, Kongo, Madagaskar, Amerika, Benin, Sri Lanka, Mısır. Ve bir ay sonra da Yemen. Bunlar, Philippe’in iş nedeniyle en çok yaşadığı yerler, yaşamakla gezmeyi birbirinden şöyle ayırıyor: “Bir uçak bileti alıp bütün dünyayı gezebilirsiniz. Bu, bir şeydir ama gezmekle bir ülkede yaşamak arasında fark vardır. Bir yerde yaşadığında o kökler gelişir.” “Peki yeni bir yere gittiğinde ne oluyor” diye soruyorum. “Yaşadığım ülkelerde gelişmeye devam etti bu kökler. O ülkelerden geçmek değil orada yaşamak. Kültürü anlamak, ilişkiler kurmak seni beslemeye devam ediyor; sana, hayata dair bir enerji veriyor. Kişiliğin devamlı gelişiyor. Her canlı evrilir, aksi halde yok olur. Bu önerme insan için daha az dramatik ama yine de geçerli. Bu bir zenginleşme süreci, hayata başka perspektiflerden bakıyorsun ve o başka perspektifleri başka köklerde büyütmüş insanlarla karşılaşıyorsun” diye yanıtlıyor. Ve Philippe bu farklı kökleri görebilmenin insanların çektiği acılara dair merhamet duygusu geliştirdiğini, iş hayatında insani durumları, savaş ve acı gören insanları bu sayede daha iyi anladığına inanıyor. Belki duymuşsunuzdur, birbirine yakın yerde duran ağaçlar birbirlerinin ihtiyaçlarını karşılarlarmış. Ağaçlar birbirleriyle konuşup, kimin daha çok suya ihtiyacı olduğunu anlarmış. Yeterli suya sahip ağaçların kökleri tasarruf yapıp, ihtiyacı olan ağaca verirmiş o suyu.
Pek çok farklı ülkede yaşasan, her seferinde yeniden başlasan, köklerin nerede olurdu? Bu belki de öyle bir kök ki artık toprakta değil de kendi üzerinde büyüyordur. Dallanıp budaklandığı spesifik bir yer yoktur ve her yerden, her şeyden besleniyor, her yerde büyümeye devam ediyordur. Ama insanın bir parçası da hep bir yerlerde kalıyor çünkü işin içinde başkaları var. “Karşılaştığın insanlar o farkı yaratıyor, harika yerler görebilirsin. Bunlar önemli ama unutulmaz anları yaratanlar, insanlarla yarattığın o bağlantı. ‘En büyük zenginlik tanıştığım o harika insanlar’ derim hiç düşünmeden” diyor Philippe.
Kendi kendime köklerimi yanında taşıma cesaretini ne ölçüde gösterebilirim diye sorarken düşünüyorum da kökler gerçekten gitmiyordur belki. Kökleri, insanın üzerindedir ama bir yandan da onları bırakıyorsundur bazı insanlara ve yerlere. Mesela Philippe ile çalıştığım beş yıllık süreçte bana öğrettikleri ve gösterdiklerinin üzerimde bıraktığı kökler, hayatımın sonuna kadar benimle gelecek. O, dünyanın neresine giderse gitsin, aslında aramızda uzanan görünmez pasajlar olacak, ben de onlardan yenilerini çıkaracağım. Ve o kökler aracılığıyla onunla iletişim kurmaya devam edeceğim. Yemen’e veya Mars’a da gitse. Birimiz, kendi suyu azaldığında diğerinin suyundan tasarruf etmeye devam eder. Ve belki de bu insan olarak bizim şansımız şu: Evet ağaçlar gibi köklerimiz var ve bu köklerin bir kısmını yanımızda götürebilir, gittiğimiz her yerde büyütmeye devam edebiliriz.