13 yaşından beri elinde kamera ayağında kaykay olan bir adam var karşımda. Her ikisine de özgürleşmek ve kendini ifade etmek için başladığı bu “hobiler” zamanla hayatının en anlamlı iki noktası haline gelmiş. “Nasıl gelişti olaylar?” diye soruyorum. “Kaykaya İsviçre’deyken başladım. 87’de İstanbul’a gelince buradaki sokak kültürüne adapte olup devam ettim. Kendi kaykay çeteme logo çiziyor, kayarken elimde kamerayla yeni şeyler deniyordum. Aslında 2001’den beri hem video ve fotoğraf çekiyor hem de grafik tasarım yapıyorum.” diyor gülerek. “Askerlik kağıdını görene kadar üniversite okumayı düşünmeyen haylaz çocuktum ben.” açıklaması beni şaşırtmadığı gibi hikayenin devamını dinleyince o askerlik kağıdını alnından öpesim geliyor. Bölüm tercihini de risk alarak o dönem çok yeni olan bir alan üzerine yapıyor Fatih. Bilgi Üniversitesi Görsel İletişim Tasarım. 2007’de mezun olduğu okulundan, eğitim sisteminden ve hocalarından “kıymetli insanlardan çok kıymetli şeyler öğrendim.” diyerek bahsediyor. İşin sadece uygulama kısmını değil, sosyolojik tarafını da düşünmesine yarayacak alt yapıyı burada aldığı için kendini şanslı görüyor. Çoğu mezun gibi okul bitince sudan çıkmış balık dönemi yaşadığını itiraf ederek başlıyor kariyerinin ilk adımlarını anlatmaya. Kaykay çetesi için tasarladığı logolar üniversite eğitimiyle birleşince kendini grafik tasarım yaparken ve büyük otellerin görsellerini hazırlarken buluyor. Bir süre çok severek yaptığı bu işin hayatını kazanmak için maddi yeterliliğe sahip olmadığını fark edince reklam ajansı macerasına yatay geçiyor. Tam bu dönemde daha sonra uzun yıllar birlikte çalışıp üreteceği arkadaşı Uçman Balaban’la tanışıyor. Bu tanışıklığın ajans toplantılarında olduğunu zannedenler varsa bir daha düşünsün. Zira ikili halen devam eden dostluklarının temellerini Ataköy Yedinci Kısım Köprü altı Skatepark’ta atıyorlar. Fatih’in “Biz hep proje insanıydık. Bir şeyler üretelim ve orijinal olsun heyecanından hiç vazgeçmedik.” diyerek özetlediği bu ekip hemen akabinde Türkiye’nin en büyük ajanslarından olan Rafineri’de çalışmaya başlıyor. Dönemin ajans anlayışına ters köşe fikirleri ve risk alan sunumlarıyla patronları Ayşe Bali ve Aslı Yorgancıoğlu’nun dikkatini çeken Fatih ve Uçman’ın en büyük şansı yöneticilerinin de en az onlar kadar açık fikirli olması. “Bu iş müthiş gözüküyor yönetmeni kimmiş acaba?” sorusunu büyük kitlelere ilk sordurduğu işi Büyük Ev Ablukada’nın “Hepsine Ne Fena” klibi de bu dönemlere denk geliyor. “Biz birbirini internette ilk bulan Punk alt kültürüne meraklı arkadaş grubuyuz” diye bahsettiği isimlerden biri olan Bartu’nun klipteki animasyon görüntülerini elleriyle çizmesi Fatih’in tam sekiz ayını almış. 27 bin karelik rotoskop tekniğiyle çizilmiş görüntüden bahsettiğimizi meraklısı için buraya iliştireyim… “Tek kişilik dev kadro gibisin! Bu iş senin için bir mihenk taşıdır.” diyorum. “Bu tamamen bir ekip işi! Güvendiğin ekip olmadan adım atman mümkün değil.” Cevabı hiç gecikmiyor. Klip yayınlandıktan sonra Türkiye’deki hatrı sayılır birçok ünlü müzisyenden telefon aldığını da ekliyor gülerek. Bu sektörde başarının sırrını çözüp çözemediğine gelince: “Orijinal bir fikrin olmalı ve çok insan tanımalısın. İyi bir fikrin ve onu sunabileceğin mecran yoksa adını duyurman çok zor.” Çok çalışmak ve devamlı olarak araştırmak klişelerinin altını uzun uzun çizmeye gerek duymadan devam ediyoruz.
Şehir Boş Bir Kanvas
Tek kanallı televizyon dönemi çocuğu olan jenerasyonun üyelerinden “bizim kuşak” diye bahseden Fatih için önemli olan elinde tuttuğun kamera ya da çalıştığın bilgisayar değil. Neyi nasıl anlattığın, hayalini ne kadar iyi satabildiğin ve hedef kitleni ne kadar iyi analiz edebildiğin. Karşımda ablası ve annesini ekran başına oturtup video izlerken ki alışkanlıklarını inceleyen bir yönetmen var. “Algıyı ölçmek, izleyiciyi nasıl kazanabileceğimi bilmek zorundayım.” diyerek açıklıyor durumu. Karşındakine bir duygu hissettirmeden ürettiğin işin başarılı olamayacağından dem vuruyor. Merkez Bankası’nın tanıtım filminden, Türkiye’deki ilk moda filmlerine uzanan bir portfolyodan bahsettiğimizi hatırlayıp, bu kadar multidisipliner olmanın zorluklarını soruyorum. “Baktığım dünyayı sürekli değiştirmek çok hoşuma gidiyor. Karıştırmayı seviyorum. Bu yüzden benim için işin eğlenceli kısmı zaten bu kaos.” Senelerce çalışıp ürettiği reklam piyasasında neyin gerçek neyin yalan olduğunu iyice sindirmiş. İçerisinde duygu olmadan yaratılan kampanyaların, gerçek olamayacak kadar iyi gözüken modellerin satmadığının ilk farkına varanlardan. “Türkiye gibi bir sürü alt kültürü barındıran kaotik bu coğrafyada etrafınızdakilere dikkat ederek emek verdiğiniz her iş bir orijinalliğe sahip oluyor. Burada olmak aslında kontrast ve eşsiz işler çıkartmanızı kolaylaştırıyor.” diye açıklıyor durumu. Tam da bu anahtar kelimeler havada uçuşurken konu Fatih’in adını uluslararası sahneye taşıyan son projesi “Yıllar Ziyan”a geliyor. İstanbul’un ara sokaklarında, Beşiktaş meydanda, Kapalıçarşı’da üstlerinde Dilara Fındıkoğlu kıyafetler altlarında kaykay kendi tarzlarında “takılan” yüzlerle hayatımıza giren bu projenin temelleri aslında 2018’de atılmış. Fatih’in gençlik döneminde maruz kaldığı “kaykay kayıp snowboard yapmakla para da kazanamaz, adam da olamazsın” önyargılarına ve Türkiye’nin sosyo ekonomik koşullarına inat hayata geçen bir proje. “Benimle aynı zevkleri ve hayalleri paylaşan insanlara bir istihdam sağlamak fikriyle yola çıktım. İnsanların kendi yapmak istedikleri ve keyif altıkları şeylerden vazgeçmeden hayatlarını kazanabilmelerini istiyorum.” “Yıllar Ziyan” aslında adının tam tersine içerisinde bulunan gençlerin yıllarını ziyan ettirmemek üzerine kurgulanmış. Bir şehrin kimliğini var eden şeyin alt kültürler olduğuna inanan Fatih, medya ve tüketim alışkanlıklarında gözlemlediği değişimin ivmesinden yararlanarak gerçek insanların gücünü görünür kılmanın peşinde. Beşiktaş Meydan’da kaykay yapan 17-22 yaş aralığındaki bir ekipten marka değeri yaratıp, tersine reklamcılık anlayışıyla ortaya çıkardığı bir sendika bu. Giderek büyüyen ve güçlenen “Yıllar Ziyan” ekibinin genç üyeleri gönüllerince
kaykay yaparken aynı zamanda anlaşmalı oldukları markalara içerik çıkartıyor ve hayatlarını kazanabiliyorlar. Alışık olduğumuz influencer sisteminin “mahallede” oluşan özgün ve kolektif bir modeli gibi. Dinlerken kulağa kurması ve sürdürmesi oldukça meşakkatli gelen bu sistemin sırrını merak ediyorum. “Türkiye’de insanlar bir sistemin içinde yok olmak zorunda bırakılıyorlar. Ben de bunu kırmayı deniyorum. Bu yüzden “Yıllar Ziyan”da konumuz hiçbir zaman para değil. Artık sekizinci nesil kaykaycıyı gördüğüm ve senelerdir bu kültürün içinde olduğum için insanlar bana güveniyor. Güven olunca da gerisi geliyor. Kurduğumuz ekip sayesinde daha fazla üretmeye ve görünür olmaya başlıyoruz” dediğinde aslında senelerce peşinde koştuğu tutkuları sayesinde ne kadar zor bir şeyi başardığını fark ediyorum. Şehri bomboş bir kanvas, kaykayları rengarenk fırçalar ve “Yıllar Ziyan” üyelerinin her birini bir sanatçı olarak gören Fatih Yılmaz’ın her daim sınırları zorlayan yaratıcılığı insanı büyüleyen cinsten. Yetenekli ve üretken beyinlerin ayrışarak toplumda kendilerine yer bulmalarına destek veren yönetmenin, “Yıllar Ziyan”ın hikayesini bir dijital platformda anlatacağını duyunca çok heyecanlanıyorum. Fatih sohbetimizin sonuna “Her ne yapıyorsan istikrarlı bir şekilde yapmalı, yaptığını çok sevmeli ve cesaret etmelisin.” diyerek gelirken ben de kurduğu bu ekibin imza atacağı başarıları daha kimlerin yazacağını merak etmeye dalıyorum.
Bu yazı GQ Bahar 2021'de yayınlanmıştır.