Yolculuk Başlasın | İbrahim Selim
Dergi Konuları

Yolculuk Başlasın | İbrahim Selim

Son zamanlarda, yaptığı programlarla, talkshow’ları, podcast’leri, oyunculuğu ile yıldızı daha da parlayan İbrahim Selim’le uzun ve hayali bir yolculuğa çıktık. Ne vize başvurusu gerekti, ne de valiz hazırlama telaşımız oldu.

OTOMOBİLE ATLADIĞIMIZ GİBİ CANIMIZ NEREDE İSTERSE ORADA BULDUK KENDİMİZİ. Bir yer hayal edelim, orada yapalım bu röportajı istedim, sağolsun kırmadı beni.

Hadi öyleyse, Meksika’ya ya da Kaliforniya sahillerine gidelim, Alaska’dan Baja’ya göç eden mavi balinaları görürüz şanslıysak... “Şu an gelecek programın çekimini planlıyorum kafamda” diyor ve devam ediyor; “benim yine telefonum çalıyor en azından denize bakıyorum göz ucuyla...”

En başta yazdığım gibi yıldızının parladığını kendisinin hiç fark etmediğini söylüyor bana. “Umarım öyledir.” diyor, “balık suyun içinde olduğunu fark etmez ya, parladıysa da ışıklı geziyoruzdur, ama bizim hayatımızda pek bir şey değiştirmiyor bu. Beraber çalıştığım insanlarla çok emek veriyorum, umarım hepimizin parlar yıldızı.”

Kalabalıklar içinde yalnız hissedip hissetmediğini merak ediyorum. “Kalabalığın içinde yalnızız zaten biz, yaptığımız iş dolayısıyla” diyor. Ve devam ediyor; “Biz derken oyunculardan bahsediyorum ağırlıklı olarak. Çünkü, hayatımızı sürdürmek için yaptığımız meslek, kalabalıkların içinde olup çevreyi gözlemlemeyle farklılaşıp büyüyebiliyor. O yüzden biraz izleyen tarafta olmamız gerekiyor. Çok fazla kalabalığa dahil olup, kalabalıkla beraber hareket etmek bizi ileri götürecek bir şey değil. Ama kastettiğin yalnız hissedip hissetmediğimse, ben mutluluğun bir tercih olduğunu düşünüyorum. İnsanın başına milyonlarca şey geliyor, bunun karşılığı, hayata nasıl baktığınızla ilgili, yönetilebiliyor gibi geliyor bana. Çok kötü şeyler olabiliyor hayatta evet, çok korkutucu, insanın canını sıkan, endişelendiren şeyler falan. Ama geçiyor. Siz orada kalıyor musunuz, o önemli oluyor.”

Dolayısıyla “Allah sağlık versin ya” deyip gülüyor. İbrahim Selim’in her zaman gülümseyen ve gülümseten bir tarafı var, belki bu yüzden konukları çağrıldığında koşarak programına gidiyor, ben bu röportajı yaparken bitmesin istiyorum. Dizilerinde reklam araları daha çekilmez oluyor. Bu arada bu sahildeki sohbete ara versem herhalde yapmak istediğim şey kitap okumak olurdu. Hayattaki duruşlarını beğendiğim insanların etkilendiği kitapları bilmek çok kıymetli benim için. İbrahim Selim’den de üç yazar ve kitap ismi aldım. Sanırım okumak için ilk tercihim Naomi Klein olacak; Şok Doktrini. Diğer iki kitabın ismini sonra paylaşacağım sizinle.

ibrahim_selim

Kısa bir kitap molasından sonra, mesleki anlamda kaderini değiştiren neydi diye sorduğumda önce biraz durup düşünüyor ve sonra, “bunu söylemek zor” diyerek başlıyor söze. “Sürekli üstüne ekleyerek devam ettim hayatımda. Oyunculuk yapıyordum seslendirme eklendi, seslendirme yapıyordum storytell eklendi. Dizi, sinema, tiyatro oyunculuğu zaten yapıyordum ve 2005’de İstanbul’a taşındım. 2009’dan beri dijitalde bir şey yapılması gerektiğini söylüyordum çevremdeki herkese. Kendi başıma cesaretim olmadığı için hiç adım atmadığım bir şey. Ama finalde zaten buna yatırdığım zihnimden parçaları kullanarak bir şeyler yapmaya başladım. Dolasıyla bu bir birikim aslında. Bu arada sadece benim birikimim değil, Stalk’u yaptım, gerçekten çok emek verdiğim bir projeydi, bir sene çok yükselttim, sonra zamanın bittiğini gördüm.

Oyunculuğa devam ediyordum zaten. O sırada Onedio geldi, beraber bir applikasyon yarışması çalışmak istediler benimle, tamam dedim. Onların istediği aslında kamerayı koy Vlog çek gibi bir şeyken, ben dedim ki talk-show yapıcam. Hiç böyle bir hayalim yoktu bu arada. Zannetmeyin ki, ‘abi zaten şakalar yapıyorum, insanlarla da aram iyi, gideyim de talk show yapayım’ falan gibi bir şey düşünmemiştim. Arkadaşlarımla beraber bir ekonomik model yaratmak istedim. O zaman kurduğum cümle şuydu; ben hayal gücünden emin olmadığım birçok insan tarafından karar verilen işlerde yer almaya çalışıyorum, onları kısacık odisyon metinleriyle ikna etmeye çalışıyorum. Bu biraz şans, biraz odisyonlara adaptasyon. Fena değilimdir odisyonlarda da, yaptığım en iyi şey sunuculuk değil, oyunculuğu daha iyi yaparım, daha sevdiğim, eğitimini aldığım şey zaten. Kendimi de oyuncu olarak tanımlarım. Profesyonel mesleğim oyunculuk. Program yapımcılığı da yapıyorum. Program da yapıyorum. Seslendirme de yapıyorum, seslendirmeden de para kazanıyorum onlar da benim mesleklerim. Fakat içerik üreticiliği diye tarif edebileceğim şeyler benim olmaya mecbur kaldığım şeyler. Arkadaşlarımla beraber (arkadaşlarım da bazıları gazeteciydi, bazıları senaristti bazıları editördü, işsiz ve parasızdı) başladık. Herhangi bir insanın yaptığı iş konusunda geride durmasını ya da az para kazanmasını geçinememesini anlayamıyorum. O dönem de öyleydi, sonra dedim ki böyle bir şey yapacağım hadi siz de gelin, sonra gelen parayı paylaşacağız. Böyle başladı. O dönemden sonra programı yapmaya başladım. Ondan sonraki kısımda şöyle bir şey oldu, ben yaptığım işi sürdürme konusunda ısrarcıyımdır. Çünkü hayattaki başarının en önemli nedenlerinden birinin sürdürülebilirlik olduğunu düşünüyorum. Bu sadece iklim krizi, doğa ile ilgili bir şey değil, hayatta kalmak için bütün dünya sürdürülebilirliği konuşuyor. Mesleki anlamda bir yerde kariyer yapmak istiyorsanız, mesleğinizin ve yaptığınız işin sürdürülebilir olması gerekiyor.

ibrahim_selim

Bu tek başına olan bir şey değil, benim konuklarımın da çok büyük payı var, benim bir şekilde tanınır bilinir hale gelmemde. Ayşe Barım’ın çok büyük payı var. ID ekibinin tamamının çok büyük payı var. Ben bu insanlarla çalışmaktan çok büyük keyif alıyorum. Büyük ihtimalle onlar da benimle çalışmaktan çok büyük keyif alıyorlar. Tek önemsediğim şey, beraber çalışırken konforumuz. Beraber çalışan iki kişiden bir taraf, bir şeyden mutsuzsa, genelde mutsuz olduğu şeyi doğru tarif edemiyorsa, beraber çalıştığı diğer insanın üzerinden o mutsuzluğu tanımlamaya çalışır. Ben bundan hoşlanmıyorum. Ben kimsenin anlayamadığı ya da mutsuz olduğu bir şeyi benim üzerimden tarif etmesine ya da yaşamasına izin vermem, kimseye de böyle davranmam. O yüzden keyfimiz yerinde olsun iş yapmasak da olur diye baktığım için genelde konforlu çalışıyoruz biz birbirimizle. İyi gidiyor. İyi gitmesinin nedeni de; gerçekten işini seven insanlarla çalışıyorum ve buna hep beraber kafa yatırıyoruz ve önemsiyoruz birbirimizi. Birbirimizin kariyerlerini. O yüzden de şu zamandan itibaren diyemiyorum. Ama illa bir kerteriz almamız gereken bir nokta var hadi onu bulalım beraber diyorsan Alice’in başlangıcı olarak tanımlayabiliriz.”

○ ALİCE’DE KRAL OLMAK nasıldı diyorum, kral adam olduğunu söyleyerek yine gülümsetiyor. Burada çok kaldık, hadi şimdi bambaşka bir yere gidelim, mesela Arjantin’de devam edelim sohbete. Ülkenin kuzeybatısındaki Salta Bölgesine gidelim. Orada Tilcara adındaki küçük bir köyde Empanada pazarında önce yorulana kadar gezelim. Yeterince acıkınca plastik bir masada oturarak ortak sosları ve baharatları paylaşalım diyorum, hayır demiyor. Yan masadaki dilini bilmediğimiz bir çiftin heyecanlı konuşması dikkatimizi çekiyor, ne konuştuklarını tahmin etmeye çalışıyoruz. Bu tahminleri okuyucunun hayal dünyasına bırakıyorum.

ibrahim_selim

“Alice’de kral olmak, benim için bambaşka bir deneyimdi” diye devam ediyor. “Hayatımın üç dört yılının tam ortasında duran çok enteresan anılar bütünü benim için. Alice’le ilgili konuşmaya başlandığında aa ne kadar tatlı ya ekip de güzel kuruluyor falan diyordum. Sonra beni aradılar, gelir misin dediler. Enis var, Ezgi var, Merve’yi zaten seviyordum, Şükrü ile tanışıklığımız var, Serenay’ı uzaktan çok beğenerek takip ediyordum ne kadar yetenekli diyerek. Hep beraber bir araya geldik, çok az rastlanır yetenekte ve iyilikte olan beş kişiyle.”

Dünyada milyon tane felaket olduğundan, en son yaşadığımız deprem felaketinden bahsediyor. İnsanın kendi içinden çıkıp, başka şeylerle ilgilenmesi gerektiğini hatırlatıyor; hayatı sürdürebilmesi için. Ve oyunculuk mesleğinin, zorlukların üstesinden gelmesini nasıl kolaylaştırdığını anlatıyor.

ibrahim_selim

○ İNSANIN KENDİ İÇİNE YOLCULUĞU EŞSİZDİR. Sessiz, telaşsız ve derinlerde başlar. Herkesin gördüğü, işittiği başkadır, sonunda fark ettiği de. Kendine dönmekle ilgili ne yaptığını soruyorum; “Kendine dönüp içine bakmadan oyunculuk yapamazsın, program yapamazsın. Örneğin programda, bir bakış açısından bahsediyorum ben, çeşitli önermelerim var. İnsanlarla yan yana oturduğumda konuklarımı ağırlama şeklimde bir fikrim var. Ben konforlarına dikkat ederim mesela. Serbest vuruş bölümünde seçtiğim şeylerin bir nedeni var ve söyleme biçimim. Bunlar tamamen kendi içime bakarak bulduğum yöntemler mesela. İnsanlarla öyle iletişim kurmak istiyorum çünkü ben öyle biriyim. Son yılların olayı dinlenebilir olmak için dinleyici ya da izleyiciyi ajite etmek. Bu yüzden zaten öyle de olur mu denilen şeyler, ya da o-ha ne dedi ya duydunuz mu denilen şeyler çok daha fazla duyulur ve görülür halde. Bu şuna dönüştürdü; her duyulan ya da her görülen şey aslında değerli olmayabilir, içinde değerli şeyler de var. Duyulmayan ve görülmeyen şeylerin de içinde oldukça değerli şeyler var. Bunlarla ilişki kurabilmesi için insanın biraz kendine, içine bakması gerekiyor. Durup kendini dinlemesi gerekiyor. Ben mesela çeşitli yöntemler kullanıyorum bununla ilgili, meditasyon öğreniyorum, yapıyorum. Gerçekten bana iyi geldiğinden emin olduğum insanlarla vakit geçiriyorum.” Ve devam ediyor;

“Biliyorsunuz geçtiğimiz günlerde dünyaca ünlü bir moda dergisinin stil ödülleri gecesini sundum. 22 kişiye ödül verdik, sadece iki kişiyi tanımıyordum, ödül alan ve ödül veren. İnanılmaz bir histi. Benim arkadaşlarımı toplamışlar ödül vermişler gibiydi. O kadar enteresan bir histi ki ben mesela bunun şans olduğunu düşünüyorum. Ben her biri adına gurur duydum. Serenay’ı anons ederken gerçekten sesim titredi. Eda’ya da öyle hissettim. Nerdeyse hepsine sarıldım. Bunun nedeni, gerçekten insanlarla ilişki kuma biçimim net olarak içime bakarak şekilleniyor.”

Gerçekte karşımda, başında kulaklığı, sırtı bir duvara dönük, duvarda asılı duran, arkadaşlarının “manifest mi yapıyorsun; kızıl saçlı bir kız çocuğun olsun diye mi koydun bu tabloyu oraya?” dediği İlkem Güneri’nin insanı neşelendiren pop-art’ı. “Olsa çok severim” diyor, “kızıl saçlı küçük bir kız çocuğu, yanakları tam ısırmalık.”

ibrahim_selim

○ ŞİMDİ HAYALİ YOLCULUĞUMUZ İÇİN kendisinin bir yer seçmesini istiyorum, Arjantin’den ülkemize dönüyoruz. Pazarın gürültülü ortamından, güney sahillerimizde bir ağaç gölgesi buluyoruz. Çay içerek devam ediyoruz sohbete, hayallerini soruyorum. Daha aklına gelmemiş muhteşem içerikler üretebileceğini söylüyor. “Ödül seviyorum ben. Ödül alan insanlarla ilgili de çok büyük gurur duyuyorum. Özellikle de memleketimizle ilgili uluslararası ödüllerde. Mesela Merve Dizdar tanıdığım için kendimi şanslı saydığım arkadaşlarımdan biri. Çok böyle arkadaşım var ama Merve, son zamanlarda, herkesin artık kim olduğunu öğrendiği bir arkadaşım. Ben çok eskiden beri biliyordum. Cannes sayesinde dünyadaki diğer insanlar da öğrenmeye başladı. En yetenekli kadın oyunculardan biridir. O’nun adına O’nun kadar sevinebilmiş miyimdir bilmiyorum ama o kadar mutlu olduğum çok az zaman hatırlıyorum. Mutluluktan gözümüz doldu hepimizin. Dolayısıyla uluslararası ödüller alsam ne güzel olur. Bunlar hayal, plan değil, planlanacak şeyler değil. Ne bileyim, Merve Cannes’da aldı biz de Oscar’da alırız. Sonra gezeriz beraber, gibi hayaller kurabiliriz. Çünkü bunlar uzak ihtimaller değil. Dünya artık o kadar küçük ki, olmaması için bir neden yok. Ama hayatımı kurduğum hayallere bağlamıyorum. Çünkü hayat değişken bir şey, kendi başına yaşıyor benimle de ilgisi olmuyor.”

• Çocukluğunu anlatmasını istiyorum biraz da, insan nasıl bir çocukluktan geçince büyüdüğünde böyle bir yetişkinle buluşur?

“Tatlı bir çocukluktu benimki” diyor. “Öyle olduğunu büyüyünce anladım. Tatsızlık yaşamadık çünkü iyi insanlardı benim ailem; annem, babam. Rahmetli babanem çok enteresan ve güçlü bir kadındı. Ağırlıklı olarak babanemle vakit geçiriyorduk biz iki kardeş. Bir de erkek kardeşim var benim. Öğrendiğimiz zarafetle ilgili herşeyi, bir Karadenizli kadın olan rahmetli babanemden öğrenmiş olduğumu söyleyebilirim. Mizah duygusu ise ailemde herkeste var, biz Arhavili’yiz. Artvin’in bir sahil kasabası. Oradaki çoğu insanda var. İnsanlar birbirine ironi ile şaka yapma üzerine çok profesyonelleşmiş orada. Toprakla ilgili bir şeydir belki. Herkes birbirine şaka yapar herkes birbiriyle dalga geçer. Şaka yapmak bizim için o kadar enterasan bir şey değildir kendi aramızda. O yüzden ben gerçekten çok komik olan insanları çok etkileyici bulurum.

Çünkü belli bir düzeyde mizah zaten evin içinde çay içmek gibi bir şey bizim için. Özellikle büyürken, tabii ergenlik zamanında ailemle kurduğum ilişkinin korkunç olduğunu düşünüyordum. Herkes gibi anlaşılmadığımı, gerçekten ne hayal kurduğumun hiç önemsenmediğini falan kendime söylüyordum. Fakat büyüdüğümde, özellikle İstanbul’a geldikten sonra fark ettim ki benim ailemi öpüp başıma koymam gerekiyormuş. Çünkü o kadar başka hikayeler dinledim ki, ben harika bir konforda yaşamışım çocukluğumu. Şükrediyorum böyle bir ailem olduğu için. Ve galiba kim olduğumu belirleyen şey de ailem. Biz evde hiç kavga görmedik. Şiddetten de haberimiz olmadı. Aile içi şiddet denilen şeyin tanımlanması gerçekten benim çok ileri yaşlarımda karşıma çıkan bir şey ve galiba o yüzden çok hassasım bu konuda. ”

ibrahim_selim

○ “GÖZLERİMİN İÇİNE BAK”

Programda konuklarına sorduğu sorulardan bazılarını şimdi kendisinin cevaplamasını istiyorum.

• Birini etkilemek istediğinde açtığın en güvenilir konu başlığı nedir?

Beraber yaşadığımız bir tecrübe varsa, mesela bir konserde yan yana o konserle ilgili konu açarım. Benim en güvenilir yönlerimden biri hafızamdır. Yani o konserde üç sıra yanımızdaki insanın kıyafetinden karşı duvarda köşede bekleyen adamın saçının rengine kadar birçok şeyi hatırlarım. Dolayısıyla oradan konu açarım. Etkilemek için konuşuyorsam zaten özen gösterdiğim biridir O. Özen gösterdiğim birinin çevresinde ne olduğuna da çok dikkat ederim.

• En iyi arkadaşının en iyi arkadaşın olmasının üç sebebi nedir?

Yargılamaması herhangi bir şeyi, özen göstermesi ve kimseye bilinçli olarak kötülük yapmaması.

• Seni hiç tanımayan birine üç cümleyle kendini nasıl tanıtırsın?

İnsan başına geleceğini biliyor soruları hazırlarken. (gülüyor) Düşünüyorum; ben üç cümleyle kendimi nasıl tanımlarım? Bilmem... Herhalde yaptığım işlerle tanımlarım. Oyuncu, program yapımcısı, seslendirmen diyerek yırtarım buradan.

ibrahim_selim

• Aşık olduğunu nasıl anlarsın?

Yüreğim sıkışır yanımda olmadığında, sürekli gülümsüyorum yanındaken O’na. Son dönemde keşfettiğim bir şey; ben biriyle ilgilenmenin karşı tarafa da yük olabileceğini düşündüğüm zamanlar yaşadım. Ne bileyim biri hasta olur, ona yardım ister mi diye sorarım, yoo dedikten sonra ihtiyacı var mı diye uzaktan seyrederim ama ona böyle bir bakma hissi yaşamak istemezdim, karşı tarafa da rahatsız edici bir şey olarak gelir gibi gelirdi. Meğer iş öyle değilmiş, onunla alakası yokmuş, bunu konu bile etmiyormuşsunuz. Öyle bir his geliyormuş, aşık olduğunuz kimse, onu sarıp sarmalamak istiyormuşsunuz gerçekten. Başına bir şey gelirse tamamen onunla ilgilenmek istiyormuşsunuz. Onu düşünüyormuşsunuz. Size gelen bir hismiş yani.

• Sevgilinin günlüğünü bulsan okur musun?

Okurum. Kesinlikle okurum. Hatta derim ki; ben bunu okurum. Okumamı istemiyorsan bunu sakla. Ama diyorsan ki İbrahim senin de bir fikrin olsun, ortaya bırak derim, demişliğim var.

Unutmadan, etikilendiği üç kitaptan diğer ikisini yazıyorum; Patrick Suskind- Koku, Hakan Günday- Malafa

Sevdiğin bir söz söyler misin, öyle bitirelim diyorum,

“Balık denizi hatırlamaz, sadece yaşar” diyor.

İlgili Başlıklar
Daha Fazlası