Hakan Kurtaş GQ çekimi Mekan: Etro Residences İstanbul
Dergi Konuları

İsviçre Çakısı

Hakan Kurtaş ve İsviçre çakısının çok fazla ortak özelliği var. Evet bildiğiniz İsviçre çakısı. Hani şu yetenekleriyle hayat kurtaran o büyük icat. Kapak yıldızımız için icat mı yoksa keşif mi demek daha doğru, bilinmez ama o sanki ikisinin ortasında bir yerde. O doğuştan gelen yeteneklerini her yeni günde biraz daha bilemeyi seçiyor.

Hemen açıklayayım. Aslında bir sürü örnek verebiliriz ama bunlar en bariz olanlar. İsviçre çakısını en verimli şekilde kullanabilmek için önce önünüzdeki sorunun ne olduğunu anlamanız ve durumu okuyabilmeniz gerekiyor ki böylece önünüzdeki duruma cevap vermek için çakının doğru ucunu kullanabilesiniz. Hakan’ın hayattaki vizyonu bununla çok yakın;, onun hayatı anlayışı ve de kavrayışı önce dinlemek ve karşısındaki durum ve insanları anlamak üzerine kurulu. İsviçre çakısı aksiyon odaklı bir araç, sürekli bir misyonda, Hakan da öyle, dizi film çekmezse müzik yapıyor, müzik yapmaktan vakit kalınca doğanın içine giriyor — ki bu çakının İsviçre gibi doğayı günlük yaşamın merkezine koyan bir coğrafyadan çıktığını unutmayalım. İsviçre çakısı içinde tehlikeyi de barındırıyor, onunla iyilik de yapabilir, kötü olan tarafa da gidebilirsiniz, bu seçim sizin elinizde. Hakan bu iki tarafa dair farkındalığı hep içinde tutuyor ve her zaman her şeye rağmen yaptığımız seçimlere odaklanıyor. Diğer her türlü aksiyonu alabilmek mümkünken, kendisi için etik ve doğru olana dair bir seçim yapıyor. Aslında bu analoji uzadıkça uzar ama son olarak benimki kadar bilimsel olmayan ama kamuoyunun onu tanımlarken kullandığı, bu çakı meselesi ile ilgili o deyimi de buraya ekleyelim: “Çakı gibi çocuk”, yani öyle diyorlar, haklılar; ki bu alet dergimizin temasıyla da çok alakalı: Wellness, yani “iyi olma hâli”, kendi esenliğine yönelik  araştırma yapma ve kendine dair o sorunları bulup, kendin için doğru araçlarla bunları çözme meselesi.

İsviçre Çakısı

Benim için sabah saat 5, yeni uyanmışım ve beynimde henüz hiçbir düşünce yokken Hakan hayata dair bilgeliğini telefonun diğer ucundan bana aksettiriyor: “İnsan nasıl yaşayacağına kendisi karar veriyor. Belli bir başı ve de sonu olan bu hayatı kendin için iyi bir şekilde yaşamak isteyebilir ya da kötü bir şekilde de yaşayabilirsin. Dünyada milyarlarca örneği var bunun. O yüzden bu dünyada iyi kalmanın da yöntemleri var. Bu, insanın kendini fark etmesiyle çok alakalı. Elbette hiçbirimiz sütten çıkmış ak kaşık değiliz ama iyi ve hassas kalmaya, iyi bir insan olmaya verilen emekte bitiyor her şey. Oynadığım karakterlerin hepsinde içlerindeki iyi ve kötü dengesini bulmaya çalışıyorum, içindeki hangi kurdu beslediğini, ne kadar beslediğini ve onun neye dönüştüğünü fark etmen gerekiyor. İyi olmak için kötücül niyetlerle nasıl mücadele ettiğini anlamalı veya kötüye dönüşmeye başladıysan içindeki iyiyi nelerin eksilttiğinin farkına varmalısın. Bu yüzden antikahramanlar, antagonistler veya ikilem içine düşen protagonistler hep ilgimi çekiyor. Çünkü içlerinde kendileriyle verdikleri savaş hep daha oyuncaklı geliyor bana. Her şeye rağmen iyi olmayı tercih eden birinin, içindeki kötüyle olan mücadelesi de insanı insan yapan bir şey. Bu oyun alanlarını, 44 oyundur oynadığım tiyatro oyunundaki Thom Pain karakterinde ve Kimler Geldi Kimler Geçti’deki Cem Murathan karakterinde bulduğum için mutluyum. Daha kötücül kısımları olan karakterleri oynarken onları karton gibi oynayamadığımı, karton gibi görmediğimi fark ettim. Çünkü ben o karakteri birileri sadece ona küfretsin diye oynamıyorum. ‘Böyle insanlar da var’ demek için oynuyorum. Ve ‘böyle insanlar nasıl var oluyor’ sorusunu, ‘nasıl bu hale dönüştü’ sorusunu sormak istiyorum.  Bu soruları daha farklı bir açıdan da soruyorum çünkü gerçek bir kişi olarak oynamak istiyorum o karakteri. Karton gibi değil. Bakınca her şey çocukluğa gidiyor. Ve çocukken herkes, annesinin ve babasının çocuğu; oyun oynamak isteyen, nefes alan, gülen, kahkaha atan, karnı acıkınca yiyen, sokaklarda koşturan… Çocuklar kötü bir tohum olarak doğmuyor yani. Hayatta başına gelen şeyler onu ona dönüştürüyor. Ve bu da bir tercih. Başına gelen şeylere rağmen ona dönüşmeyenler de var. Ve işte burada iyi olmak da bir tercih oluyor. İşte ben bu düaliteyi, yani bu ikiliği seviyorum çünkü biri diğerini tanımlıyor. Kült ve daha klasik filmlerde de hep vardır ya bu iyi ve kötünün karşılaşması. İyi kalmaya çalıştıkça kendi mesleğimde de oynadığım alanların daha genişlediğini farkettim diyeyim özetle. Hayatın içinde kaldıkça, işte biraz o İsviçre çakısı gibi, farklı farklı kısımlarını, farklı katmanlarını ve taraflarını ortaya çıkarabileceğimi hissediyorum hayatın. Çünkü günün sonunda soru biraz da şu: İçindeki iyi ve kötü dengesi ne? Çünkü asıl gerçek hikaye o. Hiç kimse saf kötü ya da saf iyi değil. İyilik ve kötülük dengesi var. Birbiriyle savaşan iki kurdu var içinde herkesin. Önemli olan hangisini beslediğin. O yüzden ben o ikisinin mücadelesinde galip gelene inanıyorum, çocukluktan beri izlediğim çizgi filmlerde, filmlerde ve aslında her şeyde ona inanmak isteyen tarafta duruyorum.”

İsviçre Çakısı

Hakan’ın dinleme eylemi kadar önemsediği bir diğer şey de denge konusu. Zira bu, kendisi için tanımladığı iyi olma hâlinde de önemli bir rol oynuyor. Wellness konusunda ona göre bu rutinler kişiye özel olmalı, kişinin kendine dair araştırmasının bir sonucu olarak hayata geçirilmeliler. Ekliyor: “Wellness’ı hepimiz kendi hayatımızda kendimize göre bir şekilde tanımlıyoruz. Bu kavram benim için daha çok; iyileştirici güç, şifalanmak, hayata kendin olarak tutunmak için bulduğun yollar gibi şeyleri ifade ediyor. Bu her an seninle olan bir kavram; öyle sana gelip giden  bir şey değil. Benim için, bana iyi gelen şeylerin beni çağırdığını fark ettiren bir mekanizma. Bazen birçok şey sana iyi geliyormuş gibi hissediyorsun ama hangisi seni çağırıyor? Hangisine gidiyorsun? Zamanla, kendi bedeninle, ruhunla, duygularınla, düşüncelerinle, fikirlerinle birlikte yaşaya yaşaya, kendini tanıya tanıya neyin seni çağırdığını; hangi gün, hangi an neyin seni daha iyi hissettireceğini, neyin sana şifa vereceğini, seni iyileştireceğini ya da işte, hayatta daha da kendin gibi olmaya devam ettireceğini daha net fark ediyorsun.”

placeholder
placeholder

Ondan bana spesifik örneklerle bunu anlatmasını rica ediyorum. Hiç düşünmeden anlatmaya başlıyor: “Uyandığım zaman hemen müzikle bir bağ kuruyorum. Ya yeni tanıştığım bir dinleme listesini açmak istiyorum ya da yeni çıkan bir albüm dinlemek istiyorum. Müzik beni güne hazırlıyor. Bana yeni keşiflerin hayattaki gücünü hissettiriyor. Daha sonra düzenli yaptığım spor geliyor. Bence bu hikayede diğer bir konu, rutin meselesi. Rutin bazen bizim çok sevdiğimiz bazen de sıkıldığımız bir şey oluyor. İnsanın mayasında sıkılganlık da çok olduğu için, belki biraz sıkıcı oluyor. Ben şunu fark ettim, belirli bir rutinin içine minik değişkenlikler koyduğum zaman yeni bir oyun alanı açmış oluyorum kendime. Böylece o yeni alanda her gün yeni bir tecrübeye uyanıyormuş, yeni bir tecrübe ediniyormuş gibi hissediyorum. Sporda devam ettiğim belirli, düzenli bir programım var, haftanın dört ya da beş günü. Sonra sokakta basketbol oynamak. Bunu ciddi bir kardiyo boyutunda yapıyorum. Ya da ip atlamak, boks yapmak, çeşitlendirebiliyorum bu hikayeyi. O günkü duygu durumum neyi istiyorsa. O antrenmanı öyle tamamlamak istiyorum mesela. Sabah müziğine geri dönersek, güne  deneysel bir caz grubu dinleyerek başlayabiliyorum, bazen de Queen dinliyorum sadece. Evimde birkaç tane gitarım var. Elektrik ve akustik; işte bunda bile, hangisi ya da ne beni çağırıyorsa ona gidiyorum; nasıl bir his geliyorsa o an...  Bana göre hayatta yaptığın şeyle bir bağ kuruyorsan ve sana nasıl iyi geldiğini ve seni yerinde saydırmadığını da hissediyorsan, o zaman yapmaya devam ediyorsun.Yani bu çok organik gelişen bir hikaye. Ben kendimi zorlamıyorum artık hayatta bir şey yaparken. ‘Ya bugün de bir şey çalayım; bugün de şunu yapmalıyım’ demiyorum. Spora bazen gidemiyorsun ama gittiğin zaman her defasında iyi çıktığını biliyorsun oradan. Her zaman… Hem biyolojik olarak bunun sonuçlarını fark ediyorsun, hem de mental olarak. Çocukluğunda %90 hiperaktivite teşhisi konmuş biri olarak, zihnimin daha akıcılaştığını fark ediyorum mesela spor sayesinde. Enerji harcadığımda her şey değişiyor. Tatilde bile sadece yatıp uyumak üzerine bir tatil programı yapamıyorum. Mesela kesinlikle uzunca bir süre denizde yüzerim, denizin içinde çok fazla kalırım, bir yerlere tırmanmaya, tepelerde yürümeye bayılırım. Kendi iç programına göre şekillendiriyorsun her şeyi aslında. Yani ben programlamıyorum bunu. ‘Yarın şu saatlerde yüzeceğim, şu saatlerde tepeye tırmanacağım’ demiyorum, o beni çağırıyor zaten.”

placeholder
placeholder

O kendisinde neyin işlediğini bulmuş ama henüz daha bu konuda biraz desteğe ihtiyacı olanlara bir tavsiyesi olur mu diye soruyorum: “Ne istediğini bilmiyorsan ne istemediğinle başla. Yani istemediklerini sıralamakla başla konuya. Sana iyi gelmeyen şeyleri sıralamakla başlamak durumu görmeni sağlayabilir. Wellness'ın zıttı gibi bir şey. O ne? Sende o ne? Yani o soruyu sorup, onların sendeki karşılığını bulmak. Ve bunları biraz sesli bir şekilde kendine dile getirmek, ya da arkadaşlarınla, ya da kiminle paylaşmak istersen.” Hakan yazmayı çok önemsiyor ve erken yaşlardan beri hep yazmış. Çıkan hikaye kitabı da cabası. Onu dinledikçe İsviçre çakısının katmanları arttıkça artıyor. Zaman geçtikçe umut kavramı, gençliğinden beri yazdığı hikayelerinin üstünü bir yorgan gibi örtmeye başlamış. Bu söylediği önemli zira iyi olma hâli konusunda fiziksel aktivite kadar, ruh sağlığını, ruh hâlini ve umudu da önemsiyor. Ekliyor: “Bende ikisi beraber gidiyor: Hem fiziksel hem de ruhsal anlamda iyi olma hâli. Psikoloji biraz daha zaman isteyen bir şey ama karşılığını en azından bilinç akışında, açıklık-kapalılık durumunda, kendimde ve dış dünyada paralel olarak görüyorum diyebilirim. Bu ikisi, bana birbirine bağımsız yerlerde duran nosyonlarmış gibi gelmiyor. Artık bu kadar globalleşen bir dünyada hepimizin çeşitli duygu durum değişikliklerinin olduğunu düşünürsek, buna en azından belirli bir denge alanı yaratmak lazım bence. İkisi arasındaki bağı kestiğimiz zaman, kendinden habersiz birisine dönüşebiliriz gibi geliyor.”

İsviçre Çakısı

Konu bu iç duygu durumlarını etkileyen dış faktörlere geliyor. Ona alanların kendi iyi olma hâlini nasıl etkilediğini soruyorum. Çekimi gerçekleştirdiğimiz Etro Residences’ta gitarını eline alıp kendi dünyasında mırıldanırken kendi olabilmesi adına tüm şartlar yerine getirilmiş gibi. “Ben basit yaşamı seviyorum. Bulunduğum bütün evlerde, yaşadığım alanlarda hep bir hayvanım var, bir hayvanla iletişiminin olduğu bir yaşamı seviyorum. İyi müzik dinleyebileceğim bir ortamın olması önem taşıyor. O alanda iyi müzik yapabileceğim ve yazacağım, çizeceğim 2-3 kağıdın olması benim için önemli. Zamanla fark ettim ki iç alanlarla hemen bir bağ kuruyorum, bu bir trenin kompartımanı da olabilir bir uçak kabini de. Sırf yanımda rahat taşıyabileyim diye küçük bir klavye aldım mesela. Onun dışında, yaşadığım yerin doğayla bir iletişimi olmasını seviyorum, güneşin içeriye giriyor olması, camın açık olması benim için çok önemli. Mesela benim evimde camlar hep açıktır, yaz kış fark etmeksizin. Akdeniz tasarım stilini seviyorum. Taşlar, terakotalar, yazı çağrıştıran detaylar, modern bir stil. Bugün de çekim yapacağımız yeri düşünürsek yaşam alanı aslında kendi yarattığımız alan demek. Bu hayat bizi bazen başka yerlere, alışık olmadığımız alanlara da koyabiliyor. Ama biz kendi iyi hâlimizle ya da kendimizi iyi eden durumlarla, edindiğimiz donanımla, nesnelerimizle, eşyalarımızla bir yeri bambaşka bir yaşam alanı hâline getirebiliyoruz. Her yerde bir hayat var. İnsanın hayatını o yeni yere taşıyıp yeni bir gerçeklik yaratması her zaman mümkün. Bizler yaşadığımız alanları o bambaşka evrenlere çevirenleriz.”

placeholder
placeholder

Özetle o, sorumluluğu her konuda biraz kendi üzerine alıyor. Dışarıdan gelen etkenler ne olursa olsun bizim bir seçim yapabileceğimizi savunuyor. Bir İsviçre çakısı gibi elimizde bir sürü seçenek varken biz hayatta hangi yolu seçeceğiz? Hakan için mesele en çok da bu sanırım. 

Bununla birlikte dengeyi hiç elden bırakmıyor. Evet ona göre seçimlerin sorumluluğu bizde ama bir de bizden büyük bir hayat var. Ekliyor: “ İçinde yaşadığımız bu evren o kadar büyük ki, ben sıkıştığımı ya da kendi içimde karanlık bir yerlere çekildiğimi hissettiğimde hemen kendime bunu hatırlatıyorum. Hatta bir zamanlar bunun için bir uygulama bile vardı telefonumda.

Uygulamanın tek bir fonksiyonu vardı. Sana bu evrende fiziksel olarak ne kadar küçük bir yer kapladığını gösteriyordu. Bu kadar. Uygulamanın bütün özelliği buydu.

placeholder
placeholder

Bulunduğun konumdan bulunduğun şehre, sonra bulunduğun ülkeye, sonra dünyaya, sonra galaksiye, galaksi içindeki galaksilere derken, fiziksel olarak konumunu ve bu konumdaki boyutunu gösteriyordu, sen bütün bu konunun içinde küçücük kalıyordun. Bu uygulamayı eskiden bir arkadaşımla keşfetmiştik. Arada kendi hayatlarımızın gelecek kaygıları ya da bireysel dünyamızda yaşadığımız o karanlık anlar sardığında bu uygulamayı açıyor ve bu gerçeği hatırlıyorduk. Bunu çok iyi bilmemize rağmen uygulamayı her açtığımızda her defasında aynı şekilde şaşırıyorduk. Ne kadar ufağız aslında. Koskoca bir gezegen var ama bir yandan da neredeyse ‘hiçbir şey kadar’ ufacık. Şimdi bir yandan da bunu hep kendime hatırlatıyorum. Çünkü bence çağımızın en büyük hastalıklarından biri sıkıcılık, ikincisi de kendini fazla önemsemek. Ya da yaptığın şeyi, bulunduğun yeri, her şeyi fazla önemsemek gibi bir tuhaf bir hastalık bizleri esir alıyor. Sosyal medyanın hayatlarımıza yaptığı etkiye bakarsak bir taraftan da bu yaşanan çok normal.  O yüzden kendime hep hatırlatmak istiyorum. Dünya çok büyük. Galaksi daha büyük. Ve öte yandan, benim en çok ilham aldığım şeylerden biri olan doğanın hiçbir şekilde kendi akışı dışında bir şeyle ilgilenmediğini görüyorum. Yani bir dalganın kıyıya vurduğu bir taşın veya sonraki dalganın denizin içine aldığı o taşın umurunda bile değiliz. Yani hiçbirimiz... Çünkü o, kendi akışında kendi akışına devam ediyor. Ya da büyüyen bir sarmaşık, varoluşuna kendi akışında devam ediyor.

Ağaçların yapraklarını döken sonra tekrar açtıran bir düzen var ortada. Akan giden şelaleler, gürüldeyen dereler. Kendi akışında ve kendi dünyasında devam eden şeyler bunlar. Çok büyük ilham kaynakları bence. Biraz da her şeyi umursamaktan ya da kendini umursatmak isteyen insanları fazlaca umursamaktan çıkıyor problem belki de. Zamanımızı aslolan şeylere yöneltmekte zorlanıyoruz. 

Ama doğaya baksak o bize her şeyi söylüyor zaten, yani doğanın kendi akışındaki hâli zaten her şeyi yeteri kadar umursuyor; … ya da umursamayan, kendince akan ve devam eden bir döngüsü var. Dolayısıyla bütün bunlar aslında şunu söylemek için; bir anda o ağacın üstüne ya da iki elektrik direğinin arasına konmuş iki tane kuşu bir süre izlemek de insana şifa olabilecek bir şey”

GQ TÜRKİYE DENGE 2025 SAYISI ÇIKTI.

Genel Yayın Yönetmeni: @alarakap

Fotoğraf: Koray Parlak @korayparlak

Yazı: @canremziergen

Styling: @erkanaltunay

Sanat Yönetmeni: @aryakadabra

Fotoğraf ve Video Yönetmeni:  @cananyetisti 

Dijital Direktör: @alperetis

Projeler Müdürü: @melissakcann 

Proje Asistanı: @zeyneplcer

Video: @furkanduzgu

Saç: @talatkivrak

Makyaj:  @aynurkabakk

Fotoğraf Asistanı: @_okanaltin , @hakandineer

Mekan: ETRO Residences Istanbul / @etroresidencesistanbul

#EtroResidencesIstanbul 

#işbirliği 

İZLE
7 Mehmet Gastronomi Serisi 5.Bölüm: Meyveli Kuru Cacık
İLGİLİ İÇERİKLER
İlgili Başlıklar
Daha Fazlası