Jón Gnarr’ın ofisi, suya indirilmiş bir Viking gemisi gibi duran Reykjavík Belediye Binası’nın içinde. Duvarda bir Banksy asılı. Hem de en bilineni. Kırmızı fularlı bir direnişçinin, bir buket çiçeği, molotof kokteylmişçesine savurduğu eser... Tahmin edildiğinin aksine bir replika da değil üstelik; gölgelerdeki sokak sanatçısı Banksy bunu Jón Gnarr için yeniden çizmiş. İzlanda’nın gizemli başkenti Reykjavík’in emsalsiz belediye başkanını tanıyıp önemseyen binlerce insandan biri de o.
Jón Gnarr açık ara dünyanın en ilginç, en kendine özgü, en tuhaf, en uçuk, en bitirim politikacısı... Sakın bir ikinci isim söyleyip kimseyle iddialaşmayın, kaybedersiniz. Gnarr bambaşka bir insan. 2008’deki ekonomik krizle darmadağın olmuş İzlanda için önce bir şakaydı, sonra umut oldu. Şimdi bir efsane olma yolunda ilerliyor.
Eski bir komedyenin birdenbire ülkenin en popüler politikacısı olduğunu düşünün. Görev başına geçtiğinde devletin ciddiyetine kendini kaptırmadığını, daha önce neyse o olduğunu da bu düşünceye ekleyin. Gnarr, devlet yöneticiliğinin insanın boğazını tıkayan griliğine de İzlanda Devlet Malzeme Ofisi türü ofis mobilyalarının ruh emiciliğine de yenilmedi. Her Allah’ın günü rakamlarla, bütçelerle falan da çıkmadı halkının karşısına. Seçimden önceki adam hep aynı kaldı. Yeri geldi Darth Vader kılığına girip, ışın kılıcını kuşanıp fotoğraflar çektirdi; yeri geldi gay yürüyüşüne transseksüel kıyafetleriyle en önde katıldı. Jón Gnarr partisini de, şehrini de bir parti verir gibi yönetti. Bütün halka açık bir parti... Üstelik “Siz de mi partiden sıkıldınız” diye ortalarda dolanan kimse yok. Çünkü yeni belediye başkanı şehrini kurtardı.
Bütün vaatlerim yalan
Şimdi çıkan kısmın özetine bakalım: İzlanda krizle resmen çökmüş, vatandaşlar önüne gelen politikacıya ilk seçimde tekmeyi basmaya yemin etmişken, ülkenin en tanınmış komedyeni, biraz da protest bir hareket niyetine ortaya çıktı ve adaylığını ilan etti (Gnarr neye aday olduğunu o zamanlar bilmediğini sonradan itiraf etti, parlamento için yarıştığını sanıyormuş, Reykjavík Belediyesi için adaylık koyduğunu geç anlamış). Bir parti kurdu. İsmini de duruşuna gayet yakışır şekilde Best Party (En İyi Parti) koydu.
Taze partinin üyeleri, şairler, punk’çılar, müzisyenlerden, yani Gnarr kimi tanıyorsa onlardan oluşuyor ve işin doğrusu neşelerine bakıyorlardı. Şamata dağıldığında eski komedyen, nihayet belediye başkan adayı olduğunu anladı ve işe koyuldu. Önce vaatler: Hayvanat bahçesine bir kutup ayısı, bütün havuzlara herkes için birer havlu (sıcak su havuzları bunlar, Reykjavík bir nevi kaplıca kenti) ve hem el yükseltmek hem de dalgasını geçmek için 10 yıl içinde “janki” milletvekillerinden muaf bir parlamento (yine dalga geçmek için, yolsuzlukları diğer partiler gibi gizliden gizliye değil açıktan yapacaklarını da anlatıyordu). Kendine yaraşır son vaadini de bizzat kendi ağzından anmadan geçmeyelim: “Hiçbir vaadimi yerine getirmeyeceğime söz veriyorum!”
Seçim sonrası koalisyonları için tek prensip saptamıştı. HBO’nun efsane dizisi The Wire’ın beş sezonunun tümünü seyretmemiş hiçbir adayla ittifaka gitmeyecekti. Bu konuda gayet ciddi olduğunu defalarca vurguladı. Herhangi bir projesi olmadığından, seçim boyunca, çok sevdiği sloganını da sık sık tekrarladı: Hooray for all kind of things! (Siz “yaşasın bağzı şeyler” diye de okuyabilirsiniz.)
Tek bildiğim, hiçbir şey bilmediğim
Şaka gibi başlamıştı. Şaka gibi bitti. Jón Gnarr, daha ne olduğunu bile anlamadan belediye başkanlığını kazandı. Seçilmesinin ertesinde sevinçten, şaşkınlıktan (ve bazıları açısından kızgınlıktan elbette) allak bullak olmuş vatandaşlara hitaben çıkıp bir “balkon konuşması” elbette yapacaktı; yaptı da: “Kimse Best Party’den korkmasın. Çünkü en iyi parti bu. En iyisi bu olmasaydı adını zaten Worst Party (En Kötü Parti) koyardık. Ama asla öyle bir parti olmayacağız.”
Şimdi bugüne dönelim. Gnarr, an itibarıyla dört senedir görevde. Reykjavík’te çoktan beridir belediye başkanlığında bu denli uzun kalan tek kişi o. Halk onu seviyor, görev süresinin dolduğu mayıs ayında bir daha aday olması için destekliyor. Ama yeni dönemde başkanlık yapmayacak. Bunu açıkladığında, şehirde ciddi bir hayal kırıklığı yaşandı.
Oysa ilk günlerde aynı halka tam bir şok yaşatmıştı. Geçen yıllar içinde verdiği röportajlarda, adaylığı sırasında başkanlığa hiç hazır olmadığını itiraf edecekti: “Hiçbir şeyden haberim yoktu. Bütçeden de rakamlardan da anlamam. Milyarla trilyon arasındaki farkı bilmem. Ben İzlanda’da bile kimin başbakan olduğunu üç aşağı beş yukarı tahmin ederdim. Hele bakanlar, milletvekilleri falan... Tanımazdım. O yüzden daha en başından, hiçbir şey bilmediğimi kabul ederek yola koyuldum.”
Bilmemek değil, öğrenmemek ayıp. Ama gel de bunu seçimden sonraki ilk konuşmada anlat. Gnarr, bir televizyon röportajında “Bu şehri nasıl yöneteceksiniz?” sorusuna “Hiçbir fikrim yok, bir bilene danışırım herhalde” deyip insanoğlunun siyaset tarihinde bir ilke imza atınca ipler gerildi. Yerel basın eski komedyeni hâlâ komedyenliğe devam ettiğini gerekçe göstererek yerden yere vurdu.
Hıçkırarak ağlayan başkan
Ama öğrendi Gnarr. Hem de olabilecek en berbat şekilde. Kelimenin her anlamıyla enkaz devralmıştı. Önce bilenlere, sonra vicdanına danıştı ve ekonomisi yerlerde sürünen İzlanda’da, neredeyse sıfır bütçeli belediyesinin yoluna devam edebilmesi için, yüzde 10’luk küçülmeye giderek 70 kişiyi işten çıkardı. Otobüs servislerini sınırladı. Çocukların ücretsiz katıldığı müzik kurslarını budadı. Daha bir sürü sevimsiz şey... Durumun garabetinin, kendi hayatıyla çelişkisinin fena halde farkında olduğundan, sosyal hizmetler görevlileri için düzenlenen bir belediye töreninde hıçkıra hıçkıra ağladı. Kesintilerin sosyal hizmetleri aksatacağından endişe ediyordu. Ne de olsa bir zamanlar kendisi de okulu bırakmış, tinerciliğe başlamış, düştüğü çukurdan da bu kurum sayesinde kurtulmuştu. Üstelik orası Reykjavík’ti; işini kaybeden herkesi, aileleri bir yana, uzak kuzenlerine varana dek tanıyordu.
İzlandalılar değil Hobbitler
Gnarr’ın nereyi yönettiğini tarif edebilmek için bir İzlanda molası verelim. Ülkenin, arada bir üstündeki zor isimli volkanlar patlasa da rüya gibi bir ada olduğunu, Kuzey Işıkları’nı seyretmek, sıcak su havuzlarında gününü gün etmek, hatta her şeyi arkada bırakarak uzaklaşmak isteyen herkesi kendine çağırdığını zaten biliyorsunuz. Bir de nüfus meselesi var. İzlanda dediğin yer, sen-ben-bizim oğlan... Sağda solda kayığını gezdiren Vikingler dahil toplam nüfus 320 bin. Bunun 120 bini de Gnarr’ın başkentinde yaşıyor.
Yani orada azıcık zaman geçiren herkes birbirinden haberli. Hatta o kadar haberli ki flört eden çiftler, işler ciddileşmeden evvel kara kaplı koca İzlandalılar kitabını açıp akraba olup olmadıklarını kaydediyor. Hadi, İzlanda’dan bahis açmışken bir defa bile Björk demeden kapatmış olmayalım; bizzat anlattığı leziz bir anısını nakledelim. Sanatçımız bir gün, artık nereden döndüyse uçaktan iner, eve gitmek üzere taksiye biner; taksici de dönüp “Ama canım, anneanneni hiç aramıyorsun, canı çok sıkılıyor” diye bir sitem iletir. İzlanda hiçbir sırrın, sitemin, şikayetin açıkta kalmayacağı kadar küçük bir yer.
“Shire gibi bir yer burası, biz de Hobbitleriz. Bu denli naif bir halk olduğumuz için beni seçtiler” diyor Jón Gnarr. Hakkı var. Adalılar’ın önemli bir bölümü Eyjafjallajökull (duymayı özlemiştiniz değil mi?) türü volkanların yamaçlarında Elflerin yaşadığına da inanıyor. Yani inançtan ve samimiyetten yana bir sorun yok. Sorun sadece Gnarr’dan önceki siyasetçilere inanmamalarıydı. Ülkenin zaten kısacık boyunu fersah fersah aşarak borçlananlara... Durumun vahametini belediye başkanından dinleyelim: “Sanki sabaha kadar süren bir partiden sonra biri gelmiş, halına kusmuş gibiydi. Kokusunu alınca arkadaşlarına, hanginiz yaptı diye soruyorsun. Bill diyor ki Jón yaptı, Jón diyor ki Frank yaptı... Kabahati üstlenen yok. İşte finansal krizden sonraki İzlanda böyle bir yerdi.”
Bugün belediye bütçesi düzde. Üstelik bunu kaosa ve anarşizme inandığını söyleyen, mektuplarını “Beni öyle görüyorlarmış, bir web sitesinde okudum” diyerek “Anarşist, ateist ve palyaço” notuyla imzalayan biri başardı.
Palyaçonun kolunda, dövme niyetine 15 cm’lik bir Reykjavík arması duruyor. Bu dövmenin sahibi yakında halka rağmen belediye başkanlığını bıracak. “Eksantrik, sürrealist bir yaşlı adam olarak yaşayıp gitmek istiyorum artık” diyor. Ama kolay değil. “Madem bırakıyorsun, başbakan ol” diye yüklenenler var.
Olur mu? Anketlerde mevcut başbakandan önde çıkıyor Gnarr. Ama olmayacak. İstemiyor.
Yazının tamamı ve çok daha fazlası GQ Türkiye Nisan sayısında ve GQ Türkiye iPhone/iPad edisyonunda...