Zenginlik var, zenginlik var... Bir Ege adasına, yatında sere serpe güneşlenerek, parti yapa yapa giden adam zengin, tamam. Ama o adayı satın alıp kimsenin yatını yanaştırmasına da izin vermeyene ne diyeceğiz?
Özel bir sıfat yok. Onlara da “zengin” diyoruz. Ama isimlerini tek tek biliyoruz. Dünyada 1826 adet dolar milyarderi mevcut. Yine de nasıl yaşadıkları, neler yaptıkları dünyanın geri kalanının ezici çoğunluğu için meçhul. Fil yüküyle parayı nasıl yaptıkları da...
Neyse ki bir kılavuzumuz var. En azından “bu kadar para nasıl kazanılır” mevzusunu aydınlatmak için. Dünyanın önde gelen danışmanlık şirketlerinden Oxford Economics’te görev alan İngiliz ekonomist Sam Wilkin, “Wealth Secrets of the 1%: How the Super Rich Made Their Way to the Top” (Yüzde 1’in Servet Sırları: Süper Zenginler Zirveye Nasıl Tırmandı) isimli kitabında, bazılarına bizzat danışmanlık hizmeti de verdiği milyarderlerin sırlarını sayıp döküyor.
Dünyanın gelmiş geçmiş en varlıklı adamı sayılan, emlak ve maden zengini Romalı Marcus Crassus da sırları ifşa edilen bu listede; Bill Gates, Warren Buffett, Roman Abramoviç de.
Bu tavsiyeleri nasıl kullanırsınız biz karışmayız ama Wilkin, “Siz de yükselebilirsiniz” diyor şakayla karışık. Ben hırslıyım, yaparım diyorsanız ilk öneriden başlayalım. Paranız varsa ilaç sektörüne yatırın, Warren Buffett’ın parası orada. Nasıl yapacağınız konusundaysa sizi aşağıya alalım; işi madde madde netleştirmiş Wilkin.
BEN TEK SİZ HİÇBİRİNİZ
Thurn ve Taxis ailesi, 17’nci yüzyılda Kutsal Roma Germen İmparatorluğu’nun posta işini elinde tutuyordu. Tutmak ne kelime; işin kendisini de zaten onlar icat etmişti. Avrupa’nın neredeyse tümünde kuryelik yaparak, bugüne dek gelen tarife sığmaz bir servet elde ettiler. Onlar balya balya para yaparken tekerlerine çomak sokmaya çalışan olmamış mıydı? Elbette oldu. 1659’da Antwerp şehri kendi posta servisini kurmaya çalıştı. Rekabet belki ortamı şenlendirecek, fiyatları düşürecekti ama bunu hiçbir zaman öğrenemedik. Çünkü imparatorluk orduları Antwerp’in üzerine yürüdü. Postacılığa niyetlenen beş kişi asıldı.
Büyük zenginliğin birinci kuralı işte bu: Parayı kamyonla kazanmak için tekel olmak gerekiyor. Eski dönemin imparatorluk orduları emre amade olmadığı için bugünün en iyi tekelleri modern devletlerin kaba kuvvete başvurmadan, yasayla desteklediği tekeller. Bunların da en güzelleri (lafın gelişi elbette, yoksa öyle çok güzel sayılmazlar) ya yeni gelişmekte olan ülkelerde ya da Rusya’da mevcut.
Meksika’da Carlos Slim böyle büyüdü mesela. Rusya’nın telefon tekeli Svyazinvest’in sahibi Vladimir Potanin bu şekilde dünyanın sayılı zenginleri arasına girdi. Yeni nesil teknoloji firmaları da farklı değil. Çünkü icatların, buluşların, inovasyonun belirlediği sektörde her bir patent mini bir tekel anlamına geliyor. İnternetin kitleselleşmesi, sosyal medyanın şahlanışı, tabletlerin ve akıllı telefonların alıp başını gitmesine, bunların hepsinde geriden gelen ya da hiç rolü olmayan Microsoft nasıl karşı koyabildi, nasıl kendini koruyabildi mesela? Çoktan sağlama aldığı patentlerinin yarattığı tekel etkisi sayesinde. Bill Gates boşuna kalmıyor dünyanın en zenginleri listesinin tepesinde.
BÜYÜK GÜZELDİR
Amazon’a herkes bayılıyor. Müşteriler de, hissedarlar da, yatırımcılar da. Eskiden sadece kitap satıyordu, şimdi yavaştan “her şeyci” haline geliyor. Bir dev oluyor. İşte bu yüzden de elektronik kitap satışında yazarlara şunu teklif edebiliyor: Ben size yine ödeme yapayım ama ne kadar okunduysanız o kadar. Yani 100 liralık satıştan yazara 10 lira verecekse “Yok” diyor, “Okur kitabın tümünü okursa 10 lira veririm, yarısını okursa 5 lira; bunu yapabilirim çünkü okurun ne kadar okuduğunu görüyorum.”
Sadece o değil. Bunu yapabiliyor çünkü bunu yapacak kadar büyük. Rekabet yok denecek kadar az, herkesin eli ona mahkum. Amazon dev ölçekli bir şirket.
Eskiden “ölçek” her şeydi. 1970’lerin sonuna doğru çıkan yönetim kitapları, trendin sonuna gelindiğini yazdılar, “Artık başka değerler var” dediler; “yapı-beceri-stil-paylaşılan değerler-üretkenlik-müşteriye yakınlık konularında iyiysen iyisindir.” Büyük olmanın tu kaka edildiği yıllardı.
Bu tür görüşleri, Sam Wilkin’e göre ancak en büyük firmaların sahipleri destekler. Forbes’un en zenginler listesine baktığınızda dev ölçekli şirketler göreceksiniz. Orada mikro çalışan, müşteri odaklı, hızlı, efektif firmalara yer yok. Eski usul, bildiğin “hantal” şirketler kral. Çünkü yatırım yapıyorlar; bu yatırımlar öyle boyutlara geliyor ki, pazara girmek isteyenin gözü korkuyor. Kısacası, küçük güzeldir ama büyük her zaman daha güzel. Zengin insan bunu bilen insandır.
HER HOROZ KENDİ ÇÖPLÜĞÜNDE
Sovyetler Birliği çöktükten sonra Rus ekonomisi hızla küçüldü, refah seviyesi düştü, ortalama ömür bile kısaldı. Artan iki şey vardı: Mafyanın gücü, bir de milyarderlerin sayısı. Sırtlarını imtiyazlara dayayan bu milyarderler (ki artık onlara oligark diyoruz) kabaca şöyle çalışıyorlardı: Devlet kontrolündeki firmalardan tonu 30 rubleden yani bir paket sigara fiyatına petrol al, yurtdışında piyasa fiyatına sat, kârı cebine indir. 2000’lerin ilk yıllarına dek bu sistem tüm hızıyla devam etti, o arada atı alan Moskova’yı geçti, Kremlin’in civarı milyarderlerle doldu. Rusya’da çalışmak her zaman zordu ancak oyunun kurallarını (ya da kuralsızlığını) hemen kavrayanlar ayakta kaldı. Diğer herkes yok oldu gitti.
Örneğin birazcık baş kaldıran, palazlanmaya başlayan, ben de varım diyen yeni aktörlerin işyerlerini polis bastı, mühürleyip kapattı. Bir sebep her zaman bulunuyordu.
Sadece petrol değil, bankacılık sektörü de böyle, kimyasal endüstri de, gübre üretimi de. Bugün Forbes 100 listesinde hangi Rus’u görürseniz, bilin ki zamanında devletten imtiyaz sağlayabilmiş olduğundan orada duruyordur.
Sadece Ruslar değil. Meksika, Hindistan, Filipinler, Mısır... İş yapması zor coğrafyalar buralar ama büyük zenginler de yeni kurulmakta olan, oturmamış sistemlerin boşluklarına sığına sığına buralarda serpildi. Yanlış anlaşılmasın, öyle hevesli girişimcilerin yeri değil bu ülkeler, sadece en güçlülerin av alanı. “Dünya artık küresel bir köy, İngiltere’de de iş yaparım, Hindistan’da da” diyenler de avucunu yalıyor yazar Sam Wilkin’e göre. Çünkü buralarda küresel fiyatlar, arz-talep dengesi geçmiyor. Ya sadece bu tekinsiz bölgelere gidip en büyük olmaya çalışacaksın ya da uzak duracaksın. Arası yok. Wilkin, “Wall Street Journal’da afili fotoğrafın çıkar ama bilanço sürekli zarar yazar” diyor bu hevesli küresel operasyonlar için. Halbuki polyester kralı Dhirubhai Ambani öyle mi? Hindistan’ın en zor bölgelerinde iş yaptı, büyüdü, adapte oldu, devlet desteğini aldı, sonra kuralları kendi saptadı ve iş yapmak için Hindistan’dan çıkmadı. Sonuç: Öyle zengin oldu ki, ölümüne dek kendine ait bir gökdelende yaşadı. Bir oğlu ülkenin en ünlü aktrislerinden biriyle evli, diğerinin gökdeleniyse babasınınkinden büyük.
TAŞIMA SUYLA DA DÖNÜYOR DEĞİRMEN
“Borç yiğidin kamçısıdır” demiş kurnaz atalarımız. “Borcum borç; ne öderim, ne inkar ederim” demiş daha da kurnaz atalarımız. Soru her zaman şu: Ödemesen sıkıntı çıkmayacak mı, alacaklı kapına dayanıp donuna kadar alıp götürmeyecek mi?
Siz bunu evde denemeyin ama kimi zaman sistem, borçlunun lehine çalışıyor. Ne zaman? Borçlunun sistemden çıkması haddinden fazla tehlike içeriyorsa. Borçlu çökemeyecek kadar büyükse. Yani über-hiper-süper zenginse...
Bu bir sır ve dünyanın en zenginleri bu sırrı biliyor. Hep de kullanıyorlar. Harı rahatça vurup harmanı daha da rahat savuruyorlar. Çünkü zararları bir anlamda devlet garantisinde.
ABD’de riskleri devlet güvencesinde iki ipotek kuruluşu Fannie Mae ve Freddie Mac’i hatırlayın; 2008 krizinin ateşini onlar körüklemişti. Neden? Nasıl olsa kaybetmiyoruz, devlet eninde sonunda borcumuzu öder diye riske abandılar. Ve kaybettiler. Bu arada abandıkları ve abarttıkları bir şey daha vardı: Yönetici primleri... Ortalığı yangın yerine çeviren yöneticiler her sene katlana katlana artan primlerini kriz ortamında da almayı bildiler. Başka bir deyişle ABD devleti kriz çıkaran her yöneticiye yılda 10 milyon dolar civarı ödemiş oldu. Fena para değil...
MAL SAHİBİ, MÜLK SAHİBİ, HANİ BUNUN SON SAHİBİ?
Google’ın patronları Sergey Brin ve Larry Page deli değil. Ellerinde Google gibi altın yumurtlayan bir tavuk varken gidip hâlâ sağa sola saldırıyorlar; şirketler alıyor, Google’a bağlıyor, tek potada eritiyorlar. Kimi rakip şirket, kiminin rekabet potansiyeli var, kimi de ürettiği teknolojiyle gelecek vaat ediyor (Google bu konuda başı çekiyor ama Facebook’un kurucusu Mark Zuckerberg’ün de Instagram’ı bir çırpıda 1 milyar dolar sayarak aldığını düşünün; ayrıca buna değdiği de hemen ortaya çıktı).
Deli değil bu insanlar, bilakis kurnazlar. Zenginliğin temel şartlarından birinin sahiplik olduğunu biliyorlar. Girişim bir yere kadar; sen işinin her şeyiyle sahibi misin? Üretimin senin mi, taşeronda mı? Her safhada var mısın? Her şeyden önce içinde oturduğun dükkan, bina, fabrika senin mi?
“Çok büyük zengin, mala mülke önem verendir” diyor Wilkin. Yani elinin altında bir deste tapu olacak! Bu mal mülkü sadece ev-arsa diye düşünmeyin; teknoloji sektöründe esas koşan mevzu patentler. Geniş Forbes listesine bakın; emlak sahiplerini de bol miktarda göreceksiniz, patent sahiplerini de.
SERVET SATIR ARASINDA
Ultra zenginler için yasalar da altın madeni. Bu tam da Amerikan yazar P.J. O’Rourke’un, “bıktırarak hükmetme” diye tanımladığı mevzu: “Hükümet yetkilileri istedikleri her şeyi yapabilirler çünkü sıradan insanlar ne olup bittiğini ne zaman merak edip şöyle bir araştırsa, iflah olmaz derecede sıkılırlar; arkadaşlarının bir sömestr boyu aldığı cebir dersine ilk defa girmiş gibi hissederler.”
O’Rourke bu lafları kurtarma paketleri için söylüyordu ama aynı sözler zenginlerin devletle yakın temas kurduğu her aşamada geçerli. Servet sırları, Sam Wilkin’e göre çoğunlukla yasalarda, yönetmeliklerde, tüzüklerde, düzenlemelerde gizli. Kriz sonrası AB finansal reform düzenlemeleri 60 bin sayfa tutuyordu mesela. Kim ne anladı? Ya da sıradan vatandaş herhangi bir şey anlayabilir mi? Sadece anlaması gereken anlıyor. Anlayıp zengin oluyor, zaten zenginse zengin kalıyor. ABD’de sanayinin ve tarımın her alanındaki lobicilik faaliyeti işte bunun için var. Hangi politikacının pozisyonu ne öğrenmek, bu pozisyonu değiştirmek veya sağlama almak için çalışmak, ilgili yasamayı kendi lehine çıkarmak, hiç olmazsa yasal boşluklar yaratmak için. Halk anlamasa da olur... Anladığı bir an gelirse ne olacak peki? Yıllarca sürecek yeni yasa faaliyetleri ne güne duruyor?
ULTRA ZENGİNLERİN ORTAK ÖZELLİKLERİ
İÇİNDEN BİR RAKAM TUT, SONRA ONU MİLYARLA ÇARP
Tarifsizce zengin bu insanların bir numaralı ortak özelliği matematiğe düşkünlükleri. Ya da birazcık daraltalım: Rakamları deli gibi sevmeleri; hayatı rakamlar, istatistikler, veriler, grafikler üzerinden düşünmeleri. Tamam, çok zenginler, kafaları zehir gibi hepsinin ama çoğu, Sam Wilkin’in anlattığına göre iki lafı bir araya getirmekten aciz. Bakmayın siz çoğunun hayat hikayelerini kitaplaştırmasına; bu eserlerin çoğu gölge yazarların elinden çıkma. Büyük zenginler arasında Andrew Carnegie haricinde konuşmada, yazmada iddia göstermiş kimse yok. O bile “Benim tüm yolumu sadece rakamlar belirledi” demişti. Kısacası irsaliyeye bakıp orada şiir görüyorsanız, sadece gönül zenginliğiyle yetinmeyebilirsiniz demektir.
1 MİLYON DOLARINIZ VARSA ALIRIM
Bir ortak özelliği kolayca tahmin edebilirsiniz: Kasalara sığdıramayacak kadar çok kazandıkları paraları epey seviyor büyük zenginler. Daha kısa pantolonla oynadıkları zamanlarda bile bunu sıklıkla ifade etmişler. Bill Gates’in çocukken kendine 1 milyon dolar kazanma hedefi koyduğu biliniyor (Zaman içinde değişmiş hedef, “Bana 1.5 demişti” diyen de var, “Kafasında 2 milyon vardı” diye tanıklık eden de). Hindistanlı polyester kralı Dhirubhai Ambani, yeniyetmeliğinde düşünde petrol rafinerisi görüyormuş. John D. Rockefeller da “Bir 100 bin dolarınız varsa alırım” demiş çocukken (Bugünün kuruyla 3 milyon dolar ediyor). Yine Rockefeller, ilk kazandığı büyük banknotu kasadan çıkarıp çıkarıp, öpüp kokluyormuş. Yani sevmişler adamlar parayı. Varyemez Amca’nın havuzu gibi içine atlayıp yüzmüşler mi, orası meçhul. Siz yine de bu adamların hayal gücünü hafife almayın.
YOLLARIMIZ BURADA AYRILIYOR
Bundan sonrası ya filmlerin ya da davaların konusu. Zalim bir özellik... En büyükler bir eşiği geçtikten sonra yola birlikte çıktıkları ortaklarını şutluyor. David Fincher’ın Social Network’ünde, Mark Zuckerberg’ün Facebook’la zirveye ulaştıktan sonra neler yaptığını görmüştük. Rockefeller da ortaklarını silkeledi, Ambani de. Paylarını ödediler, hisselerini aldılar, sistemler kurdular; sonunda zirvede yalnız kaldılar. Bill Gates, Microsoft’u birlikte kurdukları Paul Allen’den çok çabuk “kurtuldu” mesela. Kısacası, hepsi tek bir gerçeğe vâkıftı: Çok çok çok çok para kazanmak istiyorsan, geliri bölmeyeceksin! Kardeşlik hukuku, iyi günde kötü günde laflarına “geçiniz” dediler: Zenginlik paylaşılmaz, paylaşılsa zenginlik olmaz.
ZALİMİN ZULMÜ DE VAR, PARASI DA
Şimdi sayacağımız ortak nokta pek hoş değil ama bunun geleceğini zaten tahmin ediyordunuz: Bu insanlar biraz acımasız. Dünyanın gelmiş geçmiş en zengin insanı, maden zengini Romalı general Marcus Crassus, bütün rakiplerini öldürtmüştü mesela! Tamam bu biraz uç bir örnek oldu ama medeni sınırlar içinde yapılabilecekler de var. Yazar Sam Wilkin, Hint bir sanayicinin kendisine Ambani hakkında “Onun karşısına çıkmak istemezsiniz, yöntemleri çok zalim” dediğini aktarıyor. Yine yazar, kimin hangi şirkette ne kadar hissesi var, virgülüne kadar bilen Gates’in bu bilgileri zihnine spor olsun diye kaydetmediğini, bunun işadamının rekabetçi içgüdüsünün her an uyanık olduğunu gösterdiğini anlatıyor. Wilkin, çok büyük zenginler içinde “en merhametli” olanlarının, inanması zor ama finans sektöründen geldiğini de söylüyor. Onlar işin dalgasındaymış; rakiplerini ezip geçmek gibi huyları yokmuş; en büyük insafsızlıkları kriz sırasında bile halen şatafatlı partiler organize etmeye, devlet yardımıyla kurtulduktan sonra dönüp devletle dalga geçmeye meyilli olmalarıymış (Ekonomi yanmış, sebep oldukları krizden dolayı halk yoksulluğa batmışken, bunlarla dalga geçme kapasitesi ağır zalimlik sayılır ya neyse, şimdi yazarımıza yüklenmeyelim).
İşin özü; tepe oyuncuları, yükseklerde yeterli oksijen olmadığının farkında. O seviyedeyken, rakip ne kadar azalırsa nefes almak o kadar kolaylaşır. Nefes alamayanlar mı var? O da onların sorunu.
SENİN BENİM GİBİ İNSANOĞLU
IQ’ları çok mu yüksek? Kurnazlıklarını anlatmaya sözlükler yetmiyor mu? İnsanlığın bizim bilmediğimiz bir sırrına mı vâkıflar? “Hayır” diyor Wilkin, “Hiçbiri süper kahraman değil. Hepsi normal, sıradan insanlar. Tamam, etkileyici insanlar, saygı duyulası servetler biriktirmişler. Ama çok acayip bir insan olmaları sağlamadı bunu, ekonominin cilveleri sağladı.”