Son zamanlarda herkes O’nu konuşuyor. Başarısını globale taşıdı. Merak ediyorum, ilgi ve kalabalıklar arttıkça hayatını, düşüncelerini, ilişkilerini ve hatta sosyal medyasını nasıl sadeleştirebilir insan? Bunu da soracağım tabii ki Kaan’a, cevap bekleyen diğer yüzlerce sorum arasında birinci sıraya taşıyorum.
Saat sabah 08.30. Tüm GQ ekibi setteyiz. Siemens Ev Aletleri’nin marka yüzü olan Kaan Urgancıoğlu ile yapacağımız çekimin hazırlıkları bitti sayılır, her şey tamam gibi. Aramızda son kalan “henüz uyanamamışlar” da çalma listemizden Popof/ Serenity eşliğinde kendine geliyor. Enerjimiz çok yüksek. Kahvelerimiz, nefis sandviçlerimiz, kurabiyelerimiz ve neşemiz yerinde.
Programa uyarsa Kaan da saat dokuzda burada olacak. Gerçekten merak ettim kaç dakika gecikmeli geleceğini.
Ama yanıldım, 15 dakika erken geldi. Bu disiplinli, işine ve insanlara saygılı tavrı kendisine karşı olumlu bir önYARGI oluşturdu bende itiraf ediyorum. Saatler süren uzun bir çekim oldu. Kaan’ı mutsuz gördüğüm tek an siyah deri ceket vardı üzerinde hatırlıyorum. Yazının devamında nedenini yazacağım. Meğer gerçekten o siyah deri ceket suçluymuş anlayacaksınız. İnanılmaz keyifli, yaratıcı ama bir o kadar da yorucu en az on saatlik bir çalışmanın ardından bitti, evlere dağılıyoruz diyemedik çünkü röportajımız yeni başlıyor. Kaan’ın kulisindeyim ve kayıttayım.
Hani yazımın başında bahsettiğim aklımda olan ilk soruyu sordum kendisine, “Sadeleşmeye çalışan bir insanım” dedi. “Ben her şeyi kesirlerden uzaklaştırmaya çalışıyorum. Matematik üzerinden anladığım şekliyle yaşamı sadeleştirmek gerekiyor. Pi sayısının 3.14 olması insanlığın başarısızlığı gibi geliyor bana.”
Daha ilk soruda bu cevabı beni fazlasıyla düşündürdü. Matematiğin gelişiminde çok önemli bir adım olarak gördüğüm Pi sayısı için bu bakış açısının derin ve felsefi bir tarafı olduğunu hissettim ama açıkçası bende kesin sonuçlara ulaşmayı seven bir kişiliği olduğu izlenimi uyandırdı. Sonra devam etti;
“Basit olmak zordur. Bir şeylerin basit olması bana zor geliyor. Yani çaba sarf etmemiz gerekiyor. Bir şey basitleştikçe üzerine daha çok çalışılmış olduğunu anlıyorum. En azından benim kafam öyle çalışıyor. Düşündüğüm her şeyin hep zıttını da düşünüyorum. Hep bir diyalektik oluşturduğumda, hep bir tez oluşturduğumda, etrafımda seçtiğim insanlar da benim tezlerime anti-tez oluşturabilen insanlar oluyor. Tek bir doğru yok. Bütün bu yaşadığımız travmatik süreçte hiçbir şeyin çok katı olmadığını, katı olan her şeyde bir o kadar tam zıttının da değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Yani yaşadığımız prensipleri anlamaya çalışıyoruz aslında hepimiz. Bilinmeyen birtakım prensipler var dünyanın dönmesiyle ilgili, kuantum fiziğiyle hayatımıza giren, biz bu prensipleri el yordamıyla hissederek, anlayarak bir şekilde bağlantıda kalmaya çalışıyoruz. Kurduğumuz bağlantıdan ne anlıyoruz? Bir anlam çıkarmak zorundayız, başka şansımız yok. Bilim işte bir yere kadar geliyor; 3.14. Bitmeyen bir Pi sayımız var. Belli ki bilim tam olarak çözememiş dairenin bile matematiğini.”
Modern çağda, hedonik tüketimin esiri olmadan yaşamaktan bahsetmiyorduk, o kısmı çoktan geçmiş, hayatın anlamını daha derinleştiren sadelikten bahsediyorduk. Üstelik O, çoğu zaman sadelikten uzak bir illüzyonun içinde var olmak zorundaydı. Sohbetin böyle başlaması hoşuma gitti. Bazı yıldızların etrafında devasa gaz ve toz bulutları bulunurken, diğerlerinin etrafında parlak renklerle parlayan gezegenler döndüğünü hatırlattı bana. Yıldızlı, gezegenli metaforumdan dünyaya dönüyorum tekrar, acaba Kaan, dünyayı kendine, kendini dünyaya ait hisseden biri mi? Bunu sorduğumda, herkesin doğumunun bir travma olduğunu söyleyerek başlıyor söze. “Çok sıcak ve likid bir ortamdan soğuk bir ortama panik içinde doğan insanın ilk duygusu da o tekinsiz, güvensiz yer oluyor” diyor. “Sonrasında yavaş yavaş şefkat ve sevgi ile ailesinin içerisinde (şanslıysa) aslında güvenli bir yerde olduğuna ikna olmaya çalışıyor. Ama bence kimse doğduğu anı unutmuyor, o yüzden, bu emek gerektiren bir süreç, buranın güvenli olduğuna inanmak. Kaldı ki yaşam içerisinde edindiğimiz enformasyonla buna inanmak daha da zor; dünyanın güvenli bir yer ve insanın buraya ait olduğuna.”
Bir sürü temrini varmış her sabah yaptığı, buranın güvenli olduğu, kendisinin de güvenli ve güvende olduğuyla ilgili. Kendini bu fikre ikna etme çabası beni duygulandırdı sanırım, çok masum geldi. Fazla tüketmeden bir şeyleri yapmak konusunda istekli kalmak istiyor. Doğru soruları sormaya çalışan, her şeyi öğrenme motivasyonuyla yapan biri. “Hayatının ve gezegenin gelecek senaryoları üzerine düşünür müsün?” diye soruyorum. “Dünyanın gideceği yerle ilgili düşünmemek mümkün değil” diyor. “Mesela benim şimdi çocuğum yok ama çocuğu olan birinin dünyanın nereye gideceğini düşünmüyor olması mümkün değil.” Ve çok doğru bir şey daha söylüyor; “kötülük, kendisiyle birlikte dünyanın bitmesini isteyen insanlardan kaynaklanıyor”.
İhtiyacımız olan tam da bu değil mi? İnsanı üstün gören dünya görüşü yerine doğayı ve canlıyı insandan farksız kabul eden, ekosistemin içinde birçok canlıyla uyum içinde yaşamamızı savunan yeni bir ekolojik paradigma anlayışı.
Devamı GQ Bahar 2023 Sayısında