Dr. Barry Michels, Hollywood’un ünlü dünyasına güven veren terapist rolüyle o kadar tanındı ki New Yorker'a göre bir hasta “Bekleme odası kırmızı halı gibiydi” diyor.
Dr. Michels, bu seçkin danışan kitlesi arasında psikoterapi uygulamakla geçirdiği yıllar boyu, kendinden emin görünen pek çok insanın -tabii ki kibir ve küstahlık perdesi ardına gizlenmiş- paparazzilerden kaçarak ofisine girdiklerinde kendilerini koyverdiğine ve sadece beş dakika için bile olsa ağladığına şahitlik etmiş.
Sahte kabadayılıklar için "Saçmalık" diyor. “Fakat çoğumuz hayata yüzeysel bir bakış açısıyla bakıyoruz ve aslında bunun öz güven olduğunu düşünüyoruz” diye ekliyor.
Michels, “Toplumumuzun anlaması gereken konulardan biri öz güvenin gerçekten ne olduğu. Öz güven, güvensizlik olmadan var olamaz. Her insan öz güvensizdir. Her insan korkar. Bunu gerçekten kabul eden bir kişi, bunu kabul etmeyi reddeden kişiden aslında daha öz güvenlidir, çünkü öz güvensiz olduğunuzu kabul etmek cesaret ister” diyor.
Michels “Öz güvensiz olabileceğinizi kabullenerek gerçek kırılımları -profesyonel, yaratıcı ve romantik olarak - elde edebilirsiniz. Sadece gerçek benliğini kabul eden danışanlarım en iyi performanslarını sunabiliyor ya da en iyi senaryoları yazıyor” diyor. (Bazı danışanların Akademi Ödülleri kazandığının altını çizmemiz gerek.).
Öz güveni nasıl tanımlarsınız?
Dr. Barry Michels: Bana göre özgüven, harekete geçebileceğiniz ve dünya üzerinde bir etki yaratabileceğinizi hissettiğiniz anki duygularınız. Kendinden emin hissetmek için yalnız başına olman gerekiyorsa, gerçekten kendine güvenmiyorsun demektir. Öz güvenin, bu dünyada ne işe yaradığınızla büyük bir ilgisi var. Aynı zamanda kendi kendine nasıl konuştuğunla ve hayatında ne kadar disiplinli olduğunla da ilgisi var. Ama benim tedavi ettiğim ve kendine gerçekten güvenen insanlar, kendi dünyalarının "ustaları” diyebilirim.
Sizi görmeye gelen kaç kişi genellikle bir tür kendinden şüphe veya güvensizlikle mücadele ediyor?
Dr. Barry Michels: Hepsi. Toplumumuzda şöyle bir inanış var; çok zengin, çok ünlü, çok başarılı ya da her neyse o kişinin bu sebeple kendinden çok emin olduğunu ve öz güvensizlik ne demek bilmediğini düşünüyoruz. Dünyanın en başarılı, en zengin insanlarından birkaçının doktoruyum ve şunu söyleyebilirim ki hepsinde öz güven eksikliği var. Öz güvensiz olmak insan olmanın bir parçası. Öleceğimizi bilen tek canlı biziz. Bu öz güvensizlikle ilişkili. Bu bilgiye sahip olup öz güvensiz olmamak imkansız.
Davranışları veya medyada yansıtılma biçimleri nedeniyle sanki hiç öz güven sorunu yaşamıyormuş gibi görünen bir grup insan yaratarak büyük bir hata yaptığımızı düşünüyorum. Kendimize “Öz güvensizlikle savaşmalısın, bu duyguyu yenmelisin yoksa asla kendinden emin bir insan olamazsın” demek yerine "öz güven, öz güvensizliklerimiz aracılığıyla inşa edilmeli” demeliyiz.
Sana öz güvensizliğin nereden geldiğini soracaktım ama söylediklerinden bir gün her şeyin biteceği fikrinden geldiğini anlıyorum?
Dr. Barry Michels: Bazı durumlarda varoluşsal olarak bu dünyada geçici olma duygusundan gelir. Ancak öz güvensizlik, bir çocuk kendisinin farkına vardıkça ve özellikle de çevreleri tarafından onaylanmayan özelliklerinin farkına vardıkça gelişimsel olarak ortaya çıkar. Aileniz neşeli bir aileyse ve herkesin her zaman mutlu olması gerekiyorsa, o zaman üzüldüğünüz anlarda onaylanmadığınızı düşüneceğiniz için üzgün olma konusunda öz güvensiz hissedeceksiniz.
Daha sonra ailenizin dışında, farklı değerlere sahip sistemlere geçersiniz. Örneğin – şu an benim çocukluğumdan çok daha iyi bir durumda – ama erkek dünyasında, utangaç olmak, üzgün olmak, savunmasız hissetmek, duygularının kolayca incinmesi hala normal bir şey gibi algılanmıyor. Böylece, bir şekilde bu özellikler kimliğinizden uzaklaştırılıyor. Niteliklerinize yokmuş gibi davranmakla ilgili en temel sorun aslında hala orada var olması ve sana musallat olması. O andan itibaren, birinin bu özelliklerinizi göreceğine dair bir korku oluşur.
Burada aslında bahsettiğimiz şey, içinizde yaşayan, olmamasını dilediğiniz ama benliğinizde mevcut tüm özelliklerden oluşan alternatif bir benlik olan Jung'un “gölge” ismini verdiği kavram. Gölge, muazzam miktarda özgüvensizliğin kaynağıdır çünkü ondan kurtulamazsınız. Bu özelliklerin var. Onlarla doğdun. Ama onlardan hoşlanmıyorsanız, onları sürekli onaylamadığınız bir ruh hali içindeyseniz, onları sürekli saklamaya çalışıyorsunuz ve sürekli olarak diğer insanların onları görmesinden endişe ediyorsunuz demektir. Öz güvensizliğin kaynağı budur.
Peki, kendinizin o yanlarını kabul etmediğinizde, bu genellikle nasıl tezahür eder?
Dr. Barry Michels: En belirgin şey, insanların gölgelerini ortaya çıkarma riski taşıyan durumlardan kaçınmaya başlaması. Bu nedenle “topluluk önünde konuşma” şimdiye kadar yapılmış her ankette bir numaralı korku olarak karşımıza çıkıyor. İnsanların zihninde ölümden daha üst sıralarda yer alıyor. Topluluk önünde konuşmada, insanların sizinle ilgili algılarını kontrol etmenin bir yolu yok. Hatta eğer gerçekten yeterince kalabalıksa, kalabalığın sizinle ilgili algısını bilmenin bile bir yolu yok. İnsanların otomatik olarak gölgelerini ortaya çıkardığı veya gölgelerini açığa vurmaktan korktuğu bir yer. Bu yüzden insanlar topluluk önünde konuşma yapmaktan çok korkuyor.
Gölgenizden utandığınız için kaçındığınız başka alanlar olabilir. Hayran olduğunuz veya ilgi duyduğunuz biriyle ilgili olabilir. Onlara yaklaşamazsınız çünkü içinizde yaşayan bu gölgeyi bir canavar gibi hissetmeye başlarsınız ve onların bunu görmesini istemiyorsunuz. Patronunuzla yüzleşirken, zam isterken olabilir. Yaratıcı olmak istediğiniz bir durumda olabilir. Her ne olursa olsun sonucun kötü olacağından korktuğunuz bir durum var ortada - ki muhtemelen olacak en azından ilk beş denemenizde. Kendine bunu yaptıramazsın çünkü kötü şeyler olabileceği düşüncesine katlanamazsın.
Dünyada var olmakla ilgili ilk yola çıktığımız yere dönersek, özgüvensizliğin belirsizliğe tahammül etme yeteneğimizle ilgisi var gibi görünüyor.
Dr. Barry Michels: Belirsizliğe, onaylanmamaya, yargılanmaya tahammül edemememizle ilgisi var. Bunlar özgürce hareket etmenize engel oluyor. İnsanların bizim hakkımızda düşündüklerini çok fazla önemsiyoruz. Gölgeni sevdiğinde ve gölgenle sarsılmaz bir ittifak içinde olduğunu hissettiğinde, dışarı çıkıp istediğini söyleyebilir ve yapabilirsin. Biri sizi onaylamazsa, “Tamam, buna saygı duyuyorum. Sorun değil ama bu benim kim olduğumu değiştirmiyor çünkü kimliğim dışarıdan biriyle olan ilişkimden çok gölgemle olan ilişkimde yatıyor” diyebilme özgürlüğünüz olmalı.
Neden genelde başarılı -belki de yüzeysel olarak- insanlar gölgeleriyle bu kadar çok mücadele ediyor?
Dr. Barry Michels: Danışanlarımın hepsi eğlence sektöründe. İnsanlar eğlence sektörüne olumlu motivasyonlarla giriyor ama ben sadece olumsuz olanlara odaklanacağım. Özellikle aktörler en basit haliyle adeta mahkemedeymiş gibi yargılanıyorlar. Olumlu ilgiye ihtiyaçları var. Tedavi ettiğim her aktörün bu ilgiye ihtiyacı olduğunu söylemiyorum, ancak çoğu bu işe bu ilgi açlığı sebebiyle giriyor.
Garip olan şu ki, bir aktör olarak gerçekten başarılı olabilmeleri için, mahkeme tarafından onay görmemeye de istekli olmaları gerekiyor. Çünkü hareketlerinizi seyirciye göre belirleyemezsiniz. Karakterin kim olduğuna göre hareket etmelisiniz. Bunu yapmak için, "İnsanlar bu karakterden nefret edebilir ve bu benim için sorun değil. Aslında, bu karakterden nefret ederlerse, başardım demektir çünkü bu zaten kötü bir karakter” diyebilmeniz gerekiyor. Yani, Joaquin Phoenix'i ele alalım, Joker oynayıp “mahkeme” tarafından onaylanmayı bekleyemez.
Mevcut sosyo-politik durumda olup bitenlerin ne kadarı öz güvenle ilgili?
Dr. Barry Michels: Bence toplum olarak özgüveni yeniden tanımlamalıyız. Birçoğumuz özgüveni; kibir, küstahlık, kişinin kendi kusurlarını ve güvensizliklerini tam olarak fark edememesiyle karıştırırız.
İnsanlara öğretmek istediğim şey, korkuyu bir rehber olarak kullanabilmeleri. Korku size aslında öz güvensiz olmasanız neler yapabileceğinizi söyler. Bunu dikkate alır ve üzerine giderseniz, o şeyi yaptıkça daha az korkar hale gelirsiniz ve daha özgüvenli olursunuz. Öz güven; korkunun yokluğu değil, korkunun üstesinden gelmektir.
Danışanlarınız gölgeleriyle yüzleştiğinde ve onaylanma ihtiyacından vazgeçtiğinde, oyunculuk tutkusunu kaybeder mi?
Dr. Barry Michels: Aslında tam tersi. Gölgeleriyle yüzleştikten sonra, kendileriyle daha barışık hale geldikleri için işlerini daha iyi yapıyorlar. Sadece artık kimsenin onları nasıl gördüğüyle ilgili endişelenmiyorlar. Savunmaya geçmedikleri için daha kolay kendilerini geliştirebiliyorlar. Çünkü savunmacılık özgüvensizlik ve olumlu bir imaj yansıtma ihtiyacından doğar. Ne zaman eleştiri alsan, aslında bir kişi senin bir şeyi yanlış yaptığını söylüyor demek.
Bir danışan gelir ve gölgesiyle barışırsa -kendileriyle ilgili sakladıkları bu şeylerden daha az utanmaya çalışmasına yardımcı oluyorsunuz- ve zamanla, daha öz güvenli hale geliyorsa, aradaki farkı nasıl karakterize eder veya tanımlarsınız?
Dr. Barry Michels: Birincisi, kariyerlerinde daha büyük riskler almaya başlıyorlar çünkü gölgelerini ortaya çıkarmaktan korkmuyorlar. "Gölgemi görmen benim için sorun değil, hatta gölgemi görürsen sevinirim." Gölgenizi gizlemenin veya ondan utanmanın en kötü sonuçlarından birinin, gölgenizin ortaya çıkabileceği durumlardan uzak durmak olduğunu unutmayın. Ama profesyonel olarak, bunlar en tatmin edici durumlar çünkü en riskli olanlar. Gerçekten gergin ve heyecanlı olduğunuz durumlar.
Olan diğer bir şey ise ilişkilerinin daha samimi hale gelmesi. Kimliğinizin ayrılmaz bir parçasını saklamaya çalışıyorsanız, partneriniz “gölge” kavramını hiç duymamış olsa bile bilir. İnsanlar aptal olmadığı için bir şey gizlediğinizi anlayabiliyorlar. Gerçek olmayan bir şeyler olduğunu seziyorlar. Bir ilişki ne kadar samimiyse, gölgenin en utanç verici kısımlarına o kadar yaklaşır. Eğer gölgenizi gizlemeye çalışırsanız bu ilişkide bir yüzeysellik yaratır. Eğer gölgenizle barışıksanız o zaman ilişkinizde tamamen kendinizsiniz demektir ve siz ilişkide tamamen kendiniz olursanız karşı tarafın da aynı şeyi yapması daha kolay olur.
Farkında olmayabilirsin ancak özgüvensiz olduğunda ya da kendinin tamamen bilincinde olmadığında, ödün vermek ya da affetmek daha zordur, çünkü bir parçandan utandığın için kendini geri çekersin. Karşı tarafa hissettirdiğiniz şey kendinizi korumaya çalıştığınız değil, mesafeli, soğuk, ödün vermeyen, çekingen olmanız olur. Kendinizi tutmadığınızda, serbest bıraktığınızda, karşı tarafa da daha çok enerji verebilirsiniz. Şunu fark ettim, insanlara enerji verdiğinizde ışıldıyorlar. Kendilerini daha rahat hissediyorlar ve kendilerini daha kolay ifade ediyorlar. Özgünlük ve samimiyet zaten böyle oluşur.
Bu konunun Impostor (Sahtekarlık) Sendromuyla ilişkisi nasıldır?
Dr. Barry Michels: Sahtekarlık sendromunu şu şekilde açıklıyorum; yansıttığınız görüntü gerçek kimliğinizden çok farklıysa o zaman sahtekarlık sendromu yaşıyorsunuzdur. Eğer kendimin bazı kısımlarını inkar ediyorsam, o zaman kendimle ilgili olduğumdan farklı bir imaj tasarlamak için çok çalışıyorum demektir. Sahtekarlık sendromunu yaratan sizin yaptığınız şey. Aslında kim olduğunuz ve kendinizi yansıttığınız görüntü arasındaki uyumsuzluk büyük bir rahatsızlık da yaratır.
Sahtekarlık sendromu olan kişiler genellikle 40 yaşına geldiklerinde bitkin olurlar çünkü yanlış imajı devam ettirebilmek için çok fazla enerji harcarlar. Sanki sürekli kendileri hakkında bir reklam yayınlıyor gibi olurlar. Bu yorucu, çok yorucu.
Daha önce, özgüvenin “hayatınızda ne kadar disiplinli olduğunuza” bağlı olduğunu söylemiştiniz—bunu biraz daha açabilir misiniz?
Dr. Barry Michels: Karbonhidrat ve şekerden uzak duracağına dair bir yeni yıl kararı alırsan ve dördüncü günde kurabiye yiyorsan, kendine ne kadar güvenebilirsin? Bu gerçekten çok önemli çünkü insanların özgüvenli olabilmeleri için kendilerine güvenmeleri gerekiyor. Başka bir deyişle, kendime verdiğim sözleri yerine getireceğime inanıyor muyum? Bu sorunun cevabı evet ise, o zaman kendime güveneceğim çünkü bir taahhütte bulunduğumda bunu yapabileceğimi biliyorum.
Ne yazık ki, çoğu kişiye kendilerine verdikleri sözleri tutup tutmadığını sorarsanız göreceksiniz ki cevap “Üç ya da dört gün tutacağım, sonra bir hafta içinde, söz verdiğimi bile unutacağım” olacak. Kendini sürekli böyle hayal kırıklığına uğratırken kendinden emin olmak matematiksel olarak bile imkansız. Ne yaptığını ve ne zaman yaptığını izleyen içinde bir parçan var. Bir söz verip sonra bu sözü kolayca bozarsanız, içinizdeki bir parça size olan inancınızı kaybeder. Öz disiplin, özgüvenin inanılmaz derecede önemli bir bileşeni. Eğer kendinize inanamıyorsanız, öz güvenli olamazsınız.
Zamanla eleştirel sesler kayboluyor mu yoksa hala ortaya çıkıyorlar ama onlarla nasıl başa çıkacağımızı mı öğreniyoruz?
Dr. Barry Michels: Bence eleştirel seslerin yok olacağını düşünmek gerçekçi değil. Ölüm döşeğindeki insanları tedavi ettim ve hala eleştirel sesler duyuyorlardı. Sadece bu seslerle ilişkileri çok çarpıcı bir şekilde değişti. Daha çok, "Ah evet, yine sen. Sanırım sen de pikniğe gelmek zorundaydın, tamam, her neyse, hoş geldin” diyebilecek kadar evrildi.
Eleştirel seslerle gerçekten başımızın belaya girdiği zaman; onları çok fazla dinlediğimizde eleştirel ses bunun bizim kendi sesimiz olduğuna ikna eder. Kim olduğunuzu eleştirel sesten ayırt etmeye başladığınızda yolun yarısına gelmişsiniz demektir. Güçlerini tekrar tekrar ses çıkararak elde ediyorlar. Sadece kendi içinizde "Bu dinlemediğim, önem vermediğim bir ses" deseniz bile, birkaç hafta içinde o eleştirel sesin o kadar gücü olmadığını fark edeceksiniz.
Birisi kendiyle ilgili şüphe duyuyorsa, bu gölge işini neden denemeleri gerektiği konusunda onlara ne söylemek istediğinizi merak ediyorum.
Danışanlarıma söylediğimi aynen onlara da söylerdim: Size bazı araçlar vereceğim. Aletler işe yaramazsa, beni kovun. Çünkü araçlar işe yaramazsa, onlar için ödeme yapmamalısınız. Ben inançlı insanlar aramıyorum, ben bir vaiz değilim. Ama eğer bu çalışıyorsa, nasıl veya neden işe yaradığı kimin umurunda?Bunu tartışmamıza bile gerek yok. Sadece onları kullanın.
GQ US