Dünya üzerinde bildiğim en iki yüzlü, hatta çok yüzlü canlı insanoğlu. Göründüğü, düşündüğü, hissettiği, yaptığı, yaparmış gibi yaptığı ve yapmayı gerçekten istediği birbirine bu kadar uç noktalarda olabilen, üst seviye dengesizlik içeren, önce kendine sonra etrafına yalancı bir tür... Kendi dengesini korumak için nelerin dengesine turp suyu sıktığını düşünmeye muhakeme yeteneği olduğu halde bir gıdım gayret etmeyen, başkası yapınca tu kaka, kendisi yapınca tırt bir bahanesi, kendince geçerli sebebi olan beter canlı! Umudumuz yerlerde; hayaller kırsal, gerçekler şehirde pandemi. Şehirde nefes çemberi daraldıkça hayallerini ertelememeye karar veren dengesi bozuklar şehir dışında bir avuç arazi, moda tabirle tek gözlü bir ‘tiny house’ kotarma peşinde. Hiç tanımadığım insanlardan "Sizin oralarda arsa bakıyoruz, yer var mı?" diye soranlara cevabım şöyle: "Tabii lütfen buralara gelin, tarlalara ev yapın, yiyecek besin bulamayalım ve herkes kırsala göçünce biz de şehre döneriz, burası şehir, şehir ise ıssız ve sakin olacak bu gidişle!"
E şimdi ne yapacağız?
Buralara ilk geldiğimiz yıllarda, köpeğimle tek bir yapı görmeden yürüdüğümüz, yabani tavşanların koştuğu, sincapların çıtır çıtır menengiç tohumu yediği, tilkilerin gezdiği, anemonların, çayır papatyalarının, frezyaların, glayöllerin, bölgenin endemiği orkidelerin açtığı, arı kovanlarının üzerinde çalışkan arıların uçuştuğu orman yolları şimdi yerle yeksan. Ovalarda ötüşen kuş seslerinin yerini elektrikli testereyle kesilen ağaçların, beton mikserlerinin, kepçe vahşetinin sesleri aldı. Göz alabildiğince tarla, zeytinlik, çam ormanı olan alanlar, asfaltlanmış yollarla ve evlerle doluyor. İnşaatta çalışan ekiplerin çöpleriyle, maliyet düşürmek için buna ayrılan alana değil de orman içlerine itelenen molozlar da olayı taçlandırıyor.
Üçüncü köprü yapılırken ‘göç yolu’ diye maraz çıkaranlar, aldıkları arsalarda, evlerde oranın gerçek sahibi olan canlıları evlerinden ettiklerini düşünmeden kafalarını başka yere çeviriyor; hayallerini gerçekleştirmeye hakları olduğunu ve ne pahasına olduğuna bakmadan iddia ediyor. Orman içindeki evlerin çam manzarası, Gökova Körfezi’ne bakan imar aflı kulübelerin deniz manzarası bir süre sonra duvarda bir kartpostalmışçasına kanıksandığında, geriye denge bulmaya gelmiş ama dengesi bozulmuş bir ortama düşmüşlerin ‘e şimdi ne yapacağız’ sıkkınlığı kalacak. Tüm hayaller, bir haftalık tatillerde akla gelen ‘gün batımında hamakta kitap okumak’ üzerine kurulursa, cicim aylarının sonunda hayal kırıklığı kaçınılmaz.
Kendi işinizi yapmayı öğrenin
Bir hobiniz olsun, toprakla uğraşacaksanız derinlemesine araştırın, ona göre bir arsa seçin, düz ayak olan mesela. Çamların arasında bir ev pek romantik ama altında bir şey yetiştirmek imkânsıza yakın. Balık tutmayı, kano yapmayı, yüzmeyi, kite yapmayı istiyorsanız, arada bir hava almak, arkadaşlarla buluşmak, sosyal hayatı sürdürmek istiyorsanız dağ başına konuşlanmayın. Orman yürüyüşü, dağ bisikleti istiyorsanız orman yollarının doğal kalmasını talep edin, Belgrad ormanındaki gibi PVC’lerle site bahçesine dönmüş olanı tercih etmeyin. Bizim gibi kimseyi görmek istemiyorsanız, merkezden uzak ve sağı solu imara açılmayacağına inandığınız (ki zor) yerlere bakın. Şehir konforu talep etmeyin, kendi işlerinizi kendiniz yapmayı öğrenin, buna tamirat, tadilat, temizlik, bahçıvanlık dahil. Tüm bu didaktik önerileri verirken, "E, ne yani kırsala gelmek bir tek benim hakkım mı?" diye düşünürken buluyorum kendimi. Elbette değil, ben geldiysem herkesin hakkı. Bu durumda son sözüm şudur: Dengeyi ararken dengeyi bozmayın, bozulmasına izin vermeyin. Evinizin, arsanızın dönüşümündeki süreçlerde sadece kırsalda bir ev sahibi olmayı hedeflemeyin, bir şekilde inşaat makineleriyle dengesine çomak soktuğunuz doğanın kefaretini yıllardır orada yaşayan yaban hayatının da haklarını, dengesini koruyarak ödeme nezaketiyle gelin. Nasıl mı? Şöyle; ev yaptırıyorsanız yapımında çalışan ekibin titizliğinden, doğaya tahribatlarının en az olmasından emin olun. Kestiğinizden daha fazla ağaç dikin, toprağın canlılığının onarılması için dersinize çalışın. Dikeceğiniz bitkiler az su istesin, tercihen yerli bitkiler olsun, ilaçsız, kimyasalsız bir yaşam kurun. Bir bitkinin oralı sayılması için, bir tohumun atalık sayılması için en az 80 yıldır orada kendi imkânlarıyla yetişiyor olması gerekliymiş, tohumlarınızı ona göre seçin, istilacı türleri dikmeyin ki yüz yılların dengesi şaşmasın. Sabununuzu, deterjanınızı önce kendiniz ve sonra çevreniz için doğal ürünlerle değiştirin.
“Hollywood dekoru gibi hayal kurmayın”
Doğadaki en çirkin ses bence insan sesi, taşınınca ses seviyenizi ayarlayın. Böceklerden korkmayın, öldürmeyin, bio-çeşitliliğe imkân tanıyın. Uçuşan kelebekler yine bahçenize gelebilsin, arılar çiçekleri döllesin, kuşlara sulak koyun, yılanlar gezsin, kurbağalar zıplasın, porsuklar koşuştursun, bırakın bahçeyi onlar çapalasın. Örümcekleri, çekirgeleri, akrepleri, peygamber böceklerini, bukalemunları tanıyın ve uyumla, neşeyle birlikte takılmaya çalışın. Sadece pembe panjurlu bir ev veya bir Hollywood dekoru gibi hayal kurmayın, içini doldurun, tüm canlılarla hem de. Hayatı ‘ben ve onlar’ diye görmeyin, ‘hepimiz biriz’ diye görün. Birinin eksikliği tüm dengeyi alt üst ediyor çünkü. Yediğiniz besinin zehirli olmasının sebebini uzakta değil kendinizde arayın. Çim bahçe diye tutturduğunuzda kullanmak zorunda olduğunuz ilaçlar, sulara karışıp, dönüp dolaşıp sebzede meyvede totonuzu tırmalar! Dengenizi sağlamak için tutunduğunuz dalı kırmayın, zarifçe tutunun ki yine filizlenebilsin, yine sağlıklı meyve verebilsin. Başkasına iyilik yapıyor olmayacaksınız, kendinize yapacaksınız. Hepimiz biriz. Buna en gıcık olduğunuz, en "Ay korkarım ben ondan" dedikleriniz, sivrisinekler, karasinekler bile dahil. Fen bilgisi 101! Unutmayın. Ve bana “Nereye yerleşelim” diye sormayın. Ben nereden bileyim. Zaten bana kalırsa gelmeyin!!! Ama gelecekseniz de lütfen bir söz verin: “Gördüğünüz ve hatta göremediğiniz tüm canlara saygılı olacağım, onların da haklarını, dengelerini en az kendiminki kadar koruyacağım” deyin. Bana değil, kendinize söz verin. İşte o zaman hayaliniz gerçek olacak ve hatta gerçek kalacak. İşte o zaman nereye yerleşirseniz yerleşin, cennetiniz bir ‘dekor’, ölünce gidilecek bir hedef, Instagram’da sevdiğiniz birinin paylaşım kareleri kadar ‘naturmort’ değil, içinde tüm diğer hak sahipleriyle sesiyle, kokusuyla, dokusuyla, her boyutuyla içinize çeke çeke, tam dengede yaşayabildiğiniz bu güzel gezegen olacak.
Bu yazı GQ Denge'nin ilk sayısında yayınlanmıştır.