”...Ne zaman kendimi kötü hissetsem ormana, doğaya gidiyorum. Fotoğraflarda gördüğünüz orman da benim gizli rotalarımdan biri. Oraya gittiğimde ağaçların arasında yürürken, insanın Dünya’daki yerini daha net görebiliyorum, bu bana ilham veriyor...”
Doğada olmanın Metin’e ne kadar iyi geldiğini hem fotoğraflarından, hem de bu söylediklerinden anlamak çok kolay. O da özgürlüğünü, en çok yeşilin içinde hissedenlerden: “Doğada olduğum zaman kendimi özgür hissediyorum ama ne yalan söyleyeyim şehirde böyle hissetmem çok zor. Arabama atlayıp, şehirden ormana giden yollara düşerim ve müzik açıp şarkılar söylerim bazen. Sanırım en özgür olduğum anlar bunlar. Gitme özgürlüğü...”
Buradan, konu geliyor hayallere. Bazılarımızın ulaşılabilir hedefler olarak gördüğü, bazılarımızın da gerçekleşmesine imkânsız gözüyle baktığı hayallerimiz oluyor. Öğreniyoruz ki Metin de fantastik bulduğu bir hayale sahip: “Mesleğimden dolayı çok fiziksel hedeflerim oluyor bazen. Yine öyle bir hedefim var. Bunlar daha çok çalışma ve pratik gerektiren şeyler. Çalışırsam yaparım. Bu hedeflerim üzerinde çalıştığım için şimdilerde çok bahsetmek istemiyorum. Hayallerim, hedeflerimle karışmış vaziyette biraz. Ama size “Gerçekleşmesi mümkün değil, fantastik biraz” dediğim bir hayalimi söyleyeyim: Günün birinde belki bilimsel bir devrimle duyularımızı ve yetilerimizi değiştirip, geliştirmede çok uç noktalara gideceğiz. O zamana kadar yaşarsam, şu an bu duyularımızla bilmediğimiz farklı boyutlardaki yaşamı tecrübe etmeyi çok isterim. Mesela tesseract1’ı gerçekten kendi boyutunda algılamak bütün varoluş algımı değiştirir diye tahmin ediyorum.”
İyi olmaktan söz ederken, dengeyi konuşmamak olmaz elbette. Herkesin denge matematiği kendine. Metin’in denklemi ise şöyle: “Eğer sağlığım ve vücudum dengedeyse çok rahat hissederim, herkes gibi. Sorumluluklarım ve özgürlüğüm dengedeyse, iç dünyamda kendimi daha tatmin olmuş hissederim. Vicdanım ve öfkem dengedeyse yaşamak için enerjim artar. Formül gibi oldu biraz ama böyle ifade edebildim.”
Metin Akdülger’ın verdiği röportajlarda geçen ortak bir kelime var: Tutku. Yaptığı işe, çevresine, müziğe, yaratmaya, üretmeye, gelişmeye… İşinden bahsetmeden önce bu sularda dolanıyoruz biraz: “Tutku benim için daha çok fiziksel çağrışımı olan bir tanım. Belirgin bir his. Midemde hissettiğim ve beni yaptığım şeye odaklayan, büyük ilgiyle bağlayan bir ‘olma şekli’. Bazen sahnede, bazen yazarken böyle oluyorum. Bana yaptığım şeyi tamamlama ve onu güzelleştirme gücü veriyor. Aynı tutkuyu başkalarında da görünce hayatı daha çok seviyorum. Onun da dengesini bilmek gerekiyor elbette.”
İşin bir de meslek tarafı var tabii. Bazen kendimizi istemediğimiz işlerde, tercih etmediğimiz sorumluluklar altında bulabiliyoruz. Metin, kendisi için başarılı bir yaratım yapabilmiş, işinden keyif alan gruptan: “Oynadığım rollerin hepsini bir şans gibi görüyorum. Hayatla kurduğum iletişimi kuvvetlendirme şansı. O yüzden şansın kıymetini anlayıp, ona göre değerlendirmeye çalışıyorum. Bir hayattan sorumlu olmak gibi bir şey. Yargılardan ve ön yargılardan sıyrılıp, temelinden detayına kadar muhabbet etmeye çalışırım rolümle; onun sevgisini anlamak ve kabul etmek amacım oluyor genelde.” Farklı taraflarını keşfetmeye iten rolleri oynamaktan da çok memnun. “Açıkçası bir anlatıcının zorlayıcı taleplerde bulunması bana şevk verir. Kendi sınırlarımı ve alanlarımı genişletmek zorunda bırakır beni. Mesela çalıştığım ilk sinema filminde, felç geçirmiş bir sporcuyu canlandırıyordum. Çok kısa zamanda büyük bir fiziksel ve zihinsel değişim geçirmem gerekti. Unutamadığım tecrübelerden biridir bu. Bambaşka bir var oluş biçimiydi benim için; insanın içine doğru bir dünya yaşamasının nasıl olabileceğini en belirgin şekilde hissettiğim sahne tecrübesi olmuştu.”
Yazı: Alara Kap
Fotoğraf: Melike + Felipe Barranco
Styling: Rutkay Öziş
Saç: Onur Bayram
DOP: Arınç Arısoy
Focus Puller: Ercan Kırsız
Styling Asistanı: Çağla Üst
Fotoğraf Asistanı: Muzaer Temiz
Video Asistanı: Atacan Aydın
Yazının tamamı GQ Denge ilk sayısında. Buradan satın alabilirsiniz!