Yiğit ve Özgür Hanay’ı bu sayıya dahil etmek istememizin birçok sebebi var. İkiz olmanın getirdiği “ben ve sen”lik, bir tanesi. Karşında kendi yansımanı gördüğünde, ‘ben’ olmaya ne kadar devam edebilirsin? Beni, senden nasıl ayırt edersin? Birbirine fiziksel olarak bu kadar benzeyen, beraber vakit geçiren, ortak olan ve aynı sporu yapan bir ikilinin bu soruları sormak için çok doğru bir ikili olduğunu düşündük.
Bir diğer sebep de hak ettikleri spot ışığını daha da parlatarak jiu jitsudaki gelişimlerini ve dünya çapındaki başarılarını öne çıkarmak. Yiğit’in IBJJF Avrupa ve Dünya No-Gi Şampiyonası’nda yetişkinler kategorisinde kazandığı şampiyonluklar, Özgür’ün uluslararası arenadaki gösterdiği performansı yetmezmiş gibi, Submission Only’de de geleceğin dövüşçülerini yetiştiriyorlar. Tüm bunlarla sadece bireysel başarı elde etmekle kalmıyor, aynı zamanda Türkiye’de jiu jitsunun gelişimine büyük katkı sağlıyorlar.
Bir sebep daha vermek gerekirse; Yiğit ve Özgür’ün özgün kişiliğini sizinle paylaşmasak olmazdı.
Başlamadan önce jiu jitsuya aşina olmayanlar için kısa bir giriş yapalım. Bunu bendense Özgür’ün tanımı ile yapmak faydalı olacaktır: “Samuray dediğimiz savaşçıların zamanında savaş alanında kullandığı sanat. Esasen kılıçlı ama bazen kılıç düştükten sonra, el ele dövüş ile devam eder. Jiu jitsu aslında el ele dövüş kısmı. ‘Kuralsız boğuşma’ da denebilir. Amaç rakibe vurup zarar vermek yerine, rakibi daha iyi kontrol edebileceğin pozisyonlara sokmak. Pozisyonel bir hiyerarşi, kontrol üzerine kurulmuş bir sistem.”
Bireysel bir spor gibi gözükse de siz bu sporu hem işiniz hem ilişkiniz gereği beraber şekillendiriyorsunuz. Mindere çıktığınızda “ben” mi yoksa “biz” mi ağır basıyor?
Özgür: Maçta oldukça bireysel; sadece sen ve rakip var. Bu bir takım sporu değil. Benim bu sporu tercih etmemin başlıca sebeplerinden biri bu bireysel tarafı aslında. Bir takımda benden beklenenleri karşılayamamak bende anksiyete yaratıyor. Ama burada bütün sorumluluk bende. Antrenman kısmında ise tam bir takım sporu, herkesin gelişimi birbirinden sorumlu. Antrenman partnerlerin sana nereden saldırıyorsa maçta da ona hazırlıklı oluyorsun. Bizim oluşturmaya çalıştığımız ekol herkesin birbirinden öğrendiği bir düzen: Ben beyaz kuşaktan da, mavi kuşaktan da, mor kuşaktan da öğreniyorum. Kısacası işin Ar-Ge’sinde olay bayağı takım sporu ama maçta bireysel.
Yogada üstüne çıktığın mat, birebir hayatı temsil eder; matta dengeni kaybettiğinde kendine sinirlenen yogi, hayatta da kendine karşı daha serttir. Yumuşak davranan yogi ise kendini muhtemelen daha alttan almaya meyilli olandır. Jiu jitsunun mat - hayat eşleşmesini soruyorum.
Yiğit’in cevabı net: “Herkes kendi kişiliğini mindere yansıtıyor. Maçta veya antrenmanda başarısız olduğunda bunu nasıl karşılayacağın çok önemli ama zaten jiu jitsunun güzel kısmı da bu: Sana zor durumlarla başa çıkmayı öğretiyor. Özellikle maçlara çıkmak, pes etmemeyi öğretiyor. Kazandığında da ne yapacağın çok önemli. Kazandığında ‘Ben zaten iyiyim’ diyerek kendini geliştirmeyi kesebilirsin ya da daha mütevazı olup tekniğini geliştirebilirsin. Hem kayıpta hem de kazançta ne yapman gerektiğini öğretiyor sana jiu jitsu.”
Hayatlarının şu evresinde jiu jitsunun onlara tek kelime ile en çok ne öğrettiğini sorduğumda, Yiğit şu an öğrenci yetiştirme aşamasında olduğu için “sabır” diyor. Özgür ancak kardeşi olanların çok iyi anlayacağı, hem rakip, hem en büyük destekçi olma hissini şaşırdığım bir basitlikle özetliyor: “İkiz kardeşim son bir senedir Avrupa Şampiyonası ve Dünya Şampiyonası birincilikleriyle dünyada tanınmaya başladı. Ben de çok uzun süredir benzer emekler veriyorum ama Yiğit benden daha disiplinli ve başarılı. Ya da psikolojik olarak daha başarılı ve daha iyi performans gösteriyor maçta. Son bir senedir dişimi sıkıyorum aynı yerlere varabilmek için ama psikolojik olarak zor bir sene oldu. Son çıktığım dünya şampiyonasında istediğim birkaç ismi yenince biraz rahatlayabildim. O yüzden benim kelimem ‘disiplin’ diyebilirim.” Bunun üzerine aralarındaki rekabeti ufak ufak deşmek için sinsice kollarımı sıvıyorum.
Yıllardır birlikte çalışmanıza rağmen kardeşinin minderde yaptığı ve seni hala şaşırtan bir şey var mı?
Ö: Ben hep bilgiyle işlem yapabilen biri oldum. Ama Yiğit çok az bilgi, çokca doğaçlamayla sonradan varılabilecek yerlere, tüme varabiliyor. Çok yaratıcı. O yüzden Yiğit’i izleyerek ve analiz ederek çok şey öğreniyorum şu anda. Kendisine sorarak değil, kendisini izleyerek daha çok öğrenebiliyorum çünkü onun da yaptığını bilmediğini düşünüyorum.
Y: Evet, bazı yaptığım şeyleri ben de bilmiyorum. Daha doğrusu anlatamıyorum ama uygulamalı yapabiliyorum. Ben de şahsen Özgür’e sorduğumda çok şey öğreniyorum çünkü bilgi dağarcığı benden daha fazla. Aşırı mükemmeliyetçi. Ben tek bir bilgiden tüme varabildiğim için fazla öğrenmeye ihtiyaç duymuyorum. Ama Özgür çok nizami, ansiklopedi gibi.
İstediğim atışmayı alamıyorum. Röportaja başlamadan, her cümle sonunda sesler yükselip birbirlerinin cümlelerini kese kese konuşmaları ekibi kahkahaya boğarken, profesyonel bir zamanda birbirlerine olan hayranlıkları konuşuyor.
Kardeşine özgü hareket hangisi sence?
Ö: Balıklama atlayarak arka alma.
Y: Benim bir hareketim var diyebiliyorum ama Özgür’ün bir hareketi var diyemiyorum çünkü Özgür bütün oyunda genel olarak çok iyi. Özgür’ün stili tek bir hareket üzerine değil. Bu soru Özgür’ü tam tanımlamıyor. Özgür bu sorudan daha yukarıda.
Peki birbirinizle dövüşürken sezgisel… (aralarında sezgisel bir bağ olup olmadığını sorana kadar ikizler alıp başlarını gidiyorlar.)
Ö: Her kardeş ilişkisinde olduğu gibi biz de hırslıyız. Ciddi bir rekabet hissi oluyor aramızda ama sürekli dizginlemek zorunda kalıyoruz. Aramızdaki rekabet duygularımızı kontrol etmemizi sağlıyor. Döven sensin, sen cevap ver.
Y: Dövüşürken aramızda sezgisel bir şey olmuyor. Onun ne yapacağını öngöremiyorum, o da benim bir sonraki hareketimi bilmiyor.
Ö: Aynı seviyedeki rakiplerde çabuk bir sonuç çıkmaz. Sürekli eşit düşüyoruz, sonra kim yorulursa o kaybediyor. Rakibini yormayı başaran kazanıyor aslında; teknikten çıkıyor olay, taktiğe dönüşüyor.
Pratik yaparken kim kazanıyor, turnuvalarda kim kazanıyor?
Y: Resmi olarak birbirimize karşı hiç yarışmadık, o yüzden ona tam bir cevap veremeyeceğim. Bu sene başka insanlarla olan rekabette ben daha başarılı oldum ama antrenmanda denk sayılırız.
Turnuvadasınız. Maça çıktınız: Mata adım attığınız andan başladığınız ana dek olan süreçte mental olarak ne yaşıyorsunuz?
Ö: Ben 10 yaşımdan 16 yaşıma kadar kariyerimde hep iğrenç bir korkuyla yarıştım ve hiç zevk almadım yarışıyor olmaktan. Aile zoruyla yarıştım diyebilirim. Hep mide bulantısına varan korkunç bir anksiyete, stres ve korku… Spor psikolojisiyle ilgilenmeye başladıktan sonra duygularımla daha barışık hale geldim. Aslında yarışmacının korkması biyolojik ve çok doğal bir süreç. Korkuyorum, korkmanın doğal olduğunu bilmiyorum, korkmamaya çalışıyorum, başaramıyorum.... Ama aslında korkuyorum, karşı taraf da korkuyor ve korkunun sonuçla hiçbir alakası yok.
Y: Ben de aynı süreçten geçtim ama kendimizi bu konuda oldukça eğittik. Korkunun maça etkisi olmayacağını bilerek çıkıyoruz. Antrenmanımıza güvenerek ilerliyoruz. Özgür de bence aynısını söyleyecektir: Rakibe bir kere dokunduktan sonra korku gidiyor ve günlük antrenmandakinden farklı bir şey olmadığını fark edince oyun başlıyor.
Profesyonel sporcular olarak genel anlamda mental sağlığınız için ne yapıyorsunuz?
Ö: Başarılı sporcuların güçlü değil sağlıklı bir psikolojiye sahip olduğunu düşünüyorum. Duygularla barışık olmama durumu sağlıksız bir psikolojiden kaynaklanır. O yüzden sağlıklı psikolojiye sahip insanlar daha iyi performans gösterir. Kariyerimin başında halledemediğim çok fazla şey vardı, Yiğit daha rahattı. Şimdi ben bir şeyleri hallettiğim için daha iyiyim, Yiğit kütük gibi devam ediyor. Onun çok bir psikolojik süreci yok.
Yiğit bu darbeyi görmemezlikten gelirken biz kahkahalarla devam ediyoruz. Enerjileri o kadar yüksek ki dijitale ayrı röportaj çekmeye karar veriyoruz. (Eğer hala izlemediyseniz 30 saniyeye yakın vaktiniz varsa hemen dergiyi kenara bırakıp Yiğit ve Özgür’e birer yüz ve ses verebilmek için sizi gq.com.tr’ye yönlendirmek isterim.)
Salon dışında günlük hayatta en çok hangi konuda birbirinizle çatışırsınız?
Y: Her şey.
Ö: Konuşma hızı. Yiğit çok yavaş konuşuyor, bu tartışmaya dönüşüyor. Ben aceleciyim, sen daha rahatsın; aslında hep o yüzden tartışıyoruz.
İş kararları nasıl alınıyor?
Y: İki partnerimiz daha var. Oylama yapıyoruz.
Peki genelde aynı sayfada mı yoksa farklı sayfalarda mı oluyorsunuz?
Ö: Herkes farklı departmana bakıyor. Yiğit müfredatla ilgileniyor, ben daha çok sosyal medyayla ilgileniyorum. Birbirimizin işine bakıyoruz ama genelde karışmıyoruz.
Kardeşinizden gizlice öğrendiğiniz ama asla itiraf edemeyeceğiniz bir hareket var mı?
Ö: Şimdi seni Türkiye’nin önünde rezil edeceğim.
Y: Bazen yapabildiğim hareketleri sözlü açıklayamıyorum, çünkü doğaçlama olarak yapıyorum. Özgür Hocam ise anlatmamayı tercih ettiğimi düşünüyor. Antrenmanda rekabet içinde olduğumuzdan dolayı Özgür de bir teknik öğrenince bana hemen öğretmek istemiyor, önce bu teknikle beni bir kez dövmek istiyor. Ben de yapıyorum aynı şeyi. Önce bu teknikle arkadaşlarımızı dövmek istiyoruz, sonra tekniği anlatıyoruz. Ama en azından bir ay döverim o teknikle.
Ö: Şunu çok yaşadım: Yeni bir teknik öğrendiğimde Yiğit’e hemen gösteriyorum, o sırada Yiğit antrenmanda oluyor ve benim saatlerce izleyip öğrendiğim tekniği hemen uygulayıp öğreniyor. Sonra beni o hareketle dövüyor ve ben o gece rahat uyuyamıyorum.
Artık ben yeni bir hareket öğrendiğimde bir hafta veriyorum kendime; hareketi kendimde geliştiriyorum, Yiğit üzerinde bir kez uyguluyorum, ondan sonra öğretiyorum.