Yıllardır hayatımın da, salonumun da tam ortasında duruyorlar. Edebiyatın yeri kalbimde çok başkaysa da moda tarihi, psikoloji, fotoğraf gibi beni heyecanlandıran onca türde sayısız kitabın var olduğunu bilmek, bu hayatı benim için yaşanır kılan sebeplerin başında geliyor. Durum böyleyken dünya üzerindeki birçok kitapçı ve kütüphanenin de en iyi gelenlerim arasında olduğunu söylememe gerek yok sanırım.
Kendimi bildim bileli yanımdadır küçük defterlerim. Kafa karışıklıklarım, ayıkken sarhoş anlarım, kulak misafiri olduğum cümleler, ilham verici bulduğum sözler ve daha birçok şeyi sürekli not alırım. Biten defterlerimi ara ara çantama atar, kitap gibi okurum. Kendimi tanıma mesaimde yerleri büyüktür.
El yazısının sihirli bir gücü olduğuna inanırım. Bu, bir dosta yazdığım mektup da olabilir, kitabımın ilk taslağı da, faydasına inandığım sabah sayfalarım* da. Ya da bir sanatçının günlükleri de olabilir, sahafta görüp kime ait olduğunu bile bilmediğim bir kartpostal da. El yazısı kağıtla buluştuğundaki sahicilik, yaratıcılık, özen ve anlam benim için paha biçilmezdir.
*Meselenin asıl sahibi yazar Julia Cameron'ın ağzından ne olduğunu kısaca özetlersek, "Sabah sayfaları, akla gelen her şeyin yazıldığı üç el yazısı sayfadır (A4). Buna kaba olarak beyin sızması diyebiliriz; zaten başlıca amacı da budur."
Çok sevdiğim dinginlik duygusunu vaat eden tek başınalık, adeta şarj olma kaynağım. Tek başıma sinemaya gitmek, parkta kitap okumak, sahilde yürüyüş yapmak... Kendimin eşliğinde zaman geçirmek, en iyi gelenlerimden.
Şayet varsa sabah veya gece insanı olmak diye bir şey, ben kesinlikle bir sabah insanıyım. Bir üst maddede tek başıma yapmayı sevdiğim ne varsa özellikle sabahın erken saatlerinin sessizliğinde yapmak beni daha da mutlu eder. Şu an bu yazı da o erken sabahlardan birinde Ella Fitzgerald eşliğinde kahve keyfi yapıldıktan sonra yazılıyor. Hangi mevsimde olursak olalım, hava ne kadar karanlık olursa olsun, yeni bir güne başlamanın bende törensel bir duygusu vardır.
İçinde bulunduğum ana farkındalık ve keyifle yaklaşabilmemi sağlayan meditasyon, son birkaç yıldır düzenli olarak hayatımda. Bu dünya üzerinde yaşayan herkesin meditasyonun faydasına inanabilmesini çok arzu ederdim.
Eski fotoğraflar, el yazısı notlar, anısı olan eşyalar... Bu kendi yaşamıma ait de olabilir, bir başkasınınkine de. Her anlamda kişisel tarihe tanıklık etmiş nesneler kalbimi hızlı çarptırır. Anneannem ve dedeme henüz sekiz yaşındayken yazdığım bir mektupta “Telefon konuşmaları bir hatıra olamaz, ama mektup bir yerde saklanabilir” demiş bir çocuk olarak bugün de değişen pek bir şey olmadığını söyleyebilirim.
Her gün, hayatımdan eksiltebileceğim ne var diye düşünmek, uzun yıllar önce başladığım sade yaşamak yolculuğunun tam da bir yolculuk olduğunun en iyi kanıtı belki de. Bazen artık kullanmak istemediğim bir eşya oluyor eksilttiğim, bazen de artık devam etmeyi tercih etmediğim bir iş. Her ne olursa olsun, bana iyi gelmeyen bir şeylerden kurtulmak özgürleştiren bir hafiflik hissi yaşatıyor.
Artırmayı sevdiğim yegâne şeylerden biri. Bilginin tattırdığı o muhteşem duygu, en keyifsiz anlarımı bile aydınlatmayı başarır. Bu, daha önce varlığından bile haberdar olmadığım bir ülke de olabilir, bir ağaç ismi de, bir kelimenin kökeni de. Herhangi bir alandaki yeni bir bilgi, zihnimde farklı odalar açtıkça enerjim yerine gelir.
Gözümden yaş gelene kadar gülmek, tüm zamanlarımın en iyi gelenlerinden. Yakın çevremin ince mizah gücü sayesinde çokça tattığım bir lüks bu. İkili ilişkilerde, aynı yerden bakarak hayata gülebilmenin önemli olmaktan da çok gerekli olduğunu düşünüyorum. Bir de, ‘en çok kendimize gülmeye gayret edelim’, derim ben! Belki de hiçbir şey zannettiğimiz kadar karanlık ve ciddi değildir.
Bu yazı GQ MOTY 2020 Özel Sayısında yayımlanmıştır.
Begüm Başoğlu'nun Değişmek Zamanıdır Şimdi yazısını buradan okuyabilirsin.