İnsanlık tarihinde bugüne dek sadece üç adam Ay’da yürüdü. İsimlerini biliyoruz: Neil Armstrong, Edwin Aldrin ve Michael Collins. Uzaya çıkan ilk insanın, Rus kozmonot Yuri Gagarin’in ismi de ezberimizde. Onlar geçen yüzyılın önde gelen kahramanları. Ama ABD veya Rusya’dan uzaya giden yol kısa. Afrika’da yaşasalardı yine kahraman olurlar mıydı?
Zambiya’dan Edward Makuka Nkoloso’yu tarih kitapları hiç yazmayacak. Gelecek nesiller onun başkent Lusaka’da kurduğu Zambiya Bilim, Uzay Araştırmaları ve Felsefe Akademisi’ni öğrenmeyecek. ABD’li Armstrong “kendisi için küçük ama insanlık için büyük” o adımını Ay’ın yüzeyinde henüz atmamışken, Zambiyalı Nkoloso’nun daha 1960’larda, Mars’a (ve Ay’a) seyahat için kendi imkanlarıyla bir uzay programı hazırladığından ve bunun için Lusaka hükümetiyle Birleşmiş Milletler’in kapılarına dayandığından, muhtemelen kendi hemşehrileri bile haberdar olmayacak.
Yine de yaşananları kimse silemez. Zambiyalı Edward Makuka Nkoloso gerçekten yaşadı, uzaya gitmeye ve ülkesinin adını bu şekilde dünyada yüceltmeye karar verdi. Bu uğurda astronotlar yetiştirmeye de başladı. Olduramadı. Hayal kırıklıklarıyla dolu, gerçeküstü bir ömür sürdü.
Olaylar Zambiya’nın bağımsızlığını ilan ettiği 24 Ocak 1964 tarihinin hemen ertesinde geçiyor. Gerisi sis altında. Bağımsızlık projesine uzay hedefiyle katkıda bulunmaya çalışan Nkoloso’dan bugüne kalan çok fazla belge yok. Bir-iki gazete kupürü, kopuk kopuk televizyon ve radyo kayıtları, hepsi bu kadar. Yine de bir ilkokulda fen öğretmenliği yaptığını, uzaya çıkmayı kafasına taktığını ve Uzay Akademisi’ni Lusaka yakınlarında, terk edilmiş bir çiftlik evine kurduğunu biliyoruz.
Nkoloso o çiftlikte 12 astronot adayı yetiştirdi (veya yetiştirmeye çalıştı). Hükümeti ve UNESCO ile sonuçsuz yazışmalar yaptı, vizyonunu merak eden Batılı gazetecilere röportajlar verdi. Gazeteciler, doğal olarak, eğitimin içeriğiyle ilgileniyor, Nkoloso da hevesle anlatıyordu.
Biz de bir göz atalım. Gri tulumlar giyen ve İngiliz ordusundan kalma miğferler takan astronot adayları, bir tepede onları bekleyen 150 litrelik benzin fıçılarının içine giriyor, oradan da taş yüzeyde zıplaya zıplaya aşağıya yuvarlanıyordu. Nkoloso, bu fıçılara “uzay kapsülü” adını vermişti: “Onları kapsüllerde uzun süre oturtuyorum ki, uzay iklimine alışsınlar. Tepeden aşağı yuvarlanmalarıysa uzaydaki salınma hissini veriyor. Aynı şekilde, onları uzun bir ipin ucunda aşağı yukarı sallandırıyorum. En üst noktaya çıktıklarında ipi kesiyorum. Bu şekilde serbest düşüş hissini tecrübe ediyorlar.”
Antrenmanlar devam ederken, Nkoloso uzaya fırlatacağı roketi de hazırlamıştı. Prototip demek belki daha doğru; çünkü 3 metre uzunluğunda, alüminyum ve bakırdan mamul roket biraz daha geliştirilmeye muhtaçtı. Girişken Nkoloso, elbette bunun için de uğraştı. UNESCO’ya mektup yazarak uzay programından bahsetti ve çalışmalarını sürdürebilmek için 7 milyon sterlin talep etti. Yakıt meselesi ayrıca baş ağrıtıyordu. Bunu da ABD hükümetine yazarak çözmeye çalıştı. Oradan gelebilecek likit oksijen ve hidrojenin, sorunu halledebileceğini düşünüyordu.
Gelelim astronot adaylarına. Biri hariç, onlara dair bilgimiz yok. O kişi, 17 yaşındaki genç kız Matha Mwamba. Nkoloso röportajlarda, Matha’nın uzaya gönderilecek ilk kişi olduğunu ısrarla tekrar ediyordu. Bu yüzden de en çok onun eğitimiyle ilgilendi. Genç kız beraberinde iki de kedi de götüreceğinden, tesisteki 10 kediyi besleme ve uzay ortamına alıştırma işi de onun eline bakıyordu.
İşler planlandığı gibi yürümedi. Matha ve diğer astronotların eğitimi tamamlanmak üzereyken, Nkoloso’nun hiç hesaba katmadığı bir faktör uzay planlarına taş koydu. Antrenmanlarını eksiksiz yerine getirmelerine rağmen, astronot adayları kampta biraz laubali davranıyordu. Nkoloso, geleceğin astronotlarının işi gücü bırakıp kendilerini aşka verdiğinden şikayet ediyordu. Nitekim Matha hamile kalınca, ailesi onu kamptan aldı. Afrikalı ilk uzay yolcusunun kariyeri de bu şekilde sona erdi.
Nkoloso’nun uzay hevesiyse bir süre daha devam etti ve nihayet akamete uğradı. Günümüze ulaşan demeçlerinde, bağımsızlığını henüz ilan eden Zambiya’nın taze hükümetinin destek vermek bir kenara, Akademi’yle hiç ilgilenmediği anlaşılıyor. UNESCO yardımınınsa ancak bir hayalden ibaret olduğu ortada. Yine de kimse denemediğini söyleyemez.
Bizim memlekette yaşasaydı, uzay heveslisi fen öğretmeni Nkoloso’nun hayatı, iyi film olurdu. İstanbul Kanatlarımın Altında’daki bir yan karakteri, Okan Bayülgen’in canlandırdığı, roketin mucidi olduğu iddia edilen Lagari Hasan Çelebi’yi hatırlayın. Nkoloso’nunki, Hollywood’un da rahatlıkla el atabileceği (ve mesela Oscar’lı Forest Whitaker’ın ferah ferah oynayabileceği) bir hikaye. Ne var ki, bugüne dek kimsenin radarına takılmadı.
Bir kişi hariç... İspanyol fotoğrafçı Cristina de Middel, Nkoloso’nun başarısız girişimini ete kemiğe büründürdü ve Lusaka yakınlarındaki çiftliğin ortamını, tanıklıklara dayanarak bir fotoğraf albümünde yeniden üretti. Onun sayesinde, Zambiya’nın bağımsızlık düşleri gördüğü günlerde yitip giden bir başka düşten nihayet haberimiz var. De Middel’in Afronauts (Afronotlar) adıyla yayınlanan albümünde gri tulumlarıyla astronot adaylarını, uzaya alışmaya çalışan kedileri ve nihayet bir kontrol panelinin üzerinde gündüz düşlerine kapılmış bir genç adamı görüyoruz. Kurgu fotoğrafların çekimini İspanya, Senegal ve Kızıldeniz’de tamamlayan De Middel, aktarmaya çalıştığı hikayenin “Afrika’nın asla Ay’a ulaşamayacağı düşüncesine” meydan okuduğunu söylüyor: “Fotoğraflar güzel, hikaye de ruh okşayıcı ama bu işin kıtaya ve önyargılarımıza dokunan bir tarafı var.”
Önyargıya lüzum yok. Elinde imkan olsa Nkoloso da uzaya çıkardı. Çıkmış kadar oldu, diyelim.