Dergi Konuları

Moda Politik Olarak Doğru Olabilir Mi?

Modanın son ürüne dönüşmeden önce kendi iç sorgulamalarını yaşadığı bir dönemdeyiz. Çıkacak son ürünün temsil ettikleri, materyali, geçmiş ile olan bağlantısı, dönemin sosyo-politik ve kültürel gündemine uygunluğu, nasıl sunulduğu; her birini tek tek sorgulamak tasarımın kendisi kadar bir süreç. Tasarımcının ya da moda evinin kendi kimliğini ve duruşunu göstermesi gerekliliği hiç bu kadar keskin olmamıştı.

Çağdaş sanatı sorgularken kendimizi, bulduğumuz anlam kargaşalarını, işin ait olduğu dönemin sosyo-politik travmalarından izler taşıdığını varsayarak anlamaya çalışabiliyoruz. Bazen kafamızda çeşitli mantıksal kurgular ve bağlantılarla anladığımızı sandığımızda ise sanatçıdan aslında bu kadar derin bir anlamı olmadığı, belki de sadece renkleri beğendiği cevabını aldığımızda, kafamızda yarattığımız, bizimle aynı sorunları paylaştığına inandığımız ve toplumsal bir görev üstlenmiş saygıdeğer sanatçıya olan hayranlığımız azalabiliyor. Burada sorgulamamız gereken şey, yıllardır süregelmiş, hepimizin okul sıralarında ezberlediği o oldukça bayat edebiyat sorusu; sanat sanat için midir? toplum için mi?

Sanatın sayısız medyumda ve formda karşımıza çıktığını modern dünyada kabullendik. Peki ya moda; toplum için olabilir mi? Bu soruyu sormadan önce sanırım bir konuda daha hemfikir olduğumuza emin olmam gerekiyor. Modayı bir sanat formu olarak kabul ediyor olmalıyız. Yoksa herhangi bir küratöre neden kostümlerin sanat kurumlarına ait olduğunu sorabiliriz. Cevabı çok basit; bir toplumun belli bir dönemini yansıtan tarihi bir kayıt niteliğinde olmaları. 

Modanın fark yaratacağına olan inancımız bir defile manifestosu olmaktan öteye gidebilir mi? Bir moda ifadesi olarak “statement” yaratacak cümlelerin etrafında dolanıp durmaya fazlasıyla meraklıyız, bu manifestolar sadece tişörtlerin üzerine basılmaktan öteye gidebilir mi? Moda ne kadar fark yaratabilir? 

MODA

Fotoğraf: Gaultier

Politik ve sosyal bir konuya değinen çoğu manifestonun olumlu ya da olumsuz tepkileri sosyal medyada hızlıca karşılık buluyor. Geleneksel markalar ve tasarımcılar bir iletişim stratejisi olarak genellikle sosyo-politik konulara değinmekten kaçınıyor. Marketing bütçesi altında gerçekleşen sosyal sorumluluk projeleri ya da sürdürülebilirlikle ilgili konular dışında neredeyse sessizliklerini koruyorlar. Doğrunun ve yanlışın keskin bir çizgi ile ayrıldığı noktalarda bile, potansiyel müşterilerini kaybetmemek, bir tepkinin odağı olmamak, lokal ya da uluslararası bağlantılarını korumak adına ses çıkartmaktan korkuyorlar. Kar amacı güden şirketlere bu konuda hak verebiliriz ama yine de çözüm susmak mı olmalı? Jean Paul Gaultier’in 1993 Hasidic defilesi, Hussein Chalayan’ın ikonik 1997 koleksiyonu ve John Galliano’nun 2000’ler Dior Couture “evsiz” şovu, hepsi modayı kendi düşünsel politik ve cüretkar sınırları içinde dışavurumcu bir tavırda sergiledi. Vivienne Westwood, Katherine Hamnett gibi isimlerin imzası tam olarak bu bakış açısıydı.Ancak sosyal medyada işinizin bir gecede dibe vurabileceği bu yeni dünyada, yeni nesilin bu konudaki tutumu çok daha sert. Ya da belki de böyle olmak zorunda. 

MODA

Fotoğraf: Hussein Chalayan

Markalar artık estetik bir illüzyon satmaktansa, bir platform olmayı hedefliyor. Herkesin kendi politik görüşünü rahatlıkla dışa vurabileceği bir oyun alanı. Balenciaga’nın CEO’su Cédric Charbit, yeni nesil marka stratejilerinin tüketiciyi “müşteri” olarak görmektense, “kullanıcı” olarak gördüklerini, bu geçişin kullanıcı deneyiminde her bir kullanıcıyı aslında bir katılımcı olarak markanın platformuna dahil etmenin kendi vizyonlarına daha yakın bir tutum olduğunu söylüyor. Tüketici artık bilinçli tüketimle bir bağlantı kurmuş durumda. Susmanız bu çağda konuşmanızdan çok daha sert bir reaksiyon buluyor.

Tasarımcıların kendi yetenek araçlarını kullanarak gerçek dünya problemlerine eğilmeleri endüstriyel olarak akla yatkın olmakla birlikte, her sanat formu gibi moda da savunduğu doğrular sınırlarında bir propaganda aracı olarak kullanılabilmeli. Her ne kadar sosyal ve politik sonuçlar yaratsa da “yaratıcılık” politik sebeplerle yönetilmemeli; yaratıcılar bize yeni yollar, yeni anlamlar göstermeli. Bizi üzmeli, öfkelendirmeli, bir şeyler hissettirmeli ve skandal yaratmalı. Bu yüzden onlara izin vermeliyiz; dokunulmayan yerlere dokunmalı, söylenmemesi gerekeni bağırmalı, yeniden yorumlamalı, bazen çalmalı, ödünç almalı… Bunların sonucunda, hepimizin yoluna ışık olabilecek ilerici, yeni bir anlayış ortaya çıkarabilir. 

MODA 

Fotoğraf: Balenciaga

Demna’nın barış dayanışması

Global bir krizin eşiğinde, anlamını ilk yitiren sektör kreatif sektör oluyor. İnsanlık yaşamı için mücadele verirken, moda ya da sanat kendi varlığını sil baştan sorguluyor. Ancak sanatın global gücünü göz ardı etmektense, bir platform olarak kendini tanımlayan oluşumların gerçekten bir platform işlevi görme şansını iyi kullanabilmesi gerekiyor. Çünkü ses getirmek, tüm spot ışıkları size dönükken daha kolay. Yeterki sesinizi çıkartmanın bir yolunu bulun.

MODA

 Fotoğraf: Getty Images

Bu noktada, moda ve sanat varlığını sorgularken daha da güçleniyor, asıl işlevini hatırlatmaya başlıyor. Balenciaga’nın 2022 Sonbahar/Kış koleksiyonu tam olarak bu işlevi yerine getirdi. Herkesin nefesini keserken barış dayanışmasını tüm dünyaya kendi yeteneğinin sınırları içinde duyurdu. Demna’nın Balenciaga koltuklarına Ukrayna bayrağı renginde tişörtlerle birlikte bıraktığı not gibi; “Savaş 1993’ten beri taşıdığım geçmişimdeki tramvamı tetiklerdi, benim ülkeme aynısı olduğunda sonsuza kadar bir mülteci olmuştum, Sonsuza kadar çünkü bir şeyler sizinle kalıyor. Korku, çaresizlik, sizi kimsenin istemediği farkındalığı…” ve devam ediyor “Defileyi iptal etmek, vazgeçmek, beni 30 yıldan fazladır yaralayan bir şeye teslim olmak demekti. Bu şov korkusuzluğa, direnişe ve sevgi ve barışın zaferine adandı.” Bu yazıyı konuşacak kadar cesur olanlara adıyorum.

Bu yazı Bahar 2022 sayısında yayınlanmıştır. 

 GQ TÜRKİYE BAHAR 2022Burak Deniz Kapak

İZLE
7 Mehmet Gastronomi Serisi 1.Bölüm
İLGİLİ İÇERİKLER
İlgili Başlıklar
Daha Fazlası