Bu sene liseye başladım. Durumum hakkında özet geçiyorum: Sıram yatağımın dibinde, arkadaşlarım ekranda (bir kısmı Discord’da), teneffüs de olmadığına göre para harcamama gerek yok. Mouse artık bir parçam gibi, klavyenin her tuşuyla aram iyi değil. Okulda son zil çalınca, biraz yorulmak için bisiklete atlıyorum.
Geçen seneye kıyasla biraz karışık, biraz pixel pixel, az hareketli bir okul hayatı bu. Lisenin böyle olacağını tahmin etmezdim. Ama yeni normaller böyleymiş. Maskeymiş… Dezenfektanmış… Sosyal mesafeymiş... Çadır tatilleri, Zoom görüşmeleri, dijital iklim grevleriymiş.
Hayatımız kısa sürede hızla değişti. Sinema yok, halı saha yok, restorana gitme, kafede buluşma yok. Kabul ediyorum, çok şikâyet ediyorum. Bence herkes gibi. Ama haksız mıyım?
Biraz da farklı sorguluyorum sanırım. Restoranda servis yapan insanı görmüyorum ama düşünüyorum. Ne yapıyor işini kaybettikten sonra? Tiyatrocular da, sokak satıcıları da, müzisyenler de... İşe gitmek için çocuğunu yuvaya bırakmak zorunda olan anneler ne durumda?
Ancak mikroskopla görünecek kadar küçük bir virüs insanların bütün sistemlerine resmen zarar verdi. İnanabiliyor musunuz, İstanbul’da lise hayatımın ilk gününde evde pijamalarımla laptoptan dersimi izledim. Daha önce hiç okul kokusunu özlememiştim, odama ‘sınıf’ diyebilir miyim amca?
İşin kötüsü düşüp yaralanmak gibi de bir şey de değil bu yaşadıklarımız. Yaramız iyileşecek mi, her şey eskisi gibi iyi olacak mı emin değilim. Ne etrafımdaki insanlar bu durumun geçeceğini söylüyor, ne de haberler. Olan, benim lisenin ilk gününe oluyor sayın seyirciler.
63 yaşıma geldiğinde filler olacak mı?
Artistlik yapmıyorum. Hepimiz resmen seyirciyiz olan bitene. Dünya Doğayı Koruma Vakfı (WWF)Yaşayan Gezegen Raporu’nda yeni açıkladı: Yaban hayvanları nüfusu son 50 yılda üçte iki oranından daha fazla azalmış. 63 yıl önce doğsaydım, şimdikinden üç kat daha fazla aslan, zebra, köpekbalığı, fil ya da gorilin olduğu bir dünyada yaşayabilirdim. Ama şimdi ekran başında David Attenborough belgesellerini izliyorum. 63 yaşıma geldiğimde artık fil diye bir canlının kalmama ihtimalini düşünüyorum.
Kökten bir değişim yaşanıyor sanki. Yıllardır ormanlarda avlanırken, şimdi insanlara av olan yarasa... İstanbul’un tam ortasından yapay bir kanal geçecek olması... Amerika’daki orman yangınları ve Sudan’daki seller. Hepsi birbirinden farklı ama sert değişimler.
Kendime ‘umudunu kaybetme’ diyorum. Yıllardır dünyanın iyi bir yer haline gelmesi için umut ediyoruz. Ama artık doğa umut ederken, bir şeyler yapma yapma vaktinin geldiğini söylüyor. Ufak bir değişim büyük farklar yaratabilir. Soruna neden olan bizsek, çözen de biz olabiliriz. Nereden başlayabiliriz peki? Ama arada şikâyet edebiliriz değil mi amca?
Bu yazı Sonbahar 2020 sayısında yayınlanmıştır.
Atlas Sarrafoğlu'nun 'Okulu Kırma 2.0' yazısını buradan okuyabilirsiniz.