Sedef’le bir araya gelmemiz için yıldızların hizalandığını düşünüyorum. Berghain’ın resident DJ’lerinden biri seçildiği günden itibaren Sedef aklımın bir köşesinde ve hep radarımdaydı. Ancak her ne kadar Berghain’da çalsa da Bavyera Eyaleti’nin küçük şehri Augsburg’da yaşayan bu genç kadını hangi ekiple nasıl çekeceğimize karar vermemiz biraz zaman aldı. Sedef’in yakın zamanda Berlin’de olacağını öğrendiğimiz an kolları sıvadık ve Berlin’in kreatif sahnesinin de bu işe resmen kalbini koymasıyla hızlıca çekimi planladık.
Sedef’i Berghain’la birlikte tanımış olsam da yazıyı tamamen bunun üzerine kurmam kendisine büyük bir haksızlık olur. Evet, Berghain gece hayatının mabedi ve muhakkak ki Sedef’in kariyeri için de önemli bir dönüm noktası. Ancak Sedef’i buraya getiren süreç ve Augsburg’lu bu Türk kızının global arenada gece hayatına getirmek istediği soluk çok daha fazla ilgimi çekiyor.
Sedef sandığımın aksine işçi göçüyle Almanya’ya gelmiş bir ailenin kızı değil; ailesinin kökleri Makedonya’ya dayanıyor. Ailenin en küçük çocuğu olarak hala yaşamaya devam ettiği Augsburg’da dünyaya gelmiş. Muhafazakar bir ailede, Balkan müzikleri ve Türk sanat müziği dinleyerek büyümüş. Kendi müziğini üretmeye çok erken yaşta başlamış. “Kendi kültürümü çok sevsem de aslında muhafazakar bir aileden geliyorum. Erken yaşlarda o kafesin içinde kendime bir oyun alanı yarattım. Müzik, yaratıcılığımı sergileyebildiğim bir kaçış oldu benim için” diye özetliyor.
DJ olmak Sedef’in erken yaşlardan itibaren hayalini kurduğu, planladığı bir şey olmamış. Müzikle mümkün kıldığı bu bahsettiği kaçış hikayesi farklı şarkıları tek CD’de birleştirmesi, mixtape’ler yapmasıyla başlamış. DJ’liğin bir meslek olabileceğini kavramasıyla mixing’e yönelmiş ve o andan itibaren, bu alanda kendini eğitmeye başlamış. Kariyerinin bu noktaya gelmesinin epey bir zaman aldığını söylüyor Sedef, “Maalesef her şey bir anda ve çok hızlı bir biçimde olmadı. Neredeyse 10 sene boyunca yaşadığım şehirde küçük kitlelerle müziğimi buluşturma imkanım oldu”. Berghain’a giden yolda AVM etkinliklerinden arkadaş partilerine ve hatta sünnet düğünlerine kadar enteresan ve bir o kadar birbirinden farklı kalabalıkları eğlendirme fırsatına sahip olmuş. Sünnet düğünü kısmını anlatırken kendi de ister istemez gülümsüyor ancak üstüne basarak her birinin müthiş deneyimler olduğunu vurguluyor. Aslında Sedef geniş kitleler tarafından geç fark edilmesinin olumlu bir tarafı olduğunu da düşünüyor. Tüm bu süreç, onu şu anki duruma hazırlamış ve kendine daha çok inanıp güvendiği bir zamanda bu fırsatlar karşısına çıkmış.
Sedef’e dair en çok merak ettiğim şeylerden biri de, 2016’dan beri sürdürdüğü “Hamam Nights” etkinlik serisi. İsmi kulağa ilk başta son derece oryantalist gelse de meselenin özünde kavramsal açıdan daha güçlü bir şeyler olduğunu seziyorum. Osmanlı’dan beri hamam kamusal alanın kurallarının dışında kalabilen, cinsiyet rollerinin daha farklı ifade edilebildiği, içinde çıplaklığı ve kuir öğeleri barındıran bir mekan olarak karşımıza çıkıyor. Bu düşüncelerimi paylaştığım sırada ekranın diğer tarafında Sedef’in gözlerinin parladığını ve beni onayladığını görüyorum. Augsburg’daki partiler bir noktada Sedef’e tekdüze gelmeye başladığında kendi tematik etkinliklerini düzenleme fikri kafasında oluşmaya başlamış. Bunu bir gecede düşünmediğini, neredeyse bir sene boyunca üzerine kafa yorduğunu, gittiği etkinlikler sonrası defterine notlar aldığını ve tamamen bir proje haline getirdiğinde harekete geçtiğini öğreniyorum. Koca bir sene boyunca kulüp kültürü nedir, nasıl olmalı, ben neyi temsil ediyorum gibi soruları kafasında döndürüp durmuş. Bir gün katıldığı bir partide arkadaşının “Hamam gibi çok sıcak” demesiyle de Sedef’in kafasındaki bu proje ismini bulmuş. “Başlarda aslında üç kelime vardı aklımda; hamam, haram ve harem. Hamam konsept olarak kendini buldu ve gerçekleşti; ancak haram ve harem için gelecekte planladığım şeyler var.”
İstanbul’daki gece hayatına çok fazla hakim olmadığını ancak tüm dünya gibi burada da erkek egemen bir yaklaşımın olduğunu fark ettiğini söylüyor. Hem cinsiyet rolleri hem de dans pistine hakim olan müzik türleri bakımından daha sınırlı bir underground yapısı olduğunu düşünüyor. Kulüp kültürü Sedef için bir şeyi harekete geçirmek, farklı olmak, göstermek, hem vermek hem de almak demek. Sedef’e göre iyi bir parti o alana girdiğinde aldığın enerjiyle ilgili. Öncelikle orada kendini özgür ve güvende hissetmelisin. O kalabalığın içinde başkalarıyla etkileşim ve bağlantı içinde olan bir figür olmalısın. “İşte o zaman hepimiz ‘bir’ olabiliyoruz” diye de ekliyor.
Son olarak, Sedef’e Berghain’da çaldığı en ters köşe parçayı soruyorum. Bir pazar akşamı Berghain’da kapanışı Jennifer Lopez – Waiting for Tonight’la yaptığını ve gördüğü bütün bedenlerin sırılsıklam trans halinde dans ettiğini söylüyor. Sedef’in ait olduğu bir janr yok; kendini asla techno veya bir house DJ olarak tanımlamıyor. “Hepsinin arasında bir yerdeyim; techno, acid, house, pop... Sen nasıl tanımlamak istersen. Çünkü beğendiğim müziği çalmaktan korkmuyorum. AVM’lerde ve düğünlerde çaldığım o yıllarda o kadar çok şey öğrendim ki, bu bana bir yandan da güven verdi. Her şeyi yapmış oldum aslında. Bu nedenle, farklı janrları karıştırmaktan hiç çekinmiyorum.” İster istemez bir gün Berghain Panaroma Bar’da dans ederken Sedef’in bir anda Kır Zincirleri’ni çaldığı o anı düşlüyorum.