İnce Ayarını Bulacak Olan Sensin
Wellness

İnce Ayarını Bulacak Olan Sensin

Başkasının yolundan gitmek konforludur, kendi yolunu bulmak ise bazen korkutur. Ama kendi dengeni ancak sen bulabilirsin. O yüzden korkma, gir merak ettiğin yollara...

Türkiye’de bir doğa olayı olarak hortum görmek bir zamanlar imkânsızdı. Hatırlayın, ilk kez hortum görüldüğünde ne kadar şaşırmıştık. Şu an o kadar büyük şaşkınlıkla karşılaşmıyoruz. Çünkü doğanın dengesinin bozulduğunun farkındayız. Hep kendimize alıp, doğayı kendi aç gözlü ihtiyacımız için yarınları düşünmeden sömürdükçe bu hassas denge kaybolmaya, doğal afetlerin sayıları artmaya, daha önce şahit olmadığımız doğa olaylarına şaşkınlığımız azalmaya devam edecek. 

Şehirlerin ortasında adının içinde köy, dere, çayır, ova kelimeleri geçen onlarca semt var.  Artık ne köylükleri kalmış, ne dereleri, ne dağları, ne de ağaçları... Haddinden fazla betonlaşma yüzünden şehirler nefes alamıyor. Fiziki dünyamızdaki dengesizliklerle birlikte iç dünyamızdaki öfke, yozlaşma, endişe, güvensizlik ve korku da artıyor.

Aslında dış dünyamızda her ne oluyorsa iç dünyamızda da aynısı oluyor. Zihnimizdeki endişe, kapımızdaki kilitlerin sayısını da artırıyor. Korku baskın geldikçe diğer insanlara karşı güvenimiz azalıyor. Bu korku ve endişeyle yaşamaya devam ettikçe kendi öz benliğimizden uzaklaşmaya, içimize kapanmaya başlıyoruz. Çünkü kalbimiz ve fiziksel vücudumuz, ancak güvende ve samimi hissettiği ortamlarda kendini açık tutabiliyor.

Hayatta kalma dürtüsüyle kendimizi sürekli koruma halinde olmaktan, ay sonunu getirme derdinden veya başka dünyevi dertlerimizden farkında olmadan omuzlarımız öne doğru yuvarlanıyor; kaslarımız gereksiz yere gergin, dişlerimiz sıkılı, kaşlarımız gereksiz yere çatık. Vücudumuzdaki denge kayboldukça hastalıklar ortaya çıkıyor. Zihnimizde endişe ve kıskançlık arttıkça huzurumuz kaçıyor. 

Doğadaki ağaçların, denizlerdeki balıkların, cebimizdeki paranın değeri azaldıkça  dengemiz kayboluyor. Onu bulmaya çalışırken iyice bocalıyoruz. Aslında denge, sadece olma halidir; sadeleşerek, azalarak, basitleşerek, korkularımızla yüzleşip özgürleşerek sadece kendimiz olabildiğimizde dengemizi buluruz. Ve herkesin, her şeyin dengesi kendine özgüdür. Kendimizi bir başkasının durumuyla karşılaştırdığımızda dengemizi kaybederiz. 

Başkasının yolundan ilerlemek yerine kendi başımıza yola koyulmak ise korkularımızı tetikler. İsteriz ki etrafımızda hep doğru yöne gittiğimizi gösteren insanlar, tabelalar, işaretler olsun. Ama kendi dengeni ancak ve ancak sen bulabilirsin. Bu yolu ilk yürüyen sen olacaksın. O yoldan tekrar geçmen gerektiğinde yönünü bulmanı kolaylaştıracak tabelaları ve işaretleri ancak sen koyabilirsin. Yol kaba hatlarıyla belli olabilir ama bizi dengeye taşıyacak ince ayarı kendimiz bulmalıyız. 

Bu bağlamda, Patanjali’nin Yoga sutralarından yola çıkarak, yoganın sekiz basamağından ilki olan Yamalar’ı (ahlaki pratikler) ele almak istiyorum:

 

  • Ahimsa: 

Zarar vermemek / Şiddetsizlik

İç sesimizin tecrübesini ve erdemini dinlediğimizde kendimize özgü dengemize biraz daha yaklaşıyoruz, dengemize yaklaştığımızda da otomatik olarak kendimize ve çevremize karşı şiddet gösterme eğiliminden uzaklaşıyoruz.

Şükran duymak, içinde bulunduğun ana güvenmek, diğer insan ve varlıklara saygı duymak Ahimsa'yı yani şiddetsizliği kuvvetlendirecektir. En önemlisi bu prensibi kendimize karşı uygulayabilmektir. Belli bir çizgiye kadar kendini zorlamak, bir konu hakkında istenilen ve gereğinden fazla mesai ve efor harcamak seni güçlendirecek ve istediğin hedefe biraz daha hızlı ulaşmana yardımcı olacaktır. Ancak bu kendine yüklenme hali alışkanlık ve devamlılık haline dönüştükçe kendimize zarar vermeye, çalıştığımız konu üzerinde basit bir hata yaptığımızda kendimizi cezalandırmaya veya o hata hakkında gereğinden fazla pişmanlık duymamıza neden olacaktır.

Önce kendimizi sevmeli, kendimizi gereksiz yere cezalandırmaktan vazgeçmeliyiz. İçimizde sağladığımız bu denge hali, etrafımızdaki insanlara ve varlıklara davranış şeklimizi de zaman içinde değiştirecektir. Ahimsa, içsel ve dışsal dünyamızdaki mutluluk ve harmoninin anahtarı, olmazsa olmazıdır. 

 

  • Satya: 

Doğruculuk ve samimiyet

Düşüncelerimiz, sözlerimiz ve yaptıklarımız birbiriyle örtüştüğünde ortaya çıkan enerjiler birbirini destekleyecek; niyetlerimiz, hedeflerimiz ve evrenin bize verdikleri birbirini tamamlayacaklardır. Unutmayalım ki Yamalar birbirini sırasıyla takip eden pratiklerdir, özellikle Ahimsa ve Satya beraberce bu ilkelerin temelini oluşturmaktadır. Satya’nın güçlenmesi için neyin doğru, neyin yanlış olduğunu iyi idrak ve analiz edebilir olmamız gerekiyor. Çünkü çoğu zaman kendimize söylediğimiz yalanları tekrar ede ede onların doğruluğuna inanmaya, yaşanmamış olayları yaşanmış gibi anlatmaya, hatırlamaya başlıyor ve algılarımızı duymak, görmek istediğimiz egomuzu okşayan, üzülmeyeceğimiz, bize zor gelmeyen, acıtmayan alanlara yönlendiriyoruz.

Böyle durumlarda gerçeklerle samimiyetle, korkmadan yüzleşmemiz gerekiyor. Çünkü hakikatle yaşayıp, konuşmak başlarda zor ve ürkütücü geliyor. Ama bu, yüzmeyi öğrenmek gibi... Önce kolluklarla, sonra ayaklarının yere bastığına emin olduğun sığ sularda denersin yüzmeyi; sonra yavaş yavaş boyunu geçen sulara doğru ilerlersin. Kimse okyanusun ortasında tek başına yüzme öğrenmiyor.

Ne zaman ki hayatın gerçekleriyle kendi doğrularımız bir dengeye oturuyor, işte o zaman enerjimiz ve yaratıcı güçlerimiz serbestçe ortaya çıkıyor. Çünkü bu haldeyken dengeni bulmak için kendine yalan söylemene gerek kalmıyor ve oraya harcadığın enerjin kendi özbenliğini beslemeye başlıyor.

Doğruculuk esasıyla sarf ettiğin her söz ve aksiyon birbirini tamamlayıcı hale geliyor ve artık söylediklerini hatırlamana gerek kalmadan zihnini anda tutabiliyorsun. Çünkü bir yalan söylediğinde onu ömür boyu hatırlamak için enerji sarf etmen gerek. Gerçekleri kendi doğrularınla dengeleyip söylediğinde ise hayat dolu dolu akmaya başlar; sözlerin kalbinin ve zihninin karanlıkta kalan kısımlarından değil de aydınlık ve hafif olan kısmından denge ve samimiyetle akar.

 

  • Asteya:

Çalmamak, rızkına sebat etmek

Bu konu cömertlik, enerji, zaman, güven, para gibi birçok alanda ele alınabilir.

Öncelikle kendimizden çalmamalıyız, zamanımızdan, sağlığımızdan, enerjimizden, özgüvenimizden, kendimize olan/olması gereken saygıdan…

Zaman sürekli ileriye doğru akıyor. Geri getiremeyeceğimiz bir şey için, bulunduğun ânın potansiyelini öldürmek bir bakıma ânın hediyesinden çalmaktır. Geçmişte yaşananların, içinde bulunduğun bu ânı keşkelerle, ‘vah vahlar’la çalmasına izin vermemek önemli. Geçmiş tecrübelerin dramından kurtulup, bize verdiği derslerle kalabilmek zor ama bir o kadar da güçlendirici bir denge hali…

Kendimizi gereksiz bir yarışın içine sokmadan, başkalarıyla karşılaştırmadan yaşadığımız her an, gelecek günlerin bize sağlayacağı hediyelerin potansiyelinden optimumda faydalanmamıza yardımcı olacaktır. Bir karşılık almadan, durmadan vermek sonunda bizi bitkin düşürecek ve enerjimizi yeniden toplamamızı güçleştirecektir. Her verdiğimizin bir karşılığı olmalıdır, parayı da bir enerji olarak düşünmeliyiz bu durumda. 

Bunun tam aksi ise gereğinden fazla cömert olmaktır. Aşırı cömertlik karşı tarafı mahçup ve borçlu hissettirici duruma düşürmeden yapılmalıdır.

Bunun en güzel örneğini doğa ve insan ilişkisi açıklar: Doğa hiçbir karşılık beklemeden, bıkmadan usanmadan bize cömertçe nimetlerini sunar. Günlük menfaatlerimiz uğruna doğanın o muhteşem dengesini bozduğumuzda, asıl kaybeden yine biz oluyoruz. Depremler, seller, yangınlar çok daha yıkıcı olup, zarar veriyor. Kendi kendimize veriyoruz bu zararı aslında.

 

  • Brahmacarya:

Enerjimizi doğru yöne kanalize etmek, Tanrı ile, Tanrı’ya yürümek

Aslına bakarsak her gün biraz daha yaklaşıyoruz ebediyete. Günlük hayatın mücadelesi içinde bunu unutuyoruz, bir bakmışız trafikte gereksizce kendi kendimize sövüp duruyoruz. Doğal afetler, yakınlarımızı kaybetmek, kazalar kısa bir süre ‘Ne yapıyorum ben?’ diye kendimizi sorgulatsa da çok geçmeden eski yaşantımıza geri dönüyoruz.  Hayatın bize verdiği enerjiyi ve zamanı doğru kullanmamız gerektiğini hepimiz biliyoruz ama ne oluyorsa oluyor ve ziyan ediyoruz kendimizi.  Durmak, görmek ve iyice bakmak gerekiyor; ta ki olumlu olduğumuzu iyice idrak edene kadar. Gereğinden fazla tüketmeden, zevkin ve hazzın esiri olmadan kıvamında dengeli yaşamak… 

Güzel bir örnek oruç tutmak olabilir, bence oruç tutmak bize teslimiyetle gelen şükürün kıymetini öğretiyor, ne zaman elimizdekilerle şükür ediyoruz, o zaman rahmetle doluyoruz. Bu dengeli hal bir ay bile olsa, nefsine hakim olmak, inandığın dinin gereklerini yerine getirmekle birleşince, vücudun ve zihnin terbiyesinde önemli bir rol oynuyor.

 

  • Aparığraha: 

Açgözlü ve istifleyici olmamak

Aldığımız nefesi bile gereğinden fazla tutmamalıyız. Çünkü bizi hayatta tutan nefes bile uzun müddet tutuldukça toksik hale döner. Bu yüzden zamanı geldiğine inandığın şeyleri nazikçe bırakabilmek, yenisi için yer açabilmek en büyük erdemlerden. Aynı, evde bahar temizliği yapar gibi giymediğin kıyafetleri ihtiyaç sahiplerine vermek, kazandığın paranın bir kısmını bağışlamak, yediğin yemeğin, soluduğun havanın, içtiğin suyun karşılığında doğaya borcunu ödemek, bu alma verme dengesinin sağlanmasına yardımcı oluyor. Yenisi için yer açmadıkça zamanında severek beğenerek aldıkların yavaşça seni ağırlaştırmaya, tutundukların seni geri çekmeye başlıyor. Ve biz daha çok şeye sahip oldukça veya sahip olduğumuza inandıkça, onları korumak için hantallaşmaya başlıyoruz. Kıvrak karar verememeye, gereğinden fazla düşünmeye başlıyoruz ve daha çok düşündükçe kalp-zihin dengesini bozmaya başlıyoruz. 

Güzel bir örnek muz-kafes-maymun hikâyesidir. Maymun doğası gereği açgözlüdür, boşuna ‘maymun iştahlı’ diye bir deyim çıkmamış. Maymun muzu o kadar sever ki, ihtiyaç duyduğundan daha çok tüketmeye her zaman meyillidir. Ancak ancak muz kafesin içine koyulduğunda onun şehvetiyle  her an kendini kafese hapis edilmiş de bulabilir. 

Diğer güzel bir örnek ise ‘One man’s trash, another man’s treasure’ (Kiminin çöpü diğerinin serveti olabilir) deyimidir. Tutunmadan bıraktıklarımız başkalarının hayatında büyük farklar yaratabilir.

 

Yamaların devamında kısaca Niyamalar’a yani kişisel bakım pratiklerine değinecek olursam:

Sauca: Temiz ve net olmak,

Santosha: Zor zamanlarda dışarıdan destek beklemeden pozitif ve kıymet bilen bir yaklaşımda olmak,

Tapaş: Disiplinli bir halde elinden gelenin en iyisini vermek,

Svadhiyaya: Kendine ayna tutarak kendini bilmek,

İsvara Pranidhana: Mütevazılığını koruyarak yaptıklarının, ulaştıklarının daha büyük bir güç tarafından sana verildiğini hatırlayarak, sana verilenleri şükürle takdir etmek” anlamına gelir.

 

Ne zaman, etrafımıza ve dolayısıyla kendimize zarar vermeye, acı çektirmeye başlıyoruz; ne zaman yalan veya yanlış bilgilerle kendimizi doldurmaya ve konuşmaya başlıyoruz; ne zaman hakkımızdan fazlasını almaya veya başkasının hakkını izinsiz almaya başlıyoruz; ne zaman Allah’ın, Yaradan’ın, doğanın kudretinden uzaklaşıp kendi egomuzu besleyip, onu şişirmeye başlıyoruz; ne zaman paylaşmayı unutup, bencilleşiyoruz, işte o zaman dengeden uzaklaşıyoruz. 

Elimizdekilere kiracı gibi değil de dünyevi varlıkların sahibiymişiz gibi yaklaşmaya başladığımızda, dengeyi kaybediyoruz.

Maalesef veya şanslıyız ki her şey bizim kontrolümüzde değil. Bazı durumlara, konumlara sadece çalışarak gelemeyeceğimizi bilmemiz, evrenin bize ayırdığı paranın, alacağımız nefes sayısının belli olduğunu kendimize hep hatırlatmamız gerekiyor.

Bu ve benzeri konularda ilahi güce teslim olmamız ve bize ayrılan istihkaka saygılı duymamız gerektiğini, bize bahsedilen işe, hayata ve aileye elimizden gelenin en iyisini vermemiz gerektiğini hatırlatıyor kadim öğretiler. 

Hayatımızın ne zaman, ne kadar, kiminle, nasıl, nerede olacağı tamamıyla takdir-i ilahinin uygun görmesidir. Bize düşen, koşullar ne olursa olsun olumlu ve yapıcı bir yapıda olup içinde bulunduğumuz anda elimizden gelenin en iyisini yapmak, şefkatli ve anlayışlı bir şekilde özbenliğimizle tanışmak, yüzleşmek, flört etmek, kabullenmek ve bir olmaktır.

Dış dünyamızda denge arıyorsak, önce o dengeyi kendi iç dünyamızda bulmamız gerekiyor. Herkesi dengeli, mutlu, huzurlu olduğumuz konusunda kandırabiliriz, ancak kendimizi asla. 

 

Özgür'ün 'Acı ve Kriz ile Nasıl Başa Çıkılır?' yazısını da buradan okuyabilirsin.

 

Bu yazı GQ Türkiye Denge sayısında yayınlanmıştır. 

İlgili Başlıklar
Daha Fazlası