Steve Magness çocukken kusana kadar koştuğu günleri anımsıyor. “Bu benim olayımdı” diyor. Bu “sert erkek” modeli - acıyı bastırmak - onun daha güçlü görünmesini sağlamak için birebirdi. Öyle ki lisede 6.45 km/h saat hız yapabiliyordu.
Ancak birkaç yıl sonra, bu strateji Houston Üniversitesi'nde dört dakikalık engelli koşu yarışında ters tepti. Boynundaki rahatsız edici hisle mücadele etmeye çalışan Magness adeta bireysel bir çöküş yaşadı. İlk stres belirtisinde refleks olarak kapanarak (ve nefes almasını zorlaştırarak) ses tellerinin rahatsızlanmasına sebep olmaya başladı. Artık acıdan güç alarak yoluna devam edemezdi.
“Do Hard Things: Why We Get Resilience” adlı yeni kitabında, “Rahatsızlık hissinin ve şüphelerin en yüksek noktada olduğu anda, nefesimi, boynumu ve zihnimi sabit durumda ve kontrol altında tutmak için rahatlamam gerekiyordu” diye anlatıyor. “Birçok yönden, bu kitap ben çöktüğüm anda ortaya çıktı. Çoğu zaman kontrolden çıkan bir iç dünyayı nasıl kontrol edeceğinizi anlamak için sert olmanın ne anlama geldiğine dair bir araştırma yapmaya karar verdim” diyor.
Bu olayın üstünden neredeyse 15 yıl geçti ve o zamandan beri, Magness sadece başarılı bir koşu antrenörü değil, aynı zamanda insan performansı konusunda bir uzman haline geldi, NASA'dan Nike'a kadar herkesle birlikte çalışıyor. 2017’de Brad Stulberg ile birlikte Peak Performance kitabını yazdı. Yeni kitabını benzersiz ve özellikle faydalı kılan şey, “emeksiz yemek olmaz” şeklindeki modası geçmiş bakış açısı ile kolayca tembelliğe dönüşebilen daha çağdaş özbakım modeli arasındaki farkı anlatması. Acıyı yönlendirmek için farklı, daha üretken bir yol keşfediyor; bu bakış açısı ne doğrudan acı çekmeyi savunuyor ne de acıdan tamamen kaçmayı. Bu “acı”, en hızlı kilometrenizi koşmaya çalışmanın verdiği rahatsızlık da olabilir, bir saatlik yoğun bir çalışma temposu da olabilir ya da sadece telefonunuzu daha az kullanmaya çalışıyor bile olabilirsiniz.
Dayanmaya çalıştığınız “acı” ne olursa olsun, Magness bu acıyı daha üretken olmak yönünde nasıl kullanabileceğinizi anlatıyor.
Çocukluğundaki sertlik modeli tam olarak neydi?
Magness: Modelim tamamen spordan esinlenerek oluşmuştu. Mümkün olan her sporu denedim ve oynadım: beyzbol, futbol, basketbol, hatta sokak hokeyi. Bunu yaşadığınızda, özellikle 80'lerde ve 90'larda Teksas'taysanız, üzerinize belirli bir dayanıklılık tarzı yerleştiriliyor. Başınızı eğin ve acının üstesinden gelmek için elinizden gelen her şeyi yapın. Koçların bana duygularımı göstermememi söylediğini hatırlıyorum. Rakibe herhangi bir şeyin yanlış olabileceğine dair herhangi bir ipucu vermemelisiniz. İçindeki kaos ne olursa olsun, şüphelerin veya güvensizliklerin olduğunu belli etmemelisiniz. İçinizdeki en derine inmeniz gereken yarışmalar vardır, o ekstra gücü bulmak için derine inersiniz ve o güç orada değildir. Geri tepmiştir. Bir koşucu olarak daha iyi hale geldikçe, iyi olmak istiyorsam, tüm bu rahatsız hislerden nasıl kurtulacağımı bulmak istiyorsam, alet çantamda daha fazla araca sahip olmam gerektiğini fark ettim, çünkü “en derine kadar kaz, kazabildiğin kadar kaz, artık kazamayacağın noktaya gelene kadar kaz” bakış açısı ters tepiyor. Acının üstesinden gelmek için başka stratejilere ihtiyacım vardı.
Bu diğer araçlar neler?
Magness: İnsan acıyı yok etmek yerine acıyla yaşamayı öğrenmeli. Bu şekilde acının senden güçlü olmasına izin vermezsin. Beynimiz bizi korumak üzere tasarlandığından, "Sen bu kadar direnç gösteriyorsan, bu bizim gerçekten tehlikede olduğumuz anlamına geliyor, dolayısıyla sen beni dinleyene kadar her şeyi kapatacağım” der. Beyninizi acıyla yaşamak üzere eğitmelisiniz. Başka bir strateji de (ne olursa olsun) bu sorunlarla başa çıkabilmek için kendinize biraz alan tanımanız. En iyi sporcular bu konuda uzmandırlar, bir sorunu yakınlaştırabilir veya tamamen uzaklaştırabilirler. Düğmeyi çevirebilir, başlarını eğebilir ve debriyajda Michael Jordan'a dönüşebilirler. Aynı zamanda, en iyi maratoncular iki saat koşmak zorunda, o sebeple iki saat beyinlerini gerçekten diğer her şeyden uzaklaştırmalılar. Daha sonra tekrar hayata dönerler.
Birlikte çalıştığınız bir atlet var mı ya da uzaktan gözlemlediğiniz, bu konuda gerçekten iyi olduğunu düşündüğünüz biri var mı?
Magness: Kısa bir süre önce Amerika’da yarı maraton rekorunu da kıran Sarah Hall’ın bu konuda tam bir profesyonel olduğunu düşünüyorum. Maratonda zorlu yollardan geçiyorsunuz. Zor bir döneme girdiğinizde, beyniniz sizi bunun son olduğuna ve hiçbir umut olmadığına ikna etmeye çalışır. Sarah bakış açısını değiştirmekte ve kendini bu sarmaldan çıkarmakta gerçekten çok iyi. Mesela yarı maratonda rekor kırdığında hedefi buydu ama o “ana” çok odaklanmanın ona iyi gelmediğini fark etti. Peki senaryoyu tersine döndürmek için ne yapıyor? Zamana odaklanmak yerine, “Tamam, saati unut, zamanı unut, bölünmeleri unut, buna dikkat etmeyeceğim. Bu koşuda şu anda nasıl hissetmek isterdim hissine odaklanacağım. Kollarım ne yapmalı? Bacaklarım nasıl olmalı? Diğer kadınlara karşı rekabet etmek nasıl bir duygu?” Bu basit bir taktik, ancak beyninizi motive eder ve odağınızı değiştirmenize yardımcı olur.
”Tavanın diğer tarafına geçmek için tavayı itmek"ten daha iyi bir dayanıklılık anlayışı nasıl olur?
Magness: Hamle yapabilmeniz için alan yaratıyor. Zorlayıcı şeyler yaşadığımızda, sanki rüzgar sıkıştırıyor ve tepki vermemiz gerektiğini hissediyoruz. Biraz endişe duyuyoruz ve hemen tepkimiz, “Beni bu durumdan kurtar. Kaç, kaç, kaç." Dayanıklılık, bu kolay kararı varsayılan olarak almamak, ancak bunun yerine, tamam, bunun üzerinde verimli bir şekilde nasıl çalışacağımı anlayabilmek için kendime alan yaratmalıyım diyebilmektir.
Bu bizi, “sertliğin” ne demek olduğunu yeniden anlamanızdaki bir etken olduğunu düşündüğüm şeyle karşı karşıya getiriyor. Yani eski dayanıklılık modeli, "Sadece zorla" olur diyordu ve bu yeni model, "zorla" dese de aynı zamanda, "Hey, şu an vücudum buna müsait değil, antrenmanı bitirmeyeceğim" veya "Bir saat daha e-posta atmayacağım” diyebiliyor. Sen bazı şeyleri akışına bırakmayı seçiyorsun. Bu kararı ne zaman almamız gerektiğini nasıl anlayacağız?
Magness: Bunun doğru karar olup olmadığını asla bilemezsiniz. O anda, bunun akıllıca bir karar olduğundan emin olmak istersiniz, yani bu sadece varsayılan ya da otomatik olarak yaptığınız bir şey değildir. Bu bilinçli olarak seçtiğiniz bir şey. Örneğin, Everest Dağı'na tırmanan uzman dağcılarla konuşursanız, size zor kararın zirveye çıkmamaya karar vermek olduğunu söyleyeceklerdir. Bu kolay olan. Vücudunuzun her bir parçasının sizi yapmaya zorladığı şey bu. Zor karar, “Bilmek, hey, neredeyse zirvedeyim, ama durmam, durmam ve düşünmem gerekiyor, sadece zirveye değil, aynı zamanda dağın aşağısına da inmek için yeterli enerjim var mı?” diyebilmek. Peşinde olduğumuz şey bu.
Bu kası çalıştırmada etkili olduğunu düşündüğünüz, sizin veya koçluk yaptığınız kişilerin kullandığı tekniklerden bazılarını paylaşır mısınız? Çünkü kitapta belirttiğiniz gibi duygularımızın diktatör değil, haberci olduğunu anlamak gerçekten bir kas gerektiriyor.
Magness: Bir tür endişe veya rahatsızlık hissettiğiniz ya da o iç savaşa girdiğiniz bir alana sokan herhangi bir şey habercidir. Modern dünyamızda, (iyi bir uygulama) telefonla ilgili herhangi bir şey yapmak mesela. Hepimizde "Ah, telefonumu kontrol etmem gerek” gibi dürtüler var, yoksa rahatsız hissediyoruz. Bu dürtü, o zihinsel kası eğitmek için bir fırsat. Bir süre bu dürtüyle yaşamayı öğrenin. Bu becerileri hemen hemen her zaman geliştirebilirsiniz. Meditasyondan hoşlanmayan bazı danışanlarım var, yaptığınız görev ne olursa olsun dikkatli bir şekilde odaklanabiliyor musunuz diye soruyorum. Bir podcast veya müzik dinlemeden yürüyüşe çıkabilir misiniz? Düşüncelerinle yalnız kalabilir misiniz?
Birlikte çalıştığım danışanlara ayrıca "Seni rahatsız eden nedir? Sana endişe veren şey nedir?” diye soruyorum. Bazıları için bu, kalkıp başkalarının önünde konuşma yapmak, diğerleri için arabadan kullanmak ya da bir kafede insanlarla sohbet etmek olabilir. İnsanların her çeşit kaygısı olabilir. Hayatınızdaki o hafif “kaygıyı” hissettiğiniz her an, bu zihinsel kasınızı eğitmek için bir fırsat.
Danışanlarınıza geri bildirim almaları için nasıl koçluk yaparsınız?
Magness: Bu işte çok kötüyüz çünkü acı çekiyoruz. Acıtıyor. Eleştirildiğimiz, eleştirdiğimiz neyimiz varsa, beynimiz bunu fiziksel bir tehdit olarak yorumluyor. Bunun iki yönü var. Lider konumundaysanız, insanların eleştiri aldıkları ama kendilerini güvende hissettikleri bir ortamı nasıl yaratıyorsunuz? “Her şey yolunda” gibi bir güvenli ortamdan bahsetmiyorum. Rahatsız bir yerde olabileceğiniz ve bunun dünyanın sonu olmayacağını bildiğiniz anlamında güvenli demek istiyorum. Diğer kısım ise çalışanlar -ve liderler- için buna nasıl alışıyorsunuz? Fiziksel acı veya rahatsızlıktan farklı bir şey değil. Gerçekten uzun süredir egzersiz yapmadıysanız, ilk egzersizinizi yaptığınızda daha erken yorulursunuz ve alarm daha erken çalar. Bunu çok sık yaşamadığımız bir kültür ve toplumun içinde bulunuyoruz. Alarm sayısını azaltmamız gerekiyor. Ona tolerans geliştirmek için küçük eleştiriler almalısınız. Sporcular bunu gerçekten iyi yapıyorlar. Bu tabii ki kültürün de bir parçası. Bir maçtan sonra oyunu ve hatalarınızı incelersiniz. Güvenli bir ortamdır. Canınızı acıtsa da "Hey, bu sadece bir parçası. Bundan bir şeyler öğrenmeye çalışıyorum ki bir dahaki sefere bu olmasın ve umarım gelecek sefer kazanabiliriz” diyebilmek olay. Bir sonraki beklentiniz de bu yönde gelişiyor.
Kitapta, tehditleri zorluklar olarak görmeyi öğrenmekten bahsediyorsunuz. Bu, önemli bir yeniden çerçeveleme aracı olarak tekrar tekrar kitapta karşımıza çıkıyor. Fakat ben bunun nasıl çalıştığını algılarken zorlanıyorum. Bunu yapabilmenin yolları neler?
Magness: İlk olarak, genellikle tehditleri ve challenge’ları yani başarmamız gereken şeyi spektrumdaki zıtlıklar olarak görürüz. Gerçek şu ki, ikisini de aynı anda deneyimleyebiliriz. Hem tehdit hem de bir challenge söz konusu olabilir. Amaç sadece yüzde 51’i başarmanız gereken şeye odaklamak. İnsanlar, "Tehdidi ortadan kaldırmalı ve onu büyük, olumlu bir challenge olarak görmeliyim" diye düşünüyor. Olay bundan ibaret değil. Literatürün çoğu, bunun kaybetme korkusuna karşı olgunluk fırsatı dengesinden geldiğini gösteriyor. Beynimize bunun daha olgun biri olmamız için bir fırsat olduğuna dair ne kadar çok kanıt verebilirsek, bunu bir challenge olarak görme olasılığımız o kadar artar. Kaybetsek ya da başarısız olsak bile, bundan nasıl bir olgunluk kazanabiliriz?
Kitabın başında, çok modası geçmiş bir sertlik metodunu temsil eden Bobby Knight'ı anıyorsunuz. Ama aynı zamanda onun metodunun işe yaradığını görüyoruz - 1975’te Indiana basketbol takımı bir kez bile yenilmedi. Bana Michael Jordan'ın The Last Dance'ini tekrar izlemem gerektiğini anımsattı. MJ'in hayatının diğer bölümlerinde sağlıklı ve dengeli olmasını engelleyen birçok psikotik rekabet eğilimi vardı. Daha sağlıklı dayanıklılık paradigmanızı modellemek ve hala dünyanın en iyisi olmak mümkün mü?
Magness: Buna söyleyeceğim ilk şey, performans konusunun gerçekten karmaşık bir şey olduğu. Bobby Knight ve Michael Jordan'ın ikisi de şampiyonluk kazandı, ancak bu yaptıkları her şeyin iyi olduğu ve kazanmalarına katkıda bulunduğu anlamına gelmiyor. Bu sayıları uyduruyorum, ama bunun anlamı şu ki, belki de yaptıklarının yüzde 80'i gerçekten işe yarıyor. Ama yine de yaptıkları bir sürü gereksiz şey var, bu muhtemelen onların önlerine çıkıyor ya da belki daha da iyi olmalarını engelliyor. Dünyanın en iyisi olmak isteyebilirsiniz ama eğer bu her şeyinizi tüketiyorsa, tüm benliğinizi vermeniz gereken bir belde belki de dünyanın en iyisi olmak istemeyebilirsiniz. Sorun değil. Bu kararı siz vereceksiniz.
Bunu diğer türlü yapan ve oldukça düzgün insanlar da olan bir dizi atlet, koç, yönetici var - John Wooden gibi. Jordan’a, Bobby Knight'a, Steve Jobs'a bakınca aşırılı başarılı oldukları için doğru yöntemin bu olduğunu düşünüyoruz. Tarih ve bilimin gösterdiği şeyse, bunun tek yol olmadığı. Hala iyi ve sağlıklı bir insan olabilir ve hangi alanda olursa olsun dünyanın en iyisi olabilirsiniz. Başarılı bir insan olmanın dünyadaki her şeyi kazanmakla ilgili olmadığını düşünüyorum. Başkalarını da seninle birlikte yükseltecek bir yöntem izlediğinde gerçek başarının geldiğine inanıyorum.
Kitap biraz kendimize karşı dürüst olmakla da ilgili. Ancak birçok insanın hayali, hedefleri var ve bir şekilde onları gerçekleştiriyorlar. Sınırlarımızın nerede olduğunu ve gerçekte neler yapabileceğimizi bilmekle en büyük, en çılgın hırslarımız arasındaki dengeyi nasıl bulabiliriz?
Magness: Burada tarihteki en iyi örnek Abraham Lincoln olabilir. Hiper realistti, hatta neredeyse trajik bir şekilde realistti. Her zaman savaşta neler olup bittiği ve doğru generalin savaşı yönetip yönetmediği konusunda endişelenirdi. Sürekli bir kıyamet olacağını, bir savaş çıkacağını düşünürdü. Fakat aynı zamanda gelecekten de inanılmaz derecede umutluydu. 1800'lerin ortalarında, köleliğin olmadığı bir dünya olabileceğini düşünüyordu ki bu inanılmaz derecede umut verici bir düşünce. Süreç boyunca savaşı atlattıktan sonra aslında her şeyin yoluna gireceğine dair yaptığı konuşmalar var. Bu inanılmaz umutlu bir düşünce yapısı hatta bugünden bakınca geleceğe dair de bir yanılsama denilebilir. İnsanlara büyük hayalleri ve hedefleri olmasın demiyorum. Onları, sizi yönlendiren, motive eden adeta kuzey yıldızları gibi uzakta bir şey olarak tutun. Bunu başarmak mümkün ve bunun için çabalıyorum diyebilirsiniz. Ama şu anda, şimdide, içinde bulunduğunuz anda gerçekçi olmalısınız. Gerçekten neyi yapabilirim? Şirketimde neredeyim? Performansa baktığımızda bu kombinasyon veya denge muhtemelen en iyi çözüm.
GQ