Fotoğraf: Chris Daniels - Kolaj: Gabe Conte
Krista Tippett’in 2001'de ilk radyo programı Faith of Faith'e başladığında, şov birkaç konu ve soruyu odağına alıyordu: İnsan olmak ne anlama geliyor? Nasıl yaşamak istiyoruz? Birbirimizin kimi olacağız? Sorular o kadar zorlayıcı ki, aradan geçen yılların ardından şu an gerçekten bir televizyon programında bu soruların tartışıldığını hayal etmek bile zor. Ancak yine de program çok başarılı oldu. Çok geçmeden bu büyük varoluşsal soruların tartışıldığı programa Desmond Tutu, Dalai Lama ve Maya Angelou gibi isimler konuk olmaya başladı. Dolayısıyla bir anda patladı. Şovun ismi değişti ve adı “On Being with Krista Tippett” oldu. Program ülke çapında 400'den fazla kanalda yayınlandı, bir podcast olarak ayda milyonlarca kez indirilmeye başlandı.
Bu başarının arkasında yatan şey -bugünlerde pek de rastlamadığımız- umut ve affetme gibi sağlıklı fikirlere odaklanmasıydı. Tabii ki bu başarının arkasında bu gibi soyut kavramları somutlaştırarak bir çerçeveye sokarak seyirciye aktarabilen Tippett'in yeteneği de bulunuyor. Yayın bugün içinde yaşadığımız gürültülü ve ayrımcı kültürle taban tabana zıt. Tippett, "Bu, şovu başlatmamdaki motivasyonlardan biri iyiliği, kötülük ve yıkım kadar güçlü hale nasıl getirebiliriz sorusu” diyor.
61 yaşındaki Tippett bu ayın başlarında On Being'in son haftalık bölümünü yayınladı. Yayını sezonluk bir podcast olarak devam ettirmeyi, yeni projeler çıkarmayı, özellikle katılımcıların ayrıma düştüğü meseleler hakkında fikirlerini tartıştığı bir dizi olması planlanan “Quiet Conversations”a odaklanmayı planlıyor. Tippett, "On Being'in kapsamı ve erişimi nedeniyle, gerçekten sessiz küçük şeyler yapma özgürlüğüne sahibiz" diyor. GQ ekibiyle bu geçiş ve ilhamdan eksik hissettiği zamanlarda umut arama hakkında öğrendikleri hakkında konuşuyor.
On Being, bazen günümüz kültüründe temaları açısından aykırı bir değer gibi görülüyor: sabır, nezaket, gizem... Cevaplar sağlamaktan ziyade sorular soruyor. Sizce neden bu kadar ses getirdi?
Zamanın ruhuna uygun değil belki ama hepimiz kendimize aslında yalan söylüyoruz. Bunu fark etmek çok önemli. Her zaman yalan söylediğimizde değil, (bunu yapmak için) zamana ve mekana ihtiyacımız var ve hatta susmak, kabullenmek, önümüzde duran karmaşık şeyleri sürdürmek için kendi kapasitemizi artırmamız gerekiyor - bizi bunu yapmaya iten şey içinde bulunduğumuz kültürümüz. Karmaşık şeyler konusunda sabırsızız. Cevaplar, çözümler, kararlar, stratejiler bulmaktan, daha basit şeyleri düşünemiyoruz.
Ya da hemen şimdi uygulayabileceğimiz bir şey.
Bir hack (darbe).
Bir hack (darbe). Aynen öyle ani farkındalık ya da yıkıcı bir farkındalık. Bu sayede düşünerek anladım. Benim için zaten anlamanın yolu zaman ayırmak ve derin düşünmek. Bu bugün bize öğretilen şey değil, görmek için bakmıyoruz, ileriye giden yol nedir sorgulamıyoruz. Bu bir sorumluluk olarak bize geri dönüyor. İşe yaramayan şey ya da bunun suçlusu sadece siyasi düzen değil, gazetecilik de dahil olmak üzere aslında her disiplin. Bazı yapıların yeniden düzenlenmesi gerekiyor: sağlık, hapishaneler, okullar. Bugün yapmamız gereken şey bu.
Tüm bunları düzeltebileceğimize dair bir umudunuz var mı?
Bence bu umut bir kas. Umudun dönüştürücü olduğunu düşünüyorum. Kendi dünyalarında bir şeyleri değiştirebilen çok bilge insanların umut sayesinde bunu başardığını düşünüyorum. Medeni haklar savunucusu ve sosyal adalet aktivisti Bryan Stevenson'dan işçi ve emek aktivisti Ai-jen Poo'ya kadar hepsi için geçerli. Bu idealist bir söylem ya da imkansız bir şey değil. İdealizm kelimesini özellikle kullanmıyorum. İyimserlik kelimesini kullanmıyorum. Bu bir tür temenni değil. İşlerin yoluna gireceğini varsaymak değil. Bu bir ısrar. Dünyaya olduğu gibi bakmak ve böyle olması gerektiği fikrini reddetmek. Sonraysa buna ruhunuz kadar ışığınızı ve pragmatizmi de katmak. Diyelim ki kabul etmediniz, o zaman ne olacak? Benim düşünme şeklim bu.
Daha önce dinin veya maneviyatın bu konularda bakış açılarımız farklı bile olsa bize nasıl yardımcı olabileceği ve hatta birleştirici olabileceği hakkında yazılar yazdınız. Bir tartışmayı veya ayrılığa düştüğümüz konuları daha farklı ele alabileceğimiz yollardan bahsedebilir misiniz
Her şey alçakgönüllü olmakla başlar. Demek istediğim, bu ayrılıklar, bölünmeler çok uzun yıllardır var. Çok fazla karmaşa var. Açık uçlu ve uzun vadeli bir şey hakkında düşünmek çok zor. Ama yapabileceğimiz ve yapmaya çalıştığım şey şu: Boşluklar yaratabilir miyiz? Şu an tepkisel bir dünyada yaşıyoruz. Bunda sosyal medya ve pandeminin sinir sistemlerimiz üzerindeki etkisi de var. Şu an sadece reaktifiz. Linç kültürü de tam olarak bunun bir tezahürü. Şu an içinde bulunduğumuz kültürde karşı tarafı gerçekten merak edip dinlediğimiz sohbetler yapamıyoruz, fikir alışverişi yapabildiğimiz gerçek ilişkiler kuramıyoruz. İçinde bulunduğumuz toplumda mümkün değil. Bu yüzden önümüzdeki dönemde daha çok yapmayı istediğim şeylerden biri (ben böyle adlandırıyorum) “sessiz sohbetler”. Gerçekten çok basit ve temel konuşmalar ancak reklamla değil. Bizi zorlayan şeylerin neler yapabileceğimizi ya da ne olabileceğimizi tanımlamadığı boşluklar yaratabiliriz.
Görünüşe göre 30.000 feet'lik bir manzaraya bakıyorsunuz, bunlara izin vermek, kelimelerinizi kullanmak, tektonik kaymalar… Hayatınızda o mesafeyi ve bakış açısını korumanızı sağlayacak şeyin ne olduğunu merak ediyorum…
Gerçekten iyi bir soru ve kimsenin bana daha önce bu soruyu tam olarak bu şekilde sorduğunu sanmıyorum. Sanırım iki katmanı var. On Being sayesinde insanların bildiği bir hayatım var ama bir de Berlin’de Soğuk Savaş zamanında yaşadığım bir geçmişe sahibim. Orada o dönemde yaşamak hayatınızda gerçekten belirleyici bir şey oluyor. Çok farklı pasaportlarım oldu, zaten gazeteciydim, Doğu Berlin'de yaşayan İngiliz bir gazeteciyle çıkıyordum, sonra Dışişleri Bakanlığı ile çalışmaya başladığımda diplomatik vizem oldu. Orada tanıdığım herkes kadar ben de duvarın iki tarafında yaşadım. Böylece birbirinden tamamen farklı iki dünyada yaşamış oldum. Benim bildiğim Doğu Berlin yok oldu. Duvar yıkılana kadar, bunun olabileceğini kimse düşünmezdi. Her şey değişmeye başladı üstelik bu sadece bizim hayal gücümüzde değildi. Daha sonra beni asıl etkileyen şey, gerçeği görebilecek, mümkün olanı yapabilecek kadar büyük düşünemememiz oldu. Gördüklerimiz, hayal gücümüzü kısıtlıyor. Tüm bu yaşadıklarım bana gerçeklikte görebildiğimizden daha fazlası olduğu ve hayal edebileceğimizden daha fazla değişimin mümkün olduğu konusunda derin, somut bir anlayış verdi. Tüm bunlar yıllar boyunca bana eşlik etti. Hayatımda sadece bir kez o tür bir öncesi ve sonrası olduğunu sanıyordum. Birkaç yıldır özellikle pandemiyle birlikte tekrar başka bir öncesi-sonrası dönemindeyiz gibi hissediyorum.
Bu 30.000 feet'lik manzaranın tohumları muhtemelen Berlin'de ekildi ancak bu içinde bulunduğumuz dönemle pekiştirildi. Umut kasının arada esnemesine izin vermek yardımcı oluyor. Kulağa gülünç geliyor olabilir ya da gerçek dünya karşısında fazla hayalci görünüyordur. Ama uzun yıllardır, kendi yöntemleriyle dünyalarını değiştirmiş çok fazla insanla röportaj yaptım. Bu her zaman zamanla ortaya çıkar. Görünmez. “Eğer” ya da “Ya dünya böyle olabilseydi?” sorularını sorabiliyorsanız doğru yoldasınız. Şimdi neredeyse gökyüzüne sahibim. Farklı farklı bir sürü yaşam gördüm ve değişim bu sayede mümkün. Uzun vadede bunu başarabilirsiniz. Aslında şu anda düşünülemez hissettiren şeylerin olasılığına yatırım yapacak bir kasınız olmalı. Bu da umut kası.
Bu kası çalıştırmanıza yardımcı olan günlük uygulamalarınız ve alışkanlıklarınız var mı?
Hayır. Benim için işe yarayan şey konuşmaya devam etmek. Az önce “The Quiet Before” isimli kitabın yazarı Gal Beckerman ile röportaj yaptım. Bu isim aslında bir anlamda şu anki dünyamızın da tanımı çünkü işlevsiz olan şey zaten çok gürültülü olması. Neredeyse paralel bir gerçeklikte yaşıyoruz, çünkü tanıdığım çoğu insan - ve sizin ya da herkesin tanıdığı çoğu insan - solda veya sağda yaşamıyor. Ama biz bu hikayeyi anlatmıyoruz. Mevcut anlatıya tamamen aykırı şeyler söyleyen, inşa eden, yaratan birçok insan var… Bunu gören, hatta bir parçası olan herkesin, onu daha gerçek ve daha görünür kılmak için kendisini bir nevi geride bırakması gerekiyor. Ben konuşurken böyle yapıyorum.
Bu tarz konuşmalara yöneltilen eleştirilerden biri, onların - bu kelimeyi sevmediğini söylediğini biliyorum - fazla idealist olduğu ve belki de siyaset ya da politika kadar önemli olmadığı. 1980'lerde Berlin'de çalıştınız. Jeopolitiği yakından ve çok kişisel bir şekilde deneyimlediniz ve neler yapabileceğini, insanların yaşamları üzerindeki etkisini gördünüz. Yine de bu konuşmaları yapmak için çok uzaklara gelmeyi seçtiniz. Yani bu konuşmaların neden bu kadar önemli olduğu konusunda şüpheci olan birine cevap vermek için mükemmel bir örneksiniz.
İşlevsiz, yıkıcı, korkutucu ve başarısız olanı, iyi işleyen ve sessizce gelişenden daha ciddiye almak gibi bir eğilimimiz var - ki bu benim de kökenlerimde ve eğitimimde var. Önyargı gerçekten çok güçlü bir şey. İnanılmaz sınırları olan bedenlerimiz ve beyinlerimiz hakkında her gün bir şeyler öğreniyoruz. Tehdit ya da korkuyla harekete geçiyorlar. Çok sofistike olduğumuz bir seviye var ama içimizde bir de bu korkunç yaratık var. Araştırmıyoruz: üretkenlik nedir? Seriye başlamamdaki motivasyonlardan biri de bu. Başlangıçta benim için esas soru şuydu: İyiliği, kötülük ve yıkım kadar güçlü hale nasıl getirebiliriz?
Bilimin bize kozmos ve kendimiz hakkında gösterdiği şeyler açısından daha muhteşem bir zaman olmamıştı. Gezegenin büyük bir kısmını oluşturan okyanusla ilk kez ilgilenmeye başladık. Kara deliklerin çarpıştığını duyan bir nesiliz! Bunun sebepleri arasında birbirimize aşırı şekilde bağlı olmamız ve aldığımız eğitim var: olup bitenlerin doluluğunu, gerçekliğini ve karmaşıklığını anlamıyoruz. Neyin üretken ya da iyi geldiğini, neyin yıkıcı olduğunu anlamıyoruz. İçinde yaşadığımız kötü dünyanın tüm sebebi bu değil ama çok büyük etken.
Bilimkurguyu çok seviyorum ve neredeyse bilimkurgu perspektifinin artık daha rasyonel hale geldiğini hissediyorum. Bilimkurguda, hatta kuantum fiziğinin en uç noktalarında, paralel evrenlerin var olduğu fikrine sahipsiniz; çılgınca ama farklı olabilecek gerçeklikler var olabileceğini biliyoruz. Gözlerimi bu konuda eğittiğim için gerçeği arıyorum, gerçeği görüyorum. Şükretmenin sağlığa faydaları hakkında yapılan bir araştırmadan çıkan bir sonuç var: İyiliği kabul edin. Bu daha iyimser olmakla bile ilgili değil. Sadece “bu gerçeği kabul edeceğim”, “buna dikkatimi vereceğim” diyor. Belki de ruhsal uygulama budur. Bu benim için de bir alışkanlık haline geldi. Uyguladığımız her şey içgüdüsel hale gelir.
Son zamanlarda herhangi bir şeyle hemfikir kaldığınız bir anınız oldu mu?
Adrienne Maree Brown ile yaptığım röportaj benim için çok değerliydi ve farkındalığımın artmasını sağladı. İşlerin nasıl yapılandırıldığı, değişimin nasıl olduğu, yaşamın nasıl devam ettiği hakkında ciddi anlamda sorgulamalar yapan bir takipçi kitlesi var. Sahip olduğu kelime dağarcığı - matematikten gelen - fraktallar kavramını sosyal gerçekliklere, sosyal krizlerin analizine uygulamayı, ekosistemlerin doğal dünyada nasıl çalıştığı hakkında öğrendiklerimizi güç toplumlarına uygulamayı içeriyor. Gerçekten bunların birkaç yıl sonra kelime dağarcığımıza yerleşeceğini düşünüyorum ama şu anda bile ortaya çıkmaya başlamış durumda. Henüz ben göremiyor olabilirim. Ama bunda özgürleştirici bulduğum bir şey var.
İhtiyacımız olan değişim jenerasyon. Üzerinde çalıştığım en önemli şey de bu gibi hissediyorum. Bahsettiğim bu dizi Quiet Conversations’ta, yaratmak istediğimiz yaşam sanatı için gerekli araçlara ve yaptıklarımızın uzun vadeli etkisine odaklanıyorum. Muhtemelen bunun tamamlandığını göremeyeceğim. Her şey yolunda gitse bile evrim geçirmiş bir dünya göreceğimi sanmıyorum. Maneviyatta çekici olan şey, niyetimizi kendimizin kontrol etmesi. Kontrol ettiğimiz şey, belirlediğimiz niyet ve buna bağlı kalmak. Başlangıçtaki bu niyete bağlı kalabilmek için sürekli elimizden gelenin en iyisini yaparız çünkü insanız ve zaman zaman dikkatimiz dağılabilir. Aynı zamanda gerçekten tam olarak yaşamak için yaptığımız her şeyde kalite ve özeni korumalıyız. Çünkü yaptığımız şeylerin etkilerini kontrol edemiyoruz. Sadece kendi niyetini ortaya koyduğundan emin olmalısın.
GQ